Üst aklın bilgisine güvenmek ya da korkmaya cesaret etmek

SERDAR BİLİR
Abone Ol

Biz bilgimize değil arka planda iyi hesaplamalar yapabilen bir üst akla güveniyoruz ve bu üst aklın ürettiği nesnelere güvenerek kendimizi bilgili diye adlandırıyoruz. Bu muhtevasını bilmediğimiz eşyalara karşı sonsuz bir güven besliyoruz çünkü korkacak cesaretimiz yok.

  • "Ver söze ihyâ ki tuttukta seni hâb-ı ecel Ede her saat seni ol uykudan bîdâr söz"
  • Fuzulî

İnsan, ölümsüzlüğü arayan bir ölümlüdür. Çünkü insanın en büyük arzusu; ölümsüz olmak bu vesileyle de sonsuza kadar var kalmaktır. Eskiler "eser'ül- mer'i, ömrühül sâni" yani "kişinin eseri onun ikinci ömrüdür" demiş. Bu söz, kişinin varlığı sona erse de dimağlarda ve akıllarda epistemolojik olarak var olmaya devam edeceğini bildirir. Kavramlar, muhteva açısından evvela bizde çağrışımlarıyla vardırlar. Bir kavramın çağrışımı, bizi eğer kendi özünden farklı bir alana götürüyorsa orada kavram varoluşundan kopar ve anlam tutunacak yer bulamayıp savrulur. Bugün biz Türkçe konuşan ve düşüncelerini Türkçe ile inşâ etmek isteyen insanlar olarak eğer sonsuzluk denince; maddeten/sayıca sayılamayacak kadar çok, hacimce ölçülemeyecek kadar büyük olan bir olguyu tahayyül ediyorsak yolun sonunda varacağımız mecra sonsuzluk değil hırs ve tutku olabilir ancak. Sonsuzluk; azların bir araya gelip çok, çokların bir araya gelip daha çok ve daha çokların da en çok olduğu bir birikmişlik barındırmaz. Sonluların bir araya gelmesiyle sonsuzluk değil olsa olsa bilinemeyen, kaotik bir sonluluk oluşabilir ancak.

Byung Chul Han'ın Türkçede en son yayımlanan Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü kitabı, esasen yukarıda bahsettiğimiz ölümsüzlüğün/sonsuzluğun, "sonlu olana çokça sahip olmakla elde edilebilen bir şey" olarak algılanmasını konu ediniyor. Han, kapitalizmin üretme, büyüme ve biriktirme baskıcılığının insanı ölümsüzlük hissine götürdüğünü belirtiyor. Sınırsız üretimi ve sınırsız biriktirme arzusunu bir çeşit ölümden kaçma olarak görüyor. Bunun aksine, Fuzuli'nin yukarıda alıntıladığımız beyiti ve "eser'ül- mer'i, ömrühül sâni" sözü, ontolojik bir varoluş ya da maddi bir üretime değil, bir eser vermek ya da bir söz söylemek gibi daha arifâne bir eyleme atıfta bulunuyor. Çünkü bu iki bakışın sahipleri gözlemlerini birbirine tamamen zıt iki yerden yapıyorlar. Birincisi niceliksel artışla niteliksel değişikliğin olabileceği garabetine inanmış insanların bakışıdır diğeri ise "Karun da olsan tükeneceksin" diyerek niceliksel artışın hiçliğine inanmış insanların bakışıdır.

