Türkiye'yi tanımak için okunması gereken iki isim: Ali Gevgilili ve İdris Küçükömer

ASIM ÖZ
Abone Ol

İdris Küçükömer ve Ali Gevgilili, Türkiye’nin yeni bir toplum kurma ve geliştirme sürecindeki krizlerini, tarihçiliğini, siyasetini, fikri cereyanlarını ve tüm bunlarla birlikte “sahip” beklemekle geçen boz bulanık 1960’ları ve 1970’leri daha iyi tanımak için okunmalı. Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil çünkü.

Çok merak edilen ama nedense tezleri ve görüşleri üzerine yeterince durulmayan, ihmal edilmiş düşünürler var; “derin”, “aykırı”, “kategori dışı” sıfatlarını kolaylıkla yapıştırıp, nasıl olsa bir gün dönüleceğine olan güvenle hep geniş zamanlara bırakılan. İdris Küçükömer onlardan biri; tıpkı Ali Gevgilili gibi.

Yüzeyin altında yatanları arayan İdris Küçükömer’in düşünce dünyasının ana hatları Milliyet’teki tartışmalarda tecessüm eder. Bunları dikkatlice okuyunca, fark ettirmeye çalıştığı en önemli fikrin bir geçmiş ve şimdi muhasebesi olduğu görülecektir.

Her ikisinin de düşüncelerinin sessizce unutulmaya terkedilmesi iç burkan, sıcak ayrıntılar da taşıyor. Alaca renkleriyle yabancılaşmaya yol açan durumun koyultulduğu zamanlarda, kaçırılan fırsatlara, uzaklaşılan düşünürlerin okurunu sarsan yorumlarına yeniden bakılmalı. Anlaşılanın değil; anlaşılması gerekenin peşine düşen Ali Gevgilili, Milliyet gazetesinde 1970’li yıllar boyunca Pazar günleri yayımlanan “Düşünenlerin Forumu” başlıklı sayfada, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasi gelişimini sorunlarıyla birlikte ele almıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine, tek partili hayattan çok partili hayata öne çıkan siyasi/toplumsal gelişmeler, onun tarafından kapsamlı bir bakış açısıyla yorumlanmıştır. Nostalji duygusuna kapılmadan denilebilir ki; hâkim yaklaşımların kritiğe tâbi tutulduğu sayfalarda yer alan konular, günümüzde de önemini korumaktadır. Dolayısıyla şimdi, bütün o tartışmalardan büsbütün uzak olunduğunu düşünmemek gerekir. Dahası bunlar sonraki yıllarda Ali Gevgilili’nin tarihi derinliği kavramak için kaleme aldığı köşe yazılarına da yansıyacaktır. Sözgelimi Türkiye’de yüzyılı aşan bunalımların temel sebebini “düzenin yabancılaşması” olarak tasvir eden Gevgilili’ye göre, her şeye yeniden başlamanın yolu ancak ülkenin özgünlüğüne dayanan tarih felsefesinden geçer.

Forumlarla kendi görüşüne temel olacak bilgileri de yavaşça biriktiren Ali Gevgilili, gazete sayfalarında ülkenin önde gelen akademisyen, gazeteci, aydın, iş adamı ve iktisatçılarını bir araya getirerek memleketin dünden yarına uzanan dönüşüm süreçlerine dair kapsamlı bir kılavuz olmayı hedeflemiştir. Başka bir ifadeyle, çelişkilerle dolu bir ülkeyi nasıl ve niçin soruları ile kavrayıp daha ileri bir perspektif sunmayı her daim ön planda tutmuştur. Aslında tüm bunlar; onun tarihi görmezden gelmeden, küçümsemeden, özümseyerek aşmaya dönük çabasının bir parçasıdır.

Gazetedeki Fikir: “Düşünenlerin Forumu”

Milliyet gazetesinde yayımlanan 11 Şubat 1979 tarihli ''Düşünenlerin Forumu'' köşesi.

