Öyle bir gülüşü var ki sanırsın “baba kaka yaptım” diyor

MELİH TUĞTAĞ
Abone Ol

Uzunca bir süre moralim bozuluyordu. Çünkü bebekler ilk aylarda resmen ölü yatırım. Bezinial, kıyafet al, oooo bu krem en iyisiymiş fiyatına bakmadan direkt al. Bu özveriye karşılıktek bir şey bekledim: tanısın. Peki o ne yaptı? Tanıyormuş gibi bile yapmadı.

Bilenler biliyor, yakın zamanda hamileydim. Daha doğrusu hamileydik.

3 soruda Melih Tuğtağ
Cins

Sit-com’larda stand-up’larda çok geyiği yapıldı bu tamlamanın. Hastayla beraber refakatçinin de hastaymış gibi konuşması, kocanın da karısıyla birlikte hamile gibi olması falan. Ben o zamanlarda bu olayların bu şekilde olduğuna inanmazdım. Ama tam da böyleymiş. Hanımla beraber ben de gebeydim.

En sevdiğim esansım hanımın bulantı nöbetlerine kurban gitti. Kokan yemekler evde pişmedi. Kahvaltı, en iyisi kahvaltıydı.

Sanırım kızım babasına çekti. En az benim kadar rahatına düşkün. Doğmaya bile üşendi. 1 yaşını anne karnında kutlamaya niyeti vardı galiba. Neyse ki, geç de olsa doğurduk. Yani doğurdu.

Cemal Süreya’nın meşhur “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem / Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” şiirine bir şey diyemem “Ama kahvaltının hamilelikle bir ilgisi olmalı” (Bu arada Cemal Süreya da haklı. Yanlış olmasın.)

Sanırım kızım babasına çekti. En az benim kadar rahatına düşkün. Doğmaya bile üşendi. 1 yaşını anne karnında kutlamaya niyeti vardı galiba. Neyse ki, geç de olsa doğurduk. Yani doğurdu. Daha doğrusu doğdu.

Hastanede yaklaşık 10 saat bekledik. O alanda kaç kalebodur olduğunu, kaç adımda kapıdan merdivene gidildiğini hastanede kimse bilmez, ama ben biliyorum. Bizim bebe rahatını bozmamakta biraz daha diretse, doğumhane önü Vefa Bozacısının kapı eşiği gibi aşınacaktı. Volta volta volta. Dua, zikir, dua, zikir, dua, zikir.

Telefon çalıyor. Doğmadı mı? Hayır. Hala mı? Evet.

Bebeğimizi göreceğim o ilk anı çok büyük bir hevesle bekliyordum. Mucizevi bir şeyler olacak gibi geliyordu bana. Enteliz ya, masalcıyız ya, fantastik bir şey olacak diye düşünüyordum. Işık patlamalarıyla, meleklerin eşliğinde kucağıma verilecek, gözlerini açıp “ooo babam da buradaymış. N’aber sakallı?” der gibi “ingaaa” diyecek bir nur topu, Nur Meliha bekliyordum.

Olacaktı bence. Önce haberi geldi. Yukarıda yeni doğan ünitesine götürmüştü doktor. Dediler ki, şu camdan bebeği izleyebilirsiniz. Doktor hanım ilk kontrolleri yapacakmış.

  • İşte dedim, bir mucize olacaksa, masal yaşanacaksa bu anda olacak. Camın önüne gittim. Gözlerim kapalıydı. Alice Harikalar Diyarına geçmeye hazırdım. Gözlerimi bir açtıııııım…

Mosmor bir şey, üstü başı yapış yapış. Ufacık. Minicik. Tam bir yaban mersini. Doktor profesyonel, ama kaba hareketlerle bebeği temizliyordu. Az çok yüzü gözü anlaşılır hale geliyordu. Yaban mersinliğinden beyaz üzümlüğe doğru giderken daha leziz duruyordu sanki. Ama hala bir mucize yaşanmamıştı.

Tamam dedim. Buldum! Kesin ilk kucağıma aldığım anda bir şeyler olacak.

40-45 dakika sonra doktor odaya, annesinin yanına getirdi. Yumuk yumuk zencefil gibi bir şey. Odada bebeği gören herkes ağlıyor. Ben şok!

Doktor profesyonel, ama kaba hareketlerle bebeği temizliyordu. Az çok yüzü gözü anlaşılır hale geliyordu.

Annesi kucağına aldı. İlk buluşma. Annesi ağlıyor. Tebrikler havada uçuşuyor. Dua edebiliyorum sadece. Hu Hu’lara karışıyor aminler.