Chul Han'ın biraz da psikanalitik bakışla yaptığı çıkarımları göz ardı edilemez. Var olan bu biriktirme ve büyümenin sebebinin ölümden kaçış veya başka bir şey mi olduğu sorusuna kesin bir cevap veremeyiz. Fakat insanlarda artık yıkıcı ve vahşi bir biriktirmenin varlığının kaçınılmaz olduğunu görüyoruz. Şunu da belirtmekte fayda var ki, Lütfi Bergen'in Bilginin Kaynağı Nedir? adlı kitabında şeytanın Hz. Âdem'i, mülk edinerek ve mal sahibi olarak sonsuz olma vaadiyle kandırmış olabileceğine dair bir yorumu var. Bu kitabın içerisinde "yasak ağaç" başlıklı yazıda bu meselenin teferruatı bulunmakta. O yüzden şimdilik eşyayı mülk edinme bahsini burada bırakıp bu yazının esas meselesi olan bilginin biriktirilmesi hususuna geçebiliriz. Sanayi çağında insanların mal biriktirme, mülk edinme ve daha çok maddi güce sahip olma arzusunun artışını görüyoruz. Ancak bu nesneleri mülk edinme artık terk edilmeye mahkûm hâle gelmiş durumda. Günümüzde nesnelerin değil göstergelerin hükümranlığının başladığını rahatlıkla görebiliriz. Kripto paralarla, para puanlarla ve tamamen sanal bir mecrada alışverişin yapılabiliyor olması bildiğimiz manada emtiayı geçersiz kılmıştır.

Parasal karşılığı olan nesneleri ve emtiaları biriktirerek/ onları mülk edinerek ölüme meydan okuyan insan, günümüzde ise bu meydan okumayı bunların göstergelerini ve kendinden başkasının (yani ötekinin) bilgisini mülk edinerek gerçekleştiriyor. Çünkü bunca şeffaflaşma baskısının ve teşhir etme/edilme arzusunun elbet bir karşılığı olmalıydı. Bugün yalnızca kendimize ait olan, kul ve Rabb arasında kalan neyimiz kaldı? Elde bir bilgi tutmak, büyük bir güç unsuru hâline geldi. Devasa bir bilgi yığını, sosyal paylaşım ve iletişim platformlarında çılgın bir arzuyla saçılıyor. İnsanlar ise burada saçılan bilgilerin mahiyetiyle ilgilenecek ve bunu ayırt edebilecek donanımdan yoksun. Sürekli bilgiye maruz kalıyoruz. Kullandığımız eşyalar, fevkalade teknik bilgilere sahip insanların ürettiği eşyalar. Biz bu eşyaların çalışma prensibini bilmiyoruz, üretilirken içeriğinde hangi maddenin kullanıldığını da bilmiyoruz. Ama bize sürekli bilgiye çabucak ulaşabileceğimiz bir çağda yaşadığımızı söylüyorlar ne garip! Amerikan Havacılık ve Uzay Ajansı'nın kullandığı roketlerden ve cihazlardan değil sürekli elimizin altında olan günlük hayat pratiklerimizde ciddi bir alan kaplayan elektronik ve micro teknolojik eşyalardan söz ediyoruz.

Bunlara dair ne kadar bilgimiz var? Örneğin uçağa binerken neye güveniyoruz? Bilgimize mi, tecrübemize mi? Bilgimize olmadığı kesin. Bazı kişileri istisna tutarsak tecrübemize de değil. Zira uçağa ilk kez binen insanlar da gayet kendinden emin bir şekilde biniyorlar ve herhangi bir korkuları olmuyor. Kısacası, biz bilgimize değil arka planda iyi hesaplamalar yapabilen bir üst akla güveniyoruz ve bu üst aklın ürettiği nesnelere güvenerek kendimizi bilgili diye adlandırıyoruz. Bu muhtevasını bilmediğimiz eşyalara karşı sonsuz bir güven besliyoruz çünkü korkacak cesaretimiz yok; çünkü korkarsak, korkuyu yenebilecek bir bilgiye sahip olmadığımızı biliyoruz. Hâlbuki cesur olmalı ve korkmalıyız. İçinde ne yazdığını bilmediği muskalardan şifa bekleyen insanı mahkûm ederek kurduğumuz bilgi çağı, içinde ne olduğunu bilmediğimiz aşılardan medet uman insanlar üretti. Ve tüm bu tezatlıklar sürerken kendi ölümsüzlüğünü ilan etme hazırlığında olanlar, bütün bilgileri biriktirmeye devam ediyorlar.