Geçen yüzyılın süregiden tartışmalarını etkili bir biçimde ele alan Ali Gevgilili, “düzenin yabancılaşmasını” aşmanın simgelerinden İdris Küçükömer başta olmak üzere pek çok isimle, Batılılaşma, aydın, sağ, sol, değişim, eğitim, kent, tiyatro, roman, sanayileşme, küçük burjuva radikalizmi, sınıflar, reform gibi meseleler üzerine bir dizi konuşma yaptı. Ekonomiyi ve kültürü siyasi gelişmelerden ayırmayan bir tutumu yansıtan “düşünce ulağı” sayfada kimler yoktu ki? Bir kaçını anmakla yetinelim: Şerif Mardin, Kemal Tahir, Tarık Zafer Tunaya, Tarık Buğra, Sakıp Sabancı, Şevket Süreyya Aydemir, Turgut Cansever… Dönemin monologlar âleminde istisnai bir mahfil olarak öne çıkan forum sayfaları, yeni başlangıçlar için geçmişten geleceğe düşüncenin nabzını tuttu.

Birbiri ardına yayımlanan konuşmalar, akademik sirkin sıradan cambazlıklarından da uzaktı. Zira Cumhuriyet ideolojisinin temel direklerinden Yaban ve Tek Adam yanında Düzenin Yabancılaşması’dan, Devlet Ana’dan ve Küçük Ağa’dan aynı düzeyde söz açarak Türkiye tarihinin yeniden ele alınmasına katkı sunuyordu. Bu yüzden herkes unutmaya başlamışken hatırlatmak gerekir o eski sayfaların bakış çeşitliliğini. Gazetedeki konuşmaların mahiyeti göz önüne alındığında Ali Gevgilili’nin en yakın “yoldaşının” İdris Küçükömer olduğu sonucuna ulaşılabilir. Bu çerçevede pek çok gösterge bulunabilir, ne ki hiç birisi Türkiye üzerine önemli tartışmaların tümünde Küçükömer’in yer almasından daha önemli değildir.

Ali Gevgilili'nin ''Yükseliş ve Düşüş'' isimli kitabı.

Gevgilili’nin Türkiye’de 1971 Rejimi, Türkiye’de Yenileşme Düşüncesi,Sivil Toplum, Basın ve Atatürk, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar ile Yükseliş ve Düşüş kitapları yoldaşlığın etkilerini ayrıntılarıyla ortaya koyarlar. Onun toplum yapısının ve dokusunun en ince ayrıntılarına dek inen çözümlemeleri, Küçükömer’in Türkiye üzerine tartışmalarda ileri sürdüğü fikirlerde belirginlik kazanan sarsıcı açıklamalarıyla bağlantılıdır. Düşünce heybesinin nasıl dolduğunu sadece kitaplarından değil, yazılarındaki “İdris Küçükömer’in de vurguladığı gibi…” şeklindeki kalıplardan da ayırt edebiliriz.

Başka bir ifadeyle Gevgilili, fikri bakımdan Küçükömer’in uzun erimli analizlerine yansıyan farklılığın takipçisidir. Bu sebepledir ki Batılılaşmanın en baskıcı dönemlerinde bile varlığını koruyan İslâmcı birikimin temelini Osmanlıyla birlikte oluşan tarihsel düzende görür. İslâmcılık odağında söyledikleri önemli ölçüde Küçükömer kaynaklı olsa da onu aşan farklı yorumları da vardır; bu bilhassa 1970’lerin sonlarını yorumlarken ve çağdaş İslâm düşüncesiyle dünyevileşme arasında kurduğu bağda açığa çıkar. İdris Küçükömer, “Ben genelde her yerde düşünür ve söylerim” dercesine Ali Gevgilili’nin yönettiği forum sayfasındaki tartışmalara defalarca katılmıştır.

Marksist hatta “devrimci sosyalist” kimliğiyle tanınan Küçükömer, önce Yön’de, daha sonra ise Ant gibi sosyalist dergilerde yazdı.

Marksist hatta “devrimci sosyalist” kimliğiyle tanınan Küçükömer, önce Yön’de, daha sonra ise Ant gibi sosyalist dergilerde yazdı; Türkiye İşçi Partisi (TİP) Bilim Kurulu’nda yer aldı. 1960’lı yılların ortalarında öğrencilerin önüne düşerek yürüyüşler yapan, onların el üstünde tuttuğu bir hocaydı. Ama aynı zamanda Süleyman Demirel’in AP’sini daha önceki DP gibi zamanındaki CHP’ye nazaran daha ileri bir iktidar odağı gördüğünü söylemekten hiç çekinmedi. Gelişme ve farklılaşma dinamiği çerçevesinde sağın kalkınma tutumunu daha gerçekçi buldu.