Artık sıra bendeydi. Acemi bir şekilde kucağıma aldım. İşte mucize gerçekleşecek gibiydiiii… Yine hiçbir şey olmadı. Zaten bu kaba ellere yakışmayacak kadar narindi Nur Meliha. Narin ve kırılgan. Kabalığım ona bulaşacak, babalığı elime yüzüme bulaştıracağım diye korkuyordum. Sıcak patates gibi tutuyordum elimde. Neyse ki meraklısı boldu. Bebeği kurtardılar elimden. Ferahladım.

Loğusa şerbetinden dişlerim kıpkırmızıydı. Elleme baba yorgun. Elleme baba vampWir. Şaka maka “baba” diyorlardı bana. “taze baba nasıl?” “babalık nasıl bir duygu?”

Kimseye diyemiyordum. Yok. Hiçbir ekstra duygu yok. Sadece bolca şükür ve tedirginlik vardı: “O değil de n’oldu şimdi?” Çünkü herkes baba derken, bir o “baba” demiyordu. Sadece bir kere suratıma bakıp ağladı. Bu sanırım iyi bir şeydi. En azından sesi vardı. O da bir nevi baba demek sayılırdı.

Baba. Ben. Hala pek alışamadım bu hitaba. Baba. Ben. Muhtemelen Nur Meliha benden daha büyüktür. Ama ben onun babasıyım. Baba. Büyük harflerle bir daha: BABA. Melih Baba. Aşk ile son defa: Baba.

Hastaneden çıktık, eve geldik. Hanımın karnı doğumdan sonra hemen indi. Ama benimki hala yerinde duruyor. Hani beraber hamileydik? Hani beraber doğuracaktık. Kandırıldık ey erkekler! Çok feci keklediler bizi.

İlk 40 gün, bebekle alakalı her konunun yöreselden enternasyonale sonsuz permütasyon, kombinasyon ve çıldırasyonda sıralandığı bir dönem. Herkesin tecrübeyle sabit, başarılı, ama farklı tecrübeleri anne babalarının tecrübesizliği ile birleşince terelelli kaçınılmaz oluyor. (Bu satırları okuyacak muhtemel akrabalarım kızmasın. Vallahi iyi bir şey diyorum aslında)

Sarılıp öpemez. Öpüp koklayamaz. Yanakları zarar görüryormuş bebecağızın. Pütür pütür ay yüzeyi. Ay parçası gibi maşallah.

Bebeğin 40’ı çıkıp evde çekirdek aile düzenine geçinceye kadar bebekle alakalı babanın tek anladığı şey “evde bi’şey var. bi’şey var bi’şey” her şeyin flu olduğu bir kırk gün.

İşte ilk babalık tecrübeleri bu zamandan sonra başlıyor: Cüzdana giden ilk el. Marketten bez alma tecrübeleri. Bez fiyatlarını karşılaştırma. Bu bağımlılık yapıyor, ama o da pişik yapıyor, fakat o dış mihrakların oyunu, gevur malı.

Uzunca bir süre moralim bozuluyordu. Çünkü bebekler ilk aylarda resmen ölü yatırım.

Bezini al, kıyafet al, oooo bu krem en iyisiymiş fiyatına bakmadan direkt al. Bu özveriye karşılık tek bir şey bekledim: tanısın.

Peki o ne yaptı? Tanıyormuş gibi bile yapmadı. İnsan bir tanıma emaresi gösterir be kızım. Hiç yoktan –miş gibi yapsa, onla da idare ederdik biz. Mesela akça pakça bir şey gelince anne, kara kafa bir şey gelince baba olduğunu anla di mi? Peh!

Kızım için bir kalıp sabundan farkım yoktu. Onun için herkes ve burnum dahil her şey yürüyen memelerden ibaretti. Tut, ağzına götür. Tut ağzına götür. Tutacak bir şey bulamazsan gökten bir şeyler düşer ümidiyle ağzını aç. Bu da hayat mı canım? Allah iyi ki bizi büyütüyor vallahi.

Bir babanın ilk aylarda aktif 3 görevi vardır ve babadan çok bir araçtır:

1- Bankamatik kartı

2- Forklift

3- Lavabo Açıcı

1- Bir yeni doğan bebek babasına sorulacak en saçma sorulardan biri kesinlikle “Bebek ne yapıyor?”dur. Çünkü cevap olarak söylenebilecek tek şey “Kaka” oluyor. Kaka yapıyor sadece.

İşte ilk babalık tecrübeleri bu zamandan sonra başlıyor: Cüzdana giden ilk el. Marketten bez alma tecrübeleri.

İç, kaka yap, uyu. İç, kaka yap, uyu. İşte babanın bankamatik vazifesi de bu noktada başlıyor. “Babasıııı bez bitti” “Babasııı bebeğin parabensiz ıslak mendili bitmiş” Bebek kaka imalatına devam ettiği sürece baba “Cafer bez getir” sloganları eşliğinde stadyuma girer.

