Yakın tarihimizde 'Kuşçubaşı' kadar abartılmış başka bir karakter yok

SİBEL KILIÇ
Abone Ol

Özellikle 19. yüzyılda tarih çalışmalarının profesyonelleşmesiyle birlikte tarihçiler, tarihsel delilleri analitik bir şekilde inceleyerek objektif sonuçlara varmayı düşünüyorlardı. Ne var ki müesses siyasal ve toplumsal düzenle yakından ilişkili bu tarihçilik, parçası olduğu, ona hayat veren ideolojilere hizmet edegelmiştir. Hâliyle kaynaklar sıkça belirli savları desteklemek için istimal yahut suistimal edilmiştir.

İstihbarat tarihçisi Dr. Polat Safi ile son kitabı Eşref: Kuşçubaşı'nın Alternatif Biyografisi'ni konuştuk. Safi, Eşref'in nasıl "Kuşçubaşı Eşref " olduğunu, kendi personasını inşa ederken kimlerden yardım aldığını ve bu inşa edilmiş personaya tarihçileri bile nasıl inandırdığını açıkladı. Eşref kültünün oluşumuna neden olan problem olarak ise ülkemizdeki istihbarat tarihi çalışmalarının zayıflığını işaret eden Safi, siyasal şartlara göre tarihin yeniden kurgulanışının da büyük oranda modern bir problem olduğunu belirtti.

Öncesinden başlamak gerekirse Eşref Kuşcubaşı, siz Eşref Kuşçubaşı'nın Alternatif Biyografisi adlı kitabı yazana kadar kim olarak kabul görüyordu? Neden bu kadar çok seviliyordu ve neden Kurtlar Vadisi gibi popüler dizilerde bile adı geçiyordu?

Eşref Kuşçubaşı, günümüze kadar gayrinizami harp tarihimizin en meşhur ismi kabul ediliyordu. Sadece popüler tarihçiler değil aynı zamanda birçok akademisyen de Eşref'i yakın tarihimize damgasını vurmuş, fakat hakkında hâlâ ateşli tartışmalar yürütülen Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu ve ilk başkanı olduğunu öne sürüyordu. Teşkilat-ı Mahsusa bir erken dönem gayrinizami harp örgütü olmasına rağmen konuyla ilgilenen akademisyenlerin onu yanlış bir şekilde bir istihbarat örgütü olarak tavsif etmesi Eşref'i istihbarat tarihimizin de en kritik isimleri arasına yerleştirdi. Teşkilat-ı Mahsusa da Osmanlı Devleti'nin yıkılması sırasında bir stratejik hizmet teşkilatı olarak İtilaf kuvvetlerine karşı elindeki tüm imkânları kullanarak düşmanın etki alanındaki birçok bölgede, doğuda İspanya'dan batıda Çin'e, kuzeyde Rusya'dan güneyde Sudan'a uzanan bir coğrafyada örtülü operasyonlar yürüttüğü için Eşref çok sevildi.

Bir anlamda Teşkilat-ı Mahsusa Eşref'in şahsında mücessem hâle geldi. Bu durum, büyük oranda konuya ilişkin bilgi düzeyinin sığlığı ve çarpıklığıyla ilgiliydi. Aynı sığlık ve çarpıklık örgütün yüzeysel ve popüler yarı-gazetecilik ürünü çalışmalar yanında medyada da kârlı bir ürün olarak kullanılmasına kapı araladı. Kurtlar Vadisi dizisi bu tip işlerin açık ara zirvesidir. Dizide Teşkilat-ı Mahsusa ile Cumhuriyet Dönemi istihbarat yapıları arasında muhayyel bir süreklilik ilişkisi kuruluyor ve sözkonusu süreklilik ilişkisi içerisinde Eşref ön plana çıkarılıyor: Dizinin senarist ve danışmanları Eşref'i Teşkilat-ı Mahsusa'nın müessisi ve ilk başkanı zannettiği için onu dizinin en önemli karakterlerinden ve Polat Alemdar'ın mensubu olduğu Kamu Güvenliği Teşkilatı'nın başkanı olan Aslan Akbey'in dedesi olarak konumlandırıyorlar. Dizilerde böyle fahiş hatalar yapılması normal, ama konuya merak duyanların tarihi dizilerden öğrenmesi olacak iş değil.

EŞREF, TARİHÇİLERİ, GAZETECİLERİ VE SİYASETÇİLERİ İNŞA ETTİĞİ PERSONAYA İNANDIRMIŞTI

Peki, Eşref gerçekte kimdi ve nasıl bir kahramana dönüştü?

