Siyam balıkları ve bisiklet bakım sanatı

FURKAN ÇALIŞKAN
Abone Ol

Kardeşi olmayan çocuklar kitap okur, babası olmayan çocuklar akvaryum yapar, abisi olmayan çocuklar ise bisikletin yanında koşar. Çok doğru veya çok yanlış, bazen doğru veya bazen yanlış, yıllar teferruatları ve istisnaları öldürür.

Tuhaf korkularım var. Silahlı bir adamdan korkmam mesela fakat ağlayan bir adamdan korkarım. Yılandan korkmam fakat sessizlikten korkarım. Bütün bu tuhaf korkularımdan birisi de akvaryum korkusudur. İçinde akvaryum olan bir odada uzun süre duramam. İçine bakarsam panik duygusu ele geçirir beni. İnsan zihni en yüksek güvenlikli hapishanelerden daha sıkı, aşılması daha zor bir tutsaklık yaratabilir. Bazen bir şiir, bir roman ya da film durduk yere size o çok korunaklı hapishaneden kaçabilecek bir fırsat yaratır. İşte o filmi ilk gördüğümde, korkunun kaynağına inince aslında insanın kendini tam olarak orada çok güvenli hissettiğini düşünmüştüm. Bu da bir tür kaçıştır aslında. Eninde sonunda başlangıç noktasına doğru olmayan bir kaçış türü yoktur hayatın içinde.

Siyam Balığı idi filmin adı. Coppola’nın dünyayı bir akvaryumun içine sığdırdığı film. Onun sayesinde zihnimin korku üreten tecrit hücrelerine bir bilet aldığımda epey şaşırmıştım. Sanatın bazen yapabilecekleri şaşırtıcı oluyor. Zaman, mekân, sürgün, yaşama uğraşı… Bütünü siyah beyaz olan film de renkli olanın sadece akvaryumdaki siyam balıkları olması, bir gençlik çetesinin klişenin aksine renksiz hayatı, uzun süredir kendi sürgününde yaşayan ve döndüğü zaman bütün o sıkışmışlığı paramparça edebileceğine küçük kardeşi ve arkadaşları tarafından inanılan “Motosikletli Çocuk”… Coppola’nın kompozisyon ve kadrajlarıyla akan giden hayatı akvaryumun içindeymiş gibi göstermesi beni fena halde irkiltmişti. Hayat akıp gitmediği zaman biriken ölüm olur. Film boyunca defalarca gösterilen saat kadranlarında akrebi kovalayan yelkovanı, hemen paralelinde abisinin gölgesini kovalayan küçük kardeşle örtüştürmesi ise insana çok tuhaf bir “insandan yapılmış saat” imgesi veriyor. Küçük bir gülümsemede, öfkeli bir bakışta, dalgınlıktan seğiren gözlerde; günün hangi vaktinde, hayatının hangi yılında olduğunu anlamak insanı değiştirir.

İlk gençlik ilk taksit, her geçen yıl akvaryumdakilerle yer değiştirdiğin bir süreç.

Kardeşi olmayan çocuklar kitap okur*, babası olmayan çocuklar akvaryum yapar, abisi olmayan çocuklar ise bisikletin yanında koşar. Çok doğru veya çok yanlış, bazen doğru veya bazen yanlış, yıllar teferruatları ve istisnaları öldürür. Güvercin mezatları, akvaryumcular ve bisiklet tamircileri bana bir acı kök tadı verdi hep. Az görünen, az yaşayan, az sevilen kim varsa toplanırdı buralarda. Ben onlardan değildim ancak onlara bakarak kendimi gerçek hissedebiliyordum. Güvercinden gökyüzünü, balıklardan okyanusu, bisikletten hızı ödünç almak; süslemek, sevmek, göstermek isterlerdi. Oysa zaman ödünç alınanın geri verildiği bir döngüydü. İlk gençlik ilk taksit, her geçen yıl akvaryumdakilerle yer değiştirdiğin bir süreç. Böylece bilincimin korku nesnesi oldu akvaryum. Denize kavuşacağına güvendiğim nehrimin, bir fanusun içinde dönüp durma ihtimalinden daha çok beni ürküten bir şey olmadı. Beni gerçek kılan bir ürküntüydü bu oysa. Ne var ki her kavgamda iki siyam balığının birbiri etrafında döndüğünü hissettim. Bazen de aynı filmde olduğu gibi; Motosikletli Çocuğun ayna tuttuğu bir siyam balığı gibi kendime yaptığım hamleleri, kafamı o lanetli fanusa her çarptığımda ancak fark ettim. Bisikletin yanında koşan çocuk, aslında Motosikletli Çocuğu kovalıyordu. Akrep ve yelkovan gibi…

Huzur, belki de istediği her şeyi yapabilir ama yapacak bir şey bulamayanların bir sonraki hamlesidir. Tıpkı Mickey Rourke’un (Motosikletli Çocuk) siyam balıklarını okyanusa ulaştıramadan ölürken yüzündeki o tanımsız gülümseme de saklı olan gibi. Yapacak bir şey bulamayarak, hayatımıza dizilmiş “şeylerin” gerçekliğini reddettiğimiz bir okyanus gerçekten vardır belki. Akrep ve yelkovanın olmadığı o kadran da evimizdir sanki. Kim bilir…

*Ahmet Murat