Resmen ölü yatırım. Sanırım bu kısma kafayı fena takmıştım o sıralarda. O kadar yatırım yaptım, ama bebek beni tanımıyor. Olacak iş değil. Beni, beni, babasını… (Bu konuyu üçüncü sefer açmayacağım. Söz.)

2- Gidip getirme işleminden sonra, alıp götürme tipi babalık başlıyor. Oradan oraya bir forklift aracı gibi bebeği taşır baba.

  • Sarılıp öpemez. Öpüp koklayamaz. Yanakları zarar görüyormuş bebecağızın. Pütür pütür ay yüzeyi. Ay parçası gibi maşallah.

Zaten öpüp koklamak için bebeği kendine doğru çekmesi lazım. Onu istese de yapamaz. Baba kendi zevalinden korur çocuğunu. Kıyamaz.

Soğuk bir hamle ile kaba eller, kürek eller, babanın babalık elleri, el kadar bebeğin boynundan ve belinden tutar, kaldırıp adrese teslim yapar.

Duygu yok. Bu çok ciddi bir iş. Teslimat yapılmalı. Taşıyıcı görevini yapmalı. Jason Statham görse kıskanmalı. Çünkü bir anlık boşluk babanın çocuğu kaburgalarından içeri sokmasına sebep olur. En yakın yerinden yakalar kalbini.

3- Bence asrın icadı “Burun Aspiratörü”

Ünlü şairimiz ve feylozofumuz Tarkan, babaların bu dönemki ruh halini o güzel şiirinde ne güzel anlatmış: “Tut kolumdan çek götür beni / Hüüüüp diye içine çek beni”

Gülümsemede Nur-u Muhammedi vardır. Biri gülümseyince Nur-u Muhammedi yayılır etrafa. Gül kokuları gelemeye başlar oradan. Kızım bana güldü ve ben gül bahçelerine girdim. Şükür, çok şükür.

Bebeğimizi akvaryumda balık izler gibi izliyorduk. Rastgele hareketlerine manalar vermeye çalışıyorduk.


Gece yatıyorum hüp, sabah kalkıyorum hüp.

Şükür ki, nefesi kuvvetli hocalar dönemi güzel yurdumuzda yavaş yavaş son buluyor (ya da inşallah bulur). İlle nefesi kuvvetli istiyorlarsa modern babaları “nefesi kuvvetli koca” olarak kodlayabiliriz bence.

“Babasıııı Nur Meliha’nın burnu tıkandı.”

“hüüüüüüüp”

Tek nefeste üç kilo bebe sümüğü çekmişliğim var. Ayrıca aslan on metre.

***

Bebe hızla büyüyordu ama ben hala o mucizevi anı, o babalık masalını yaşayamamıştım. Alice Harikalar Diyarı yoktu, Nur Meliha Kakalar Diyarı vardı.

Bebeğimizi akvaryumda balık izler gibi izliyorduk. Rastgele hareketlerine manalar vermeye çalışıyorduk. “Bugün “ğğğğğğ” dedi. Bak bak kolunu kaldırdı. Bacağını indirdi. Kaşlarını çattı. Güldü. Kaka yaptı sanırım. Kaka yapmış gibi güldü bu sefer.”

Gülünce meleklerine gülüyordu. Olsun onlara gülsün, zaten onlar varken kıllı göbekli çirkin babasına mı gülecekti? Allah güzel, melekleri güzel, kızımın melekler gibi, meleklere gülmesi güzel…

Fakat bana da gülse ne olurdu yani?

İki-iki buçukuncu ayında yine bana gülmeyeceğini düşünerek başına dikildim. Tek niyetim biraz olsun güzelliğine bakıp Allah’a şükretmekti. Bu tip durumlarda anne-babanın virdi maşallah olur. Hayın insanlar, hep na- zar değdiriyor bebeğe. En çok da zalım ana-babası. Bu sebeple aşk ile her defasında “Maşallah, Sub- hanallah, Barekallah”

  • Yüzüne baktım, sanki “Tanıdım seni sakallı” der gibi bakıyordu. Neşelendim. İçim taştı. Gülümsememe hâkim olamıyordum. Ben gülünce o da güldü.

Tesadüf müydü acaba?

Durdum. Bir daha güldüm. O da güldü. İşte masalsa, masal. Mucizeyse mucize. Vurdu gol oldu. Gülümsemede Nur-u Muhammedi vardır. Biri gülümseyince Nur-u Muhammedi yayılır etrafa. Gül kokuları gelemeye başlar oradan.

Oyunlaştırılan dünya üzerine
Cins

Kızım bana güldü ve ben gül bahçelerine girdim.

Şükür, çok şükür.