Toplum, din, sürü ahlâkı

ERCAN YILDIRIM
Abone Ol

Ahlâk tinin teklifidir. Tin ancak bir şeyi birileri dediği için değil, o şeyi doğru bulduğu için yapar ya da yapmaz. Tin ahlâkla iyi ve kötüyü kendi varoluşsal teklifiyle gerçekleştirir. Şahsiyet kendi iyi ve kötüsünü evrenselleştirerek teklif hâline getirebilecek yetkinlikte yaşayarak inşa edilir.

Ahlâk eylemdir. Zihnen ahlâklı olunmaz, Müslümanlık gibi gösterilen, yaşanan hâldir. Kişinin ahlâklılığını işte, harekette, yolculukta, meside en çok da "çıkar ilişkileri"nde görürüz. Zihni durumlarda insanlar ideali belirleme, bilme konusunda yetkindirler; olması gerekeni mükemmel anlatabilirler. Hatta öyle ki yapıp ettiği mazarratlıkları tam tersini iyiyi, güzeli, doğruyu cazip şekilde anlatabilme yeteneğiyle örter. Belki de en çok ahlâksızlar ahlâk vurgu yaparlar. Belki de en çok eylemleriyle söylemleri arasında derin uçurumlar bulunanlar idealden, ilkelerden, teoriden bahsederler. Ahlâk evrenseldir, ahlâk kuralları değil! Her toplum, millet kendine özgü ahlâka sahiptir, ahlâkız toplum, ahlâksız insan olmaz. Şer şebekelerinden siyasi partilere, tarikat ve cemaatlere hatta şahsî ön kabullere kadar herkesin, her yapının ahlâkı vardır.

AHLÂKIN BOYUTLARI

Bazı ahlâki ilkeler evrensel, tüm toplumların ve zamanların kabul ettiği değerlerden oluşur. Yalanın, hırsızlığın, rüşvetin, adam öldürmenin "kötü"lüğü konusunda insanlar biraz da fıtratından gelen hususiyetler doğrultusunda mutabakat içindedir. İlkel kabilelerden tutun da farklı medeniyet seviyeleri içindeki günümüz toplumlarında bile belirgin ahlâki umdeler bulunur. Medeniyet değerleriyle ahlâki doğrular birbirinden farklılık gösterir. Dinlere, geleneklere, coğrafyanın hususiyetlerine bağlı olarak iyi ve kötü değişir. Bunun da ötesinde ahlâk her toplumun, her medeniyet ve din mensuplarının içinde bulundukları evren, varlık anlayışlarına karşı bir tez olarak gelmiş, tavsiye ve telkin ettiği faziletler, iyi, güzel davranış modellemeleriyle yeni bir insan, toplum ve zihniyet inşa etmiştir. Hâliyle her toplumun zaafları, erdemleri, inanç merkezleri bulunur. Çoğunlukla ahlâk "düşkünlük"leri dizginlemek için kullanılır. Kişilerin ve toplumların haz, sefahat, şiddet, tahammülsüzlük, gaddarlık, soy-boy-kabile gibi çekişmeleri üzerinden dengeleyici, sakin, denetlenebilir ortalamayı inşa etmek için ilkeler, kurallar, normlar teşkil ettirilir.

Bu açıdan ahlâk kurucudur; bir sistemin parçası, bir düzenin işleyişinde katalizör rol üstlenir. Toplumların domine edilmesinde iyi ve kötü ölçüleri temel belirleyen olur. Ahlâk zihin felsefesinin konusu hâline gelemeyecek kadar toplumsaldır esasında. Yalnız toplumsal değil; siyasi, kültürel ve hukuki... Çünkü küresel düzen ve öteki toplumun ve kişilerin ahlâklarını belirginleştirir. Ahlâk toplum içinde neşvü nema bulur, başka'sı ile bir aradalık ahlâkı geliştirir. Özellikle şahsî tercihler, moral değerler ancak kalabalığın, milletin, devletin, ailenin sundukları ölçüsünde iyi ve kötü sınıfına yerleşebilir. Yalanın, riyanın, yolsuzluğun, huzursuzluğun arttığı bir toplumun bireyi iyi ve kötü tercihlerini kitlenin ölçülerine uyarlayarak akışa kapılacak yahut bireysel iyi kötüsünü belirleyerek ideal ölçüleri kendince koyultacaktır. Burada kendini kurtarma etiği aynı zamanda ideali yaşatma manasına geldiğinden toplumun bu tür "ahlâklı" kişilere intibak etmesi gerekir. Fakat ortalama ahlâka sahip bir toplumda "kendini kurtarma" çabası emsal teşkil etmeyecek kadar "kötü"dür, artık.

