Post-modern Mitoloji Sözlüğü: Sırt çantası ve personel servisi

ERTUĞRUL EMİN AKGÜN
Abone Ol

Post-apokaliptik çağa bir özlem belki. Korku. Ya da ikisinin birden eşitlendiği yer. Kaçış ihtimali mi? Belki. Evet, kentten çıkmak ve bir daha dönmemek. Son bakışta aşk.

Beyaz yakalılar dünyasında bir kaçkın. Kişisel metrobüs kalkanı. Toplantı odalarının tarz imgesi. Evde kapı bekçisi. Sırt çantaları tüm moda denemelerine rağmen hayatlarımızdaki yerini koruyor.

Post-modern mitoloji sözlüğü: Halı
Cins

Litrelerce alan. Ninja kaplumbağalar gibi dolaşıyoruz metropolde. İnternet, mobil, hızlı tüketim. Çantaya gerek kalmamalı. Belki de yoktur. Pet şişe suyu en yakın büfeden alabiliriz. Defter kalem yerine telefonlar. Cüzdan dediğin bir kredi kartı. Neden olmuyor? Bilmiyorum. Post-apokaliptik çağa bir özlem belki. Korku. Ya da ikisinin birden eşitlendiği yer. Kaçış ihtimali mi? Belki. Evet. Kentten çıkmak ve bir daha dönmemek. Son bakışta aşk. Sırt çantaları sakladığı tüm imkânlarla bir gizem. Üzerimizdeki gizli oda. Yanında oturan kadının çantasında acaba ne var? Belki bir seri katil, devlet için çalışan bir ajan, sinemacı. Her birbirimiz ötekine benziyoruz. Saçlar, ayakkabılar, telefonlar, akbiller. Peki sırt çantası? Tüm gizemiyle bir büyülü kutu.

Sırtımdaki çantada her şey olabilir. Tarihi eser, yavru kaplan, daha keşfedilmemiş bir ilaç, önümüzdeki haftanın maç sonuçları. Evden çıkarken çantamı alıyorum. Sırtıma, çift kol. Herkesinki kadar sıradanlıkla dolu. Ama neden anlatayım? Tüm ihtimallerin dışında muazzam bir kaçış arketipi.

Bir bilinç göstergesi. Sosyo-politik bir kimlik. Acımasız bir iz. Belki hepsi. Kamusallaşmayan tek sırrımız. Belki hiçbiri.

Sırt çantası: Eve dönmek için nedenleri olanlarla kaçmak için cesaret bulanların tırmandığı zirve. Ben ilk ihtimaldeyim. Kaçış kapsülü olarak çanta. Zombi istilası, uzaylı saldırısı, hortlayan mutantlar karşısında kullanışlı bir ihtimal. İçinde kim bilir neler var? Sırt çantası, post-modern mitoloji sözlüğünün tüm maddelerini kapsayan bir başlık. Bu denemeleri çevreleyen ve imkânsızlaştıran. Sınırlarının büyüsüyle her imkânı kendisinde saklayan. Sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayırabiliriz kent insanını.

Bir bilinç göstergesi. Sosyo-politik bir kimlik. Acımasız bir iz. Belki hepsi. Kamusallaşmayan tek sırrımız. Belki hiçbiri. Metrobüs aktarmasında iniyorum. Evren kaos haritasında liderlik burada. Kalabalığa karışamam. Sırt çantama dönüp bakıyorum. Kentliliğin sınırı. Bilinci yitirip, çölde siyahlı adamın peşine düşebiliriz. Sonsuz bir hikâyenin yolculuğa mecbur kahramanı. Kapının belirmesini beklerken çantadan bir sigara çıkartıyorum. Çakmak ortalarda yok. Diplere iniyorum. Kalem, defter, gözlük kutusu, parfüm, şarj aleti. Her şey yolunda. Çakmağı ararken başka bir şeyi buluyorum. Bir çikolata. Eve götürmek için aldığım. Bir çikolata. Sırt çantası kentten her kaçışımda beni acımasızca yakalıyor: Eve dön! Dönüyorum.

