Okumayın kardeşim!

MELİH TUĞTAĞ
Abone Ol

Konuşurken bir sürü isim sayıyorsun, sürekli alıntılar yapıp, sayısız referans veriyorsun ama bunları özümseyip yeni bir fikir üretemiyorsun. Okudukların, gardıropta asılı duran elbiseler gibi. Biliyorsun ki varlar ve oradalar. Ama hiçbirini üstüne bir kere bile giymedin. Giymeyeceksin de. Ne zaman ciddi bir yere gidecek olsan; giyecek hiçbir şeyim yok diye mutsuz oluyorsun.

Neden mutsuzsun? Cidden soruyorum kardeşim, neden bu memnuniyetsizlik? O kaşlar neden hep çatık? Neden hiçbir şeyi beğenmiyorsun?

O kadar kitap okudun, muhtemelen hakikati de gördün, hala neden bu bedbaht hallerdesin? Neden her şeyin en iyisinden anlarken, hiçbir şeyden razı değilsin? Sence çevrendeki çağdaşlarından herkes kötü, herkes zırcahil. İyiler ise ya yıllar önce öldü, ya da ulaşamayacağımız kadar uzaktalar. Ama sen bunu takma kafana, söyle bana. Nedir sorunun? Niçin bu kadar nefret dolusun? Gel, her şeyi anlat bana. Çocukluğuna falan da ineriz istersen. Gerçi çok uzakta olmalı. Magmaya varır, yanarız maazallah.

Sana bir şey söyleyeyim de, moralin düzelsin: Yalnız değilsin. Kendini biricik hissetme. Bu hastalıktan mustarip pek çok insan var. Bu yüzden gel, Entelektüel Mutsuzluk hastalığının reçetesini ben vereyim sana. Söz, tüm dertlerin bitecek.

  • Reçete:
  • 1- Evdeki tüm kitapları bir kütüphaneye bağışla.
  • Bilgisayarına indirdiğin PDF’leri sil.
  • Ve yerine yenilerini ekleme.
  • 2- İkinci bir emre kadar, kitap okuma.
  • 3- Okuduklarını unut.

Şu an kendini daha ferahlamış hissediyorsun değil mi? Heh şöyle yaaa. Yanaklarında şimdiden hareketlilik başladı bile. Gamzen mi varmış senin birader? Neyse, bu beni ilgilendirmez. Gel biz senle bu ilaçların prospektüsünü okuyalım.

Gözlüklü Şirin neden somurtuyor?

Kitap okuyan, ilme teveccühü olan insanlar ikiye ayrılır. Böyle her şeyi kategorize etmeye iyi alıştım. Kategorize edenler ikiye ayrılır: yaptıklarının farkında olanlar ve olmayanlar.

Ne diyorduk, kitap okuyanlar, ilme teveccühü olanlar ikiye ayrılır.

1- Okuduklarını faydaya dönüştürebilenler.

2- Okuduklarını faydaya dönüştüremeden, sadece okuyanlar. Fayda falan deyince çok pragmatist gibi oldum galiba.

Fayda meselesini biraz açalım.

Bir kitap insana 3 türlü fayda sağlar (A-ha! Yine kategorize ettim. Bülent Ortaçgil beni andı galiba. Benle oynamayın.) Kitaptan edinilenlerle yazı yazılabilir, yazılan düzeltilebilir, tez üretilebilir, okunulan şey –mesela kullanım talimatı ise- alet kullanılabilir. Hâsılı, okunulanlar gözle görülür bir ürüne dönüşür. Ya da kitap bünyede çözünür ve huya, düşünceye, reflekslere siner. Bunun kanıtı, kitap okuyan kişi ile okumayan kişinin olayları karşılayış ve olaylara karşı reaksiyon gösteriş şekillerinin farklı olmasıdır. Son olarak da önceki iki fayda tipinin getirisi olarak; okuyan kişinin sözü dinlenir, varlığı umursanır, yazısı okunur hale gelir. Kelam sahibi, irşad olmuştur, fikri olgunluğa sahiptir, üstüne bir de ilminin ahlakı varsa toplum içinde muteber hale gelir.

Kitap okuyan kişi, okuduğunu bu tip faydalara dönüştürebiliyorsa, şahane. O, hangi duyguyu yaşıyorsa normaldir. Haktır. Okuduğunu bu tip faydalara dönüştüremeyenlerdeki mutsuzluk, asabiyet ve memnuniyetsizlik ise birer anomalidir. Yukarıda reçeteyle tedavi etmeye niyet ettiğimiz tipler de bunlardır. Çünkü okumak bu tip faydalar sağlamıyorsa gerek yok. Niye okuyorsunuz ki? Gözünüzü boşa yormayın.