Toprak reformunun aydın ezberciliği ile 1970’lerde olduğundan büyük şamata kopardığını söylemesi bile sonraki yıllar dikkate alındığında görüşlerinin ne kadar esaslı olduğunu gösterir. Milliyet’teki yorumlarında, eğilip bükülerek denge tutturmaktan uzaklığıyla dikkat çeken Küçükömer; daha evvel belli olayları irdelemesine, üzerinde derinlemesine düşünmesine yol açan tarihi kırılmaya ilişkin yaklaşımlarıyla öne çıkmıştı.

Türkiye’de yüzyılı aşan bunalımların temel sebebini “düzenin yabancılaşması” olarak tasvir eden Gevgilili’ye göre, her şeye yeniden başlamanın yolu ancak ülkenin özgünlüğüne dayanan tarih felsefesinden geçer.

Batılılaşmanın Sorgulanması

Her yazarın merkezi bir eseri olduğu düşüncesinden yola çıkarsak, İdris Küçükömer’e ilk kez yönelecek olanların, yazarın 1969 yılında yayımlanan Düzenin Yabancılaşması/Batılılaşma kitabından başlamaları iyi olur. Ali Gevgilili de Türkiye’nin birbiri ardına yaşadığı bunalımları, belki de en özgül yanıyla Küçükömer’in eserine verdiği adla; Düzenin Yabancılaşması/Batılılaşma’yla somutlaştırdığı kanaatindedir. Kaldı ki bu kitap, Küçükömer düşüncesinin temel özelliklerini, ideolojisini, eğilimlerini içerir. Onun Düzenin Yabancılaşması/ Batılılaşma’da dile getirdiği görüşler sadece solda değil, tüm Türkiye’de fırtınalar kopmasına yol açacaktı.

  • Siyasi dili neredeyse baştan aşağı dönüştürmeye niyetlenen Küçükömer, yerleşik yaklaşıma itiraz ederek solun “sol” dediğine, “sağ” diyecekti: “Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır. Sol denilenler ilerici değil, gericidir.” şeklindeki sözleri ülkedeki siyasi analizleri tersyüz edecek bir tartışmayı başlattı.

Ona göre, Doğulu Türkiye’ye yüzeysel bir Batılılaşma modeli çerçevesinde getirilen, kapitalizmin üst yapısı, ülkede düzenin yabancılaşmasını üretmiştir. Türkiye analizlerine daima felsefi bir boyut katan İdris Küçükömer, var olanla yetinmez; gerçeği arar, yeni çıkarımlar yapar, yazılarına siyaseti, ekonomiyi, düşünceyi dâhil ederek dönemini zengin bir içerikle kavramaya çalışır.

Türkiye analizlerine daima felsefi bir boyut katan İdris Küçükömer, var olanla yetinmez; gerçeği arar.

Olayların analizinin yapıldığı forumlarda, daha sonrası için öngörülebilecek ihtimalleri de araştırır. Sözgelimi Süleyman Demirel’le ilgili olarak 12 Mart öncesinde “Düşünenlerin Forumu” sayfasındaki konuşmasında Hegel’in Tarih Felsefesi kitabında yer verdiği düşünceye müracaat eder. Amerika’yı, emperyalizmi, dış politikayı ve Ortadoğu’daki gelişmeleri de işin içine katarak, Demirel’in tarihi rolünü netleştirir. Daha da önemlisi Demirel, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, onun “dünyayı yöneten tarihin kurnazlığı karşısında kalacağını ve iktidardan düşeceğini” söylemekten geri durmaz.

