Kahrolsun ‘bazı’ şeyler

TUBA KAPLAN
Abone Ol

İdris Küçükömer, kendi kavramlarıyla konuşan Doğuyu yani bizi anlamaya çalışan bir düşünür. Zihniyetinin yerleşik olmasını Robert, Galatasaray ve dönemin diğer Amerikan ve Fransız kolejlerinden mezun olmamasına bağlıyor Kurtuluş Kayalı. Mülkiye kökenlidir. Alt gelir gurubundandır. Merkezden değil taşradan. Ece Ayhan onun için doğru bir ‘uç beyi’ demiştir, ‘uç düşünür.’

Bir ismi yüceltme ya da yıpratma payı, cilalama, janjanlayıp öne çıkarma bunların hepsi bir siyasetin mahsulüdür.

Yol yöntem bellidir neyi yazdığından çok ne yazdığın, kimin menfaatini okşadığın, hangi çevrelerde takıldığın hepsi ürünün pazar payını etkileyecek şeyler. Edebiyat eleştirisi dahi salt metine bağlı ya da ideolojilerden arı değildir. Mehmet Kaplan, Nazım Hikmet’i serin kalarak eleştiremez. Siyasi olarak tavır alır yani. Sezai Karakoç, İkinci Yeni’ye girdi çıktı yüzeyselliğiyle anılmıştır mesela. İsmet Özel İslam kalmasından ötürü daha öncesinde bir deha olarak görülürken unutulmuştur. Bu kolay yol aynı zamanda namuslu olmayan tarafı işin. Tuttuğu takım, gittiği mekân, koluna sardığı kitap, bıraktığı sakal hepsinin bir siyaset mahsulü olduğu yüzlerce sözde adamlar vardır bu doğru.

Sol’un edebiyat ve sanat ilişkisini pazarlayan bir tarafı merkez medyalarında ‘yankı’ uyandıracak reklam bolluğu var. Kült yayınevleri sayesinde pişirip ne sunarsan alıcısını bulur. İstediğine yer açarsın, istediğin adamı harcarsın yedirirsin, filan. O bahsi kapatırsın olur biter. İdris Küçükömer’e yapılan budur.

İdris Küçükömer, kendi kavramlarıyla konuşan Doğuyu yani bizi anlamaya çalışan bir düşünür. Zihniyetinin yerleşik olmasını Robert, Galatasaray ve dönemin diğer Amerikan ve Fransız kolejlerinden mezun olmamasına bağlıyor Kurtuluş Kayalı. Mülkiye kökenlidir. Alt gelir gurubundandır. Merkezden değil taşradan. Ece Ayhan onun için doğru bir ‘uç beyi’ demiştir, ‘uç düşünür.’

Onu diğerlerinden ayıran belki de en önemli şey, kuvvet bölünmüşlüğünü savunuyor olması. Türkiye’yi anlamaya Osmanlı’dan başlaması Küçükömer’e tutunma sebeplerimizden bir başkası. Başka açıdan onu camiasına uzaklaştıracak bir şey de bu tabi. Yön ve Ant gibi 60’lı yıllara damgasını vuran dergilerde yazmış, Sosyalist bir çevreden olmasına rağmen Yön’ün tepeden inmeci, jakobenliğine düşmemiştir. Hareketin, Kemalizm ve Marksizmi yoğurmasından beri durmasıyla, TİP kongresinde konuşturulmamasının, dergi ile uzak düşmesinin, yalnızlaştırılmasının bir alakası var. Solcular onu “kafası karışık” diye tanımlıyor.

30’ların Kadro hareketiyle paralellik kuran Avcıoğlu’nun liderliğindeki Yön, Kemalist aydınların gösterdiği yolda askerler öncülüğünde tepeden gelen, tek parti iktidarlığını savunmuştur. ‘Halka rağmen halkçılık’a devam. Yani mümtaz Soysal’ın dediği gibi, halkı aptal yerine koyarak halkçılık. İfade net bir Türkçe içeriyor. Bu kadar sapkın bir zihniyetin savunucuları ilerilikten bahsedebiliyor hala. Şuan halkın iktidarı despotizmle suçlanıyorsa, buna kim inanır. Avcıoğlu’nun ‘zinde güçler’i, Küçükömer’in mutlu azınlık dediği şey. Çok çekilen, askeri sivil bürokratik elit önderliğindeki darbelerin etkisi silinmiş değil... Kahrolmayan bazı şeyler hala var!

60’ların iktisat ağırlıklı kurtuluş modeli, dönemle ilgilenenlerin gördüğü bir şey. Küçükömer de iktisatla ilgilenerek ATÜT’ü analiz etmiştir. Asya tipi üretim tarzı tartışmalarının Türkiye tarihine oryantalist bir bakış olduğu sabit bir şey artık. Sivil toplumun son dönemlerinde, ekonomik tahlillerden uzaklaşması her dönem düşüncenin kolaylığı, yani konforuna tutunmadan tetikte kalmış olduğunun bir göstergesi aslında. Kayalı, Küçükömer’in tek dönemle anlaşılmayacağını söyler mesela. Bir başka açıdan onun ATÜT’ü asker sivil, halk bürokrasi, aydın devlet güçlerine bir bakış. Bir de siyasal konfor diye bir şey var tabi. Ordu millet el ele filan diyorsun, düğmeye basıyorsun. Denetlenmek yok yani. Bu konforu sallayınca halk işinin rengi değişiyor işte.