Balık baştan kokmasın “Cehalet mutluluktur” önermesinden çılgınca kaçalım. Ardımıza bakmadan kaçalım. Topuklarımızla mabadlarımızı döve döve kaçalım. Zira bu önerme genel olarak faydasız ilim sahiplerinin, yani mutsuz okurların savıdır. Kitabi bilgiden başkasını tanımama cehaleti korkunç bir şey. Ümmi ve irfani bilginin öneminden başka bir zaman bahsederiz.

Bilgi sahibi oldukça mutsuzlaşan insanları eleştiren bir Müslümana verilecek ilk örnek Resulullah efendimizin (SAV) “Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” mealinde ifade edilebilecek, önü ve ardı da olan Hadis-i Şerifidir. Aklına bu hadis gelen herkes içinden bana “vay davar vay! Resulullah’ı da eleştiriyor!” diyordur. Di mi? Di mi? Doğru söyle çatık kaşlı, mutsuz ve göbekli entel kardeşim, sen de içinden bunu geçirdin di mi? Çünkü sen Peygamber efendimiz ile aynı bilgiye sahip olduğunu zannediyorsun. Sıkıntı da bu zaten. Sen bilgini o kadar seviyorsun ki, kötü reprodüksiyonları hakikat sanıyorsun. O bilgiyle, senin şımarık ve tatminsiz entel bilgin aynı değil.

Yüzüklerin Efendisi’nde Gandalf’ın atının sol… (şeyinin) üstündeki kıl sayısını bilmek ne kazandırdı sana? Falanca filozofun, filanca kitabının 118. sayfasında bahsettiği tezi, ondan 500 yıl önce başka birinin de söylemiş olduğunu öğrendin. Güzel. Bundan çıkartman gereken dersi çıkarttın mı? Yok. Sadece bildin.

Kimsenin bilmediği o yazarın, kimsenin okumadığı o kitabını dünyanın en iyi kitabı ilan ettin. Kimse okumadıkça ona daha fazla bağlandın. Çünkü sana has bir bilgi hükümdarlığı kurdun. Kral sensin. Ama kızmazsan sana bir sır vereyim mi kardeşim? O kitabı kimsenin okumamasının sebebi kötü olması. Boşuna yorulma.

Sen Foucault kimdir bilir misin?

Her şeyi biliyorsun, ama hala mutsuzsun. Romanı en iyi sen biliyorsun. Felsefede nirvanaya ulaştın. İyi öyküden, sağlam şiirden sadece sen anlıyorsun. Buyrukların hükümdür. Ve diyorsun ki:

Abi bugün
şiir mi yazılıyor yeaaa?
"Ulan bir sürü öykücü, bir Borges çıkmıyor bizden

Azizim bıraksınlar bu işleri. Daha okumaları gereken çok şey var.

“Cık. O olmamış. Bakayım, ı-ıh bu da olmamış. Hiç kimse yazamıyor. Herkes saçmalıyor. Başarılı kimse yok.”

“Piyasayı cahiller ve yeteneksizler işgal etmiş.”

“Herkes cahil, herkes. HERKEEESSS!!!”

Adam haklı, çok cahilsiniz keşke ölseniz.
Lütfen fuko okumayanlar ve google’a bakmadan Niçe yazamayanlar benimle konuşmasın

Muhakkak ki haklısın. Çünkü çok okudun. Okumaz olaydın!

Kardeşim bu hasettir. Kandırma kendini. İyinin olmadığı yerde, kötü olmaz. Herkesi çağdaşıyla kıyaslamak zorundasın. Şimdi hemen ezberlediğin birkaç örneği sayıp “ama şunu şunu şunu seviyorum” diyerek cılız örnekler vermeye çalışma. O sözlerini sessizce yere bırak. İstisnalar kideyi güçlendirir.

Ayrıca muhtemelen yüzlerce yıldır yazamadığın o romanı yazsan, herkesin ağzı açık kalacak. Kültür dünyasının seyrini değiştireceksin. Ama binlerce yıldır yeterli bilgiye ulaşamadın. Okuyorsun okuyorsun olmuyor. Ayağını örtüyorsun mabadın açılıyor. Mabadını örtüyorsun ayakların açılıyor. Daha fazla okumak battaniyeni küçültecek. Yeter. Okuma artık.

Kardeşim bu mükemmeliyetçilik tembelliğidir. Kandırma kendini. O mükemmelliğe asla ulaşamayacaksın. Yazamadıkça şişeceksin. Şiştikçe daha fazla okuyacaksın ve ürüne/faydaya dönüşmeyen okumaların arttıkça daha da mutsuz olacaksın.