AHLÂKIN KAYNAĞI

Ahlâk için illa ki verili öğretiler, yazılı kurallar, yasalar gerekmez; yasayla ahlâk olmaz. Tam tersine ahlâki doğrular çerçevesinde yasalar yapılır. Bunun kapsamına din de girer elbette... İnsanlar din, ideolojiler, rejimler olmadan da iyi ve kötü ölçütleri kendi içlerinde kurabilirler fakat bunu toplumsallaştıramazlar. Ahlâk eğer millet bağına ve millet hayatına işlerse karşılık bulur, yerleşir, yönlendirici özelliğini gösterir. Dinsiz ahlâk olabilir, ama ahlâksız din olmaz. Ahlâk dine ihtiyaç duymayabilir fakat bu bireysel düzeyde kalacağı gibi evrimcilerin çok da üzerinde durduğu üzere aslında din en baştan beri insanlıkla beraberdir. İnsan- din ve ahlâk bir bütün hâlinde gelişimini devam ettirir. İlk insanlara karşı "yasak meyve" bile bir ahlâk göstergesidir; iyi veya kötünün ötesinde bir bağlılık unsuru olarak ahlâk emir ve yasaklara uyumu gerektirir. Ahlâk bu bakımdan verili ve öğretilmiş değerleri içerir. Fakat bunlara insanların uymadıkları da bir gerçek.

İslam tarihinde pek çok olay, kargaşa, haksızlık, hukuksuzluk İslam ahlâkının gözetilmemesiyle vuku bulmuştur. Bu açıdan insanlar bir dine mensup olsalar bile moral değerleri gözetmeyebiliyor. Ahlâkın temelinde bilme, inanma, düşünme olabilir ama bunların ötesinde bir vicdan, fıtrata bağlı iyiye meyyal varoluş bulunur. Bu İslam düşüncesinde "tek dünya" anlayışının bir sonucu aslında. Biz Müslümanlar asıl vatanımız olan ahret yurduna erişebilmek için bu dünyada Allah'ın istediği bir kul olmak, Müslümanlığın icaplarını yerine getirmek yani ahlâklı olmak zorundayız. Fakat öyle bir çağda yaşıyoruz ki artık ahiret ile dünya iki farklı varoluş düzlemi hâline getirildi; ahlâksız biçimde Müslümanlar dünyanın şartlarıyla ahiretin şartlarının farklı olduğunu "düşünmeye" başladı.

Ahlâk yalnız erdemler risalesi değil bir düşüncenin, doğrunun gerektirdiğini yerine getirme manasına da gelir. İçinde bulunduğu ideolojinin, dinin, işin gereğini yerine getirmek ahlâklılığa işarettir. Bu açıdan İslam ahlâkı kadar sosyalizm ahlâkı, örgüt ahlâkı, iş ahlâkı, öğrencilik ahlâkından da bahsederiz. Burada kötü, öğrenci olduğu hâlde öğrenci gibi davranmamak, öğrenciliğin gereklerini yapmamaktır. Sosyalist kimliğinin gereklerini, Müslümanlığının icaplarını yerine getirmemek de "kötü" yani ahlâksızlık emaresidir.

İnsan, Locke'un felsefesi icabı dünyaya boş bir levha olarak gelmez; ama o levha tüm satırına kadar yazılmış da değildir.

TOPLULUK İÇİNDE YAŞAMANIN AHLÂKI

Ahlâk toplumsallık içinde anlam bulur; insanlar çünkü grup hâlinde yaşarlar. Belli bir topluluk içinde bulunmak demek aynı zamanda kendiliğini geri plana itmeyi gerektirir. Mutlaka empati yapacaksınız. Mutlaka kendi çıkarlarınızla topluluğun çıkarları çakıştığında kendinizi geri plana iteceksiniz. Belirgin bir idiyet hissiyle beraber mahcubiyet, şükran hissiyle ömrünüzü tamamlayacaksınız, çünkü topluluk sizi korumuş gözetmiştir. Sık sık haddiniz bildirilecek, bazı şeylerden yüz çevireceksiniz, öfkenizi içinize atacaksınız, hiddetinizi dışa yansıttığınızda bunu size yedirecekler. Belli bir statü arayışı içinde olacaksınız, fedakârlıkla beraber kendi yapmak istediklerinizden çok topluluğunuzun duymak istediklerini söyleyecek, icra edeceksiniz...