İstanbul. Kilometreler şehri. Zamanın yola, kazancın yakıta dönüştüğü bir gizem.

Personel Servisi

Her sabah 6.40’da başlayan bir karnaval. Kentin çemberinden merkezine yolculuk. Uyuklayanlar, horlayanlar, birbirinden hoşlananlar. Bitmeyen bir çile, vazgeçilemeyen bir konfor. Personel servisi, beyaz yakalı hayatın geri dönülemez bir kazancı. Gösterge. Lanet. Eski zamanda bir kez, servisli bir işim olsun diye dua etmiş olmalıyım. “Neyi nasıl istediğinden emin olmadıkça isteme.” derdi dedem. Dedem gibi olmayı çok isterdim. Servis şoförlüğünü başaran kişi, her şeyin altından kalkar. Düşünsene yıllarca aynı saatte uyanan, arabaya binen, sigara içen biri. Heykel. Nefes alan bir anıt. Yıllarca aynı servisle işe giden gelen biri peki? Karşılığını bulamıyorum. İmkânsız olmalı. On yıllarca aynı odanın cam kenarındaki masası. Kesinlikle eleştirmiyorum. Daha iyi bir önerim yok.

  • Sahip olmadığım bir yetenek. Erişemeyeceğim bir başarı. Anlamaya çalışıyorum. Yıllarca aynı saatte nasıl kalkılır? İnsanın canı hiç mi sıkılmaz. Post-modern mitoloji sözlüğünün anti-entelektüel maddesi: Personel servisi.

Vakti kıymetli kullanmak olanaksız. Okunmaz, izlenmez. Yanındakiyle en az temas kurarak yolculuk derdi. Uyuyabilmek bir armağan. Her zaman kazanılmaz. Hep aynı şeyin konuşulduğu bir döngü. Zaman makinesi gibi. Aynı dert. Erken mi geliyor araç, geç mi kaldı, koltuk mu bozuk, içerisi mi sıcak. Hafta sonu ne yaptın, bugün ne yedin. Zaman makinesi gibi. Aynı dert. Erken mi geliyor araç, geç mi kaldı, koltuk mu bozuk, içerisi mi sıcak.

İstanbul. Kilometreler şehri. Zamanın yola, kazancın yakıta dönüştüğü bir gizem. Anlamsız bir paradoks.

Hafta sonu ne yaptın, bugün ne yedin. Güvenilir. Kişiler üstü bir iletişim ağı. Herkesi değiştir, yeni gelen otuz kişi yine aynı şeyleri, aynı sırayla konuşur. Aynı şeyleri, aynı sırayla… Acımasız bir araç. Modern bir hapishane. Yerli bir buluş. Sanırım hiçbir coğrafyada gündelik hayat bizdeki kadar yayılmadı. İstanbul. Kilometreler şehri. Zamanın yola, kazancın yakıta dönüştüğü bir gizem. Anlamsız bir paradoks. Saçma bir dilemma. Kaçılamayan bir büyü. Merhaba günaydın, nasılsınız?

Arka koltuğa geçiyorum. Biliyorum birazdan yeşil saçlı kadın klimadan şikâyet edecek. En arkadaki adam ona laf atacak. Tartışacaklar. Sonra uyuyacak herkes. Genç bir stajyer müzik dinleyecek. Gözlüklü şişman oyun oynayacak. Akşam ise hiçbir şey olmamış gibi tekrar başlayacağız. Bu koltuklar rahat değil, camı kapatır mısın boynumda fıtık var, şoför bey biraz daha yavaş, hafta sonu mangal mı yapsak?

Post-Modern Mitoloji Sözlüğü: Kütüphane
Cins

Bildik, alıştık. Metropol insanını şehirden koruyan fantastik canlılar. Evden işe, işten eve. Personel servisi ise tüm güveniyle bizi kentten korur. Savaşır, trafiğe girer çıkar, makas atar. Bizi eve, bizi işe. Bizi, biz olmadığımız her yere götürür. Bizi, tekrar biz olduğumuz yere getirir. Bizi bizden sakınarak.