Evlenmek için bir sebep daha...

Lütfen dikkatli ol. Salieri Kompleksi sana çok yakın. Oradan kaç.

Antonio Salieri, en büyük şanssızlığı Mozart ile aynı çağda yaşamak olan bir müzisyen. Salieri, Mozart’ın dehasını, yeteneğini ve yaptıklarının şahaneliğini anlayabilecek bilgiye sahiptir, ama onun yaptıklarını yapacak yeteneğe sahip değildir. Bu durum, onun hasedini öyle körükler ki; Mozart’ın ayağını kaydırmak için atmadığı kazık, kurmadığı tuzak, yapmadığı kelek kalmaz.

Konuşurken bir sürü isim sayıyorsun, sürekli alıntılar yapıp, sayısız referans veriyorsun ama bunları özümseyip yeni bir fikir üretemiyorsun. Okudukların, gardıropta asılı duran elbiseler gibi. Biliyorsun ki varlar ve oradalar. Ama hiçbirini üstüne bir kere bile giymedin. Giymeyeceksin de. Ne zaman ciddi bir yere gidecek olsan; giyecek hiçbir şeyim yok diye mutsuz oluyorsun. Bir kere bile elin varmadı o kıyafetlere. Yıllardır o eski, o atıl, o esrik, o kösnül, o düldül, o Ömer Üründül kıyafetleri giyiyorsun. Kardeşim bu müsriflik. O gardırobu at. İçindekileri bağışla. Yerine bir çekyat koy. En azından kıçını devirip üstünde uyursun. Bir işe yarar.

Özetle diyorum ki: Böyle mutsuz ediyorsa daha fazla okumayın. Hepinize diyorum. Sen, sen. Hiç üstüne alınmayıp arkasına bakan. Sana da söylüyorum.

Ciddiyim. OKUMAYIN KARDEŞİM!

Bir çıkış yolu daha var. Hem de ilaçsız. Hastalık neden olan şeyleri ortadan kaldırırsak ilaçsız, reçetesiz de iyileşebilirsin. Entelektüel Mutsuzluk hastalığına yakalanma sebebini ben demeyeyim, kızarsın. O yüzden Niyazi Mısri Hazretleri desin:

“Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al-yakîn / Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş.”

Burada geçen mürşid tahmin edebileceğin gibi tasavvuf terminolojisinde geçen anlamıyla kullanılmış. Fakirin fikrince bu manada da anlayabilirsin. Bir mahsuru yok. Hatta keşke herkes bir mürşide diz kırsa. Ruhu irşad olan biri böyle hastalılara duçar olmaz. Fakat bu ayrı bir mesele. Fıtrat, meşrep, metod, nasip farklılıklarından dolayı bu konuda ısrarcı değilim. O yüzden bu nutk-u şerifteki mürşidi usta olarak da algılayabilirsin.

Entelektüel Mutsuzluk Hastalığına yakalananların en büyük sorunu ustasızlık. Başında bir usta olsa, beynini böyle çöp kutusuna çevirmezdin. İzin vermezdi. “Evladım, varacağın yer orası. Takip edeceğin yol bu. Kullanacağın araç şu.” derdi. Doğru-yanlış tüm yolları deneyip, yorulmaya gerek yok. Test edilip onaylanmışı var. Haritada en kısa mesafe çizilmiş. Haritayı verecek ustayı bulmak mesele.

Şimdi “mürşid”i, “usta” olarak okuyarak ve biraz da sözü eğip bükerek bir daha hazrete kulak verelim: “Seni hakikate götürecek bilgi için usta gerektir / Çünkü ustası olmayanların bildikleri şüphelidir”

Şüpheleri haklı çıkardın. Aslında karşına çok fırsat çıktı. Ama senin nefsine ağır geldi. Çünkü sen genelde daha okuduğun kitabın yarısına varmadan yazarını gömmeye başlarsın. Ondan daha fazla şey bildiğini iddia etmen için birkaç sayfa daha okuman yeterli olur. Onun hamiliğini, önderliğini, ustalığını nasıl kabul edeceksin ki. Çıraklığı aşağılık bir şey olarak gördün hep.

  • Şimdi gel ya en başta verdiğim reçeteyi uygula. Ya da bir kez olsun bir mürşide, bir ustaya boyun eğ. Sana istikamet versinler. Çıraklığa talip ol bir süre.

***

Bu arada koca yazıyı okudun ve benim ne kadar kibirli olduğumu düşünüyorsun di mi kardeşim? Bilmiyorsun ki, ben bunların çoğunu aynaya anlattım. Sen ağzımdan çıkanın, kulağıma varışına tanık oldun sadece.