  • Sosyalizm savunucularının CHP’ye rahatça uyum içerisinde olduğu bir dönemde, herkesten farklı CHP savunan bir tutum içerisine girmemiş, hatta CHP’yi ‘ortanın solu’, ‘romantik bürokratlar’ olarak anmıştır Küçükömer.

Marx’ın sosyalizme ulaşmadan önce her bir toplumun ilkel, feodal ve kapitalist evrelerden geçmesi gerektiği dediği determinist kavrayışını etkisiz bırakır Küçükömer. Niyazi Berkes, ‘Osmanlı ne feodaldir ne teokratik’ demiştir mesela. (Türkiye’de Çağdaşlaşma, syf 24) Osmanlı kapitalistleşememiştirki feodal olsun. Etnomerkezci bir algı. Düzenin Yabancılaşması’nda, Osmanlı sosyal ve siyasi yapısının, burjuva sınıfını engellediğini anlatır Küçükömer. Padişahın Allah adına mutlak egemen olması mülkiyeti geliştirmemiş ve anamalcı (kapitalist) anlamda artık değer oluşmadığından, Osmanlı sömürgeleşmemiştir… Küçükömer’e göre, Batı’da yurttaş (citizen) kavramı, özel mülkiyet anlayışı ve burjuvazinin gelişmesiyle ortaya çıkabilmiştir. Diğer taraftan doğu toplumlarında politika yapmak, yönetim sadece hükümdarın işiydi. Avrupa’nın çağdaş demokrasilerinin kapitalist gelişmeyle ilişkisi önemlidir ve sivil toplum olgusu da kapitalist demokratik ülkelerin bir karakteristiğidir yani.

Hobbes’in Leviathan’ında ‘bencilliğin’ hakim olduğu dönemde, yaşam ‘herkesin herkese karşı savaşı’ydı. Karşılıklı bir güvence için insanlar toplumsal sözleşme oluşturdular. Siyasi felsefenin geleceği buradan belirlendi böylece. Locke, Rousseau, Kant... Küçükömer de bu düşünürlerin, Batıdaki sivil toplumu anlamak adına incelenmesinden yanadır. Ancak Batının sivil toplumunun bizden farklı olduğunu belirtir zaten. Küçükömer, “Türkiye Batılılaşamaz” derken, Avrupa’nın üstyapı kurumlarını Türkiye’ye angaje etmenin mayasının tutmayacağını söyler haklı olarak. Mesele bu kadar basitken bir o kadar da karışıktır maalesef. Çünkü bu gerçeğe rağmen dönemin düşünürlerinden ve Sosyolojinin İstanbul ekolünün öncülerinden olan Hilmi Ziya, Niyazi Berkes ve Behice Boran öncülüğündeki Ankara ekolüne ters düştüğü noktalar olsa da, Batılılaşma konusunda ekoller aynılaşır. Üstünlük Batıdadır. Reçete Batılıdır. İki ekolde, çözümü Batılılaşmada görür. Elbette Hilmi Ziya’nın, Batılılaşmayı İslamlaşmak ve Türkleşmekten uzak tutmaması onu daha yerel kılan bir şey.

Solun, halka gösterdiği ötekileştirici bakış, üst adam kibri, aslında bu anlayışın Türkiye önünde en büyük engel olduğunu görmemesine sebep olmuştur. Türkiye’de parlamenter siyasetin bu elitin çıkarlarına hizmet ettiğini Küçükömer’dir gören. Kalpazanlar demokrasisi yani mutlu azınlık varsa Batı toplumları gibi modernleşemeyeceğini söyler Türkiye’nin. Solun klişelerine tarumar bir bakış açısı bu. Bilerek görmezden gelmek, kendi deyimiyle kendisine ambargo koymak, entelektüelin ‘marjinalliği’ ve ‘yalnızlığını’ hatırlatıyor. Üniversiteden uzaklaştırılması da ‘sürgünlüğü’nü tabi…

Sermaye sahiplerini menfaatlerinin halkın sesini kıstığından, kararları kimin alması gerektiğinden, iktidarın halkla bütünleşmesinden bahsetmesi bu gün aradığımız bir şey hala.

  • Oryantalist bir kafayla Türkiye’yi anlamaya çalışmaması, bu topraklardan olduğunun göstergesi onun. İçimizden olup da bize uzak kalarak, Montesquieu’nun ‘doğu despotizmi’ kavramına tutunmadan doğuyu, bizi, yereli, tarihi, iktidarı anlamaya çalışmak bu topraklara ait bir şey, anlayana tabi...