Bir din olsun ya da olmasın ahlâk topluluk yaşamında kendiliğinden doğar. Hukuk, eğitim, görgü kuralları gibi din de bu aşamada belirir; ahlâki yargılar düşünmeyle değil mecburiyetle doğar, işler. Ahlâklı olmak mesela fedakârlık yapmayı gerektirir; zira ahlâk kideleri size aynı zamanda toplumsal yaşama uyum sağlamanız için vardır. Kendiliği örten, bireyi baskılayan, verili iyi ve kötüyü size dikte eden toplum bu derece bozucu işlev görüyorsa niye cemiyet var, cemiyetin içinde yaşamayı seçeriz; çünkü toplumdan dışlanmak istemeyiz, koruyucu üst kimlik olarak bireyi ötekinden, dışarı'dan muhafaza eder. İnsanların büyük korkuları arasında cemiyetten dışlanma gelir. Kimliğimizi de esasında büyük oranda bu yapı şekillendirir.

İnsan, Locke'un felsefesi icabı dünyaya boş bir levha olarak gelmez; ama o levha tüm satırına kadar yazılmış da değildir. Bu konuda en sarih izahı İslam yapar, insan dünyaya verili iyi ve kötüyle değil iyiye eğilimli olarak gelir. O levhayı aile, dışarısı, devlet, okul, arkadaşlık doldurur. Fakat kimse bu levhadan mutluluk duymaz, o levhaya işlenenler doyum sağlamaz. Anti sosyal kişiliklerde görülen ötekinin durumunu bildiği hâlde empati yapmama tavrı ahlâki normların vicdan ile doğrulanmamasıyla ilişkilidir. Toplumda herkes bir başkasına zarar verir kimileri bu ziyanı telafi etmeye çalışır, çünkü üzülür, içi burkulur kimi etkilense bile duygusal olarak kasten kılını kıpırdatmaz kimisi ise duygusal olarak da etkilenmez. Toplumdan, ideolojik yapıdan dışlanma korkusu mecburiyet etiğini getirse de mutlak güven, mutlak sadakat dünya oluş'ta mümkün olamaz.

SUÇLU HEP BAŞKA'SIDIR!

Sorunları, hataları bir başkasının üzerine atma, kendinden uzaklaştırma insanın en temel motivasyonundan biridir. Bir öz olarak insan ve ahlâk aynı oluş bütününde dışsallıktan arınmış biçimde mayalanmaz. Hayekçi zihinde saf toplum yoktur; onu piyasalar, din, aile ve ahlâk yönlendirir. Birey de bir açıdan kendini toplumun kısıtladığını belirtir; toplum yani "herkesler" tüm eylemlerimizi belirler, belki zihnimizde dönüp duranları, gönlümüzdekini belirleyemese de... Çünkü toplum yoktur, piyasa yani ihtiyaçların ürettiği acımasız maddi çark, aile-devlet ve onların belirlediği iyi ve kötü vardır anlayışı bir yanıyla Nietzscheci çile ahlâkına da kendini uyarlar. Toplum da elbette bu bileşenlerin sonucunda oluşmuştur. Efendi-köle ahlâkı, ben iyiyim o zaman sen kötüsün gibi bireysel ahlâkın en rijit hâli acımasız bir anti ahlâkı da besler. Sürü ahlâkı diye niteler Nietzsche her tür dışsal etkileri; çünkü birlikteliklerin doğurduğu her mekanizma bünyesinde otorite, hiyerarşi, üstün, emir, kendi iyi ve kötüsünü barındırır.

Devletten dine kadar Nietzsche tüm kolektifleri sürü inşası olarak görür; saygısızlığın, nezaketsizliğin bu hiyerarşide ışıldadığını belirtir... sürüleştiren kolektivite, cemaat doğuştan iyi olan insanı bile kötüleştirir... Bize birileri sürekli çile çekmemizi, sabretmemizi, tutkularımızı, arzularımızı ertelememizi, her şeyin düzeleceğini salık verir. Egemenlerin tavsiyeleri moraliteyi işletmesi sinizmi, kötüyü bile bile yaşatmayı önermesi yine bir ahlâk göstergesi diye sunulur. İnsan da egemenin bu yönelimine kendinin özünde iyi olduğunu ama dışsal koşullar nedeniyle, mecburiyetlerden dolayı yani etrafından, "kör şeytan"ın aldatmasından bu hâle geldiği savunmasını yaparak karşılık verir. Herkes bir şekilde meseleyi, kusuru kendinden uzaklaştırmayı, savuşturmayı hedefler. Ahlâk tinin teklifidir. Tin ancak bir şeyi birileri dediği için değil, o şeyi doğru bulduğu için yapar ya da yapmaz. Tin ahlâkla iyi ve kötüyü kendi varoluşsal teklifiyle gerçekleştirir. Şahsiyet kendi iyi ve kötüsünü evrenselleştirerek teklif hâline getirebilecek yetkinlikte yaşayarak inşa edilir.