Siyaseti kim yapsın?
Cins

Aslında solda ayyuka çıkan kolaycılığa düşmeyen İdris Küçükömer’e göre Türk siyasetinin hikâyesi pek değişmez: Menderes’in trajik hikâyesiyle, İnönü’nün Amerika ile düşürülmesi, Demirel’in başına gelenler, emperyalist çizginin dışına çıkmanın ve devamlı işbaşında kalarak memlekete hizmet etmenin yolunu gösterir; başka bir yapı ile denge arayışı. Bu yapılmadığı takdirde, yöneticinin ayağının altındaki toprak kaydığı için bir şekilde düşürülmek kaçınılmaz hâle gelir. Sadece bu tespitleri bile onun “düşünce alanındaki özgünlüğü kadar, dayanılmaz yalnızlığının” kaynaklarını keşfetmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Hiç şüphesiz, açıklamalarında bir determinizm içinde olmadı, bilakis olayların nasıl bir yönde gelişeceğini dünya ve ülke şartları içinde ortaya koymaya çalıştı.

Bir yazar için en dramatik olan, belirli bir özelliğiyle tanınmak dahası klişe sıfatların makûs talihine yenik düşmektir. Türkiye üzerine “tutarlı” fikirler ileri sürmesiyle kendinden söz ettiren İdris Küçükömer’in söyledikleri açısından anlamlı olan bir başka husus ise siyasi değerlendirmelerinin genellikle CHP ve karşısındaki partiler; DP, AP çerçevesinde açıklanmasının yeterli görülmesidir. Hâlbuki yapılması gereken birbirini taklit ederek sıralanan klişelere tutunmak yerine, tarihi ve siyasi bağlamı dikkate almaktır. Zira Küçükömer, CHP’yi “mümkün bir solu” oluşturmanın önündeki engellerden biri kabul ettiği için eleştirir.

Küçükömer'in ''Batılılaşma&Düzenin Yabancılaşması'' adlı kitabı.

İdris Küçükömer, Sait Halim Paşa’dan bir alıntıyla başladığı Düzenin Yabancılaşması/ Batılılaşma kitabının önsözünde şunları söylüyordu:

"Bu kitapçık, 1968’de ‘Ortanın Solu’ denen akımı eleştirmek üzere yayımlanan dört makalenin genişletilmesiyle ortaya çıkmıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet düzeninin nasıl yabancılaştırılmış bir düzen olduğunu ve bunun sonuçlarını açıklamak istedim. Bana göre, düzenin yabancılaştırılması ile bugüne kadar gözlediğimiz Batılılaşmak özdeş görünmektedir."

“Düşünenlerin Forumu” sayfasında 15 Şubat 1970’te sağcı ve İslâmcı görülenlerin programının iyice sol göründüğünü kaydeder. İdris Küçükömer, ulusalcılardan farklı olarak cuntacılığa karşı sivil toplumu savunmasıyla öne çıktı.

Onun yaklaşımı son derece açık ve netti: Türkiye’de sosyalist hareket, şayet soluğunun kesilmesini istemiyorsa, esaslı bir taban oluşturabilmek için CHP, asker ve Kemalizm ekseninden tamamen uzaklaşmalıydı. Küçükömer’in, 1960’ların ortasından ölümüne kadar geçen süre içindeki esas mücadelesini özetler bu tema. Tartışmalara yepyeni bir boyut katan İdris Küçükömer’in bu yorumlarını genellememek, her durumda papağan gibi tekrarlamamak, “gerçekliğin değişkenliğini” fark etmek gerekir; zira Küçükömer’in “ortanın solu” yaklaşımını eleştirirken ortaya koyduğu tablo süreklilik arz etmez. Sözgelimi sağa yerleştirdiği CHP’nin 1970’lerdeki sol popülist değişimini olumlu karşılar; 1973 sonrasında ise CHP’yi, MSP ile birlikte toplumcu partiler kategorisine yerleştirir.

  • Tabii bunlarla yetinmez; 26 Ekim 1975’te CHP’nin tutarlı bir sosyal demokrat parti vasfından uzaklaşması, işçi sınıfıyla ilişkilerindeki belirsizliği ve elbet küçük burjuva radikalizmini devam ettirerek eski ilişkilerini tekrar kazanmaya başlaması gerekçeleriyle eleştirir.

Buna mukabil MSP’nin tabanıyla kurduğu ilişkilerini koparmaya başlamasının getirdiği iç çelişkilerin partiyi eriteceğinden de şüphesi yoktur. Tüm bunlar onun gelişimin bağlantılarını kurmaya, zıtları bir arada değerlendirmeye, yapıların dönüşümüne dikkat etmeye çalıştığını gösterir. Hâsılı Ece Ayhan’ın, Küçükömer’in Cumhuriyet Türkiye’sinde tarihin ve düşüncenin temelini altüst eden bir “uç düşünür” olduğunu ileri sürmesi sebepsiz değildir.

Ali Gevgilili.

“İdris’in Şu İşi”

Ali Gevgilili, Milliyet’teki düşünce sayfasında “Atatürkçülük ve Türk Toplumu” başlığıyla üç hafta boyunca “Cumhuriyetin 50. Yılı” tartışmasına yer verir. Burada, Millî Mücadele’nin antiemperyalist bir savaş olup olmadığı da ele alınmıştır. Tartışmaya “geç Jön Türk ideologlarının” önde gelen simaları Şevket Süreyya Aydemir’le Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yanında Tarık Zafer Tunaya ve Mehmet Kaplan da katılır. Geleceğin doğru değerlendirilmesinin yolunun geçmişin çok iyi kavranmasından geçtiğinin farkında olan İdris Küçükömer, Türkiye’nin yeni bir yol ağzında olduğu 1970’lerde ülkede neler yaşandığını çarpıcı bir dille gözler önüne sermiştir. Cumhuriyet’le ilgili köklü inancı silip atan Küçükömer, bunun yerine savaş sürecini ve Cumhuriyet’i şekillendiren dünyayı dikkate almak gerektiğinde ısrarcıdır.

Bunun yansıttığı tahayyül dünyasını en belirgin biçimde şu cümleler ele verir. “Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildir; Yunanlılara karşı bir savaştır. (…) Konu tartışılmalı, gerçek bilinmelidir. Lozan’da karşımıza Yunanlıların değil, Batılıların çıktığı söylenebilir. Lozan’daki meselelere dikkatle bakacak olursak burada Anadolu’da Misak-ı Millî’den biraz fazla, biraz geri bir anlaşma zemininin önceden konvansiyonel olarak varlığını görürüz. Kaldı ki, Lozan Antlaşması da tartışılabilir ve tartışılacaktır. Türkiye’nin tarihi zaten bir gün yeniden yazılacaktır.” Şevket Süreyya Aydemir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu hatta daha sonra İsmet İnönü Küçükömer’in forumda serdettiği “tehlikeli fikirlere” itiraz etmiştir. Gelgelelim bu görüşün siyasi edebiyata girmesinin önü alınamamıştır.

Yücel Çakmaklı ve sinema eleştirisi
Cins

Bu tartışmayı yakından takip ederken zihni beleren Doğan Avcıoğlu ise Küçükömer’in tezlerinde yanıldığını ispatlamak maksadıyla Millî Kurtuluş Savaşı serisini yazacaktır. Kitabının ilk baskısındaki polemik yüklü önsözünde Avcıoğlu, Küçükömer’i “halktan kopuk millici aydının aymazlığıyla ve antiemperyalist bilinç yetersizliğiyle” itham edecektir. Aslında sonraki yıllarda pek çok hamleye zemin teşkil eden bu kitap, bir yönüyle sol Kemalizm fikrini yepyeni bir kılıkta dolaşıma sokma çabasının genel çerçevesini sunar. Yüzeyin altında yatanları arayan İdris Küçükömer’in düşünce dünyasının ana hatları Milliyet’teki tartışmalarda tecessüm eder. Bunları dikkatlice okuyunca, fark ettirmeye çalıştığı en önemli fikrin bir geçmiş ve şimdi muhasebesi olduğu görülecektir.

Gerçekçi gelişmenin halkın yönelişlerini, ihtiyaçlarını dikkate almakla fakat ona teslim olmayıp, onu daha ileriye taşıyabilecek yönelişlerle anlam kazanacağını söylemesi oldukça anlamlıdır. Kaldı ki onun nazarında bunun ötesindekiler günlük, geçici, kısa süreli çözüm önerileri ve erteleme çabaları olabilir ancak. Ali Gevgilili’nin sorularıyla refakat ettiği bu tartışmalar, Türkiye’nin yeni bir toplum kurma ve geliştirme sürecindeki krizlerini, tarihçiliğini, siyasetini, fikri cereyanlarını ve tüm bunlarla birlikte “sahip” beklemekle geçen boz bulanık 1960’ları ve 1970’leri daha iyi tanımak için okunmalı. Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil çünkü.