Eşref aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin fedailerinden biriydi. Fedailer tıkanan siyaset kanallarını açmakta kullanılan şahıslardı ve ortaya çıkmaları da Osmanlı Devleti'nin son dönemine damgasını vuran güç boşluklarıyla ilşkiliydi. Eşref de bu boşluktan faydalanmış ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ile kaderini ortak örmüştür. Birçok fedai gibi o da Libya'da İtalyanlara karşı direnişte yer almış, Balkan Muharebeleri'nde çatışmalara katılmış, Edirne'nin geri alınışında Enver Bey ile mücadele etmiş, ardından kurulan Garbi Trakya Hükümeti'nin kurucuları arasında bulunmuş, daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa'ya dâhil olarak Sina-Filistin Cephesi'nde ve Necid'de çeşitli görevler icra etmiştir. Son olarak Yemen'deki 7. Kolordu'ya para götürme görevi sırasında İngilizlere esir düşmüştür.

Malta'daki 3 senelik esaret hayatının ardından döndüğü İstanbul'a gelir gelmez Milli Mücadele'ye destek vermiş ve 11 ay sonra, 1921 Ocak ayında işgalci Yunan kuvvetlerinin saflarına geçmiştir. Bu tarihten 1950'ye kadar hayatını büyük oranda Yunanistan'da geçirmiş, Cumhuriyet yönetimine ve Cumhuriyet'in banilerine karşı Yunan bayrağı altında savaşmış ve 1930'ların ortasından itibaren kendini affettirip ülkesine dönmeye çalışmıştır. Ancak dönüş kararını 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelişine kadar ertelemiştir. Geldikten sonra da mesaisini büyük oranda yazdıklarını yayımlatmaya, maddi ve manevi kayıp olarak telakki ettiği şeyleri kazanmaya ayırmıştır. Durum böyle olmasına rağmen Eşref, yalan, çarpıtma ve karartmalarla bu tablo üzerinde epey oynama yapmış; böylece, olmayı hayal ettiği kişiyle gerçekte olduğu kişi arasındaki farkı kapamaya çalışmıştır.

Eşref kendini II. Abdülhamit'e başkaldıran çok önemli bir karakter, II. Meşrutiyet'in ilanında kritik payı bulunan bir teşkilatçı, Trablusgarp direnişinin en önemli muharibi, Mustafa Kemal'in sırdaşı ve hayatını kurtaran bir cengaver, Enver Paşa'nın en yakın fedaisi, Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu ve ilk reisi, T. E. Lawrence'ın en önemli hasmı, esaret hayatında bile İngilizlere boyun bükmeyen gururlu bir Osmanlı, Milli Mücadele'ye Marmara ve Ege'de ciddi katkılar sağlamış bir direnişçi ve Cumhuriyet yönetimi tarafından hakkı yenen bir mazlum olarak tanıtmıştır. Birçok tarihçi, gazeteci ve siyasetçiyi de neredeyse sıfırdan inşa ettiği bu personanın hakikat olduğuna inandırmıştır.

Kuşçubaşı Osman Efendi. En önemlisi Eşref bir metninde kendi ailesinden ''Kuşubaşıoğulları'' olarak değil ''Kuşçuoğulları'' olarak bahsediyor.

"SENCER" İSMİNİ DE "KUŞÇUBAŞI" LAKABINI DA AYRICALIKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜRMEK İÇİN KULLANDI

İsmiyle ilgili de epey ilginç bir hikâyeler var sanırım. Örneğin "Sencer" ve "Kuşçubaşı"nı sonradan ekliyor ismine. Ne maksatla yapıyor bunu?

Ben Eşref'in "Sencer" ismini gençlik yıllarında kullandığını görmedim. 1930'larda bu ismi kullanırken kendisini tespit edince, Sencer ismini farklı şekillerde istimal ettiğini farkettim. Mesela Eşref kendisine bir yerde "Eşref Sencer Kuşçubaşı" derken başka bir yerde "Eşref Kuşçubaşı oğlu Sencerhan" diyor. Dolayısıyla ben büyük ihtimalle "Sencer" isminin Eşref'e ailesi tarafından göbek adı veya ikinci isim olarak verilmediğini düşünüyorum. Kaldı ki Eşref, "Sencer" ismini annesinin soyuna bağlıyor. Yani Eşref'e inanacak olursak annesinin soyundan "Sencer" ismini, babasının görevinden dolayı da "Kuşçubaşı" lakabını taşıyor. Ancak "Kuşçubaşı" lakabında daha büyük problemler bulunuyor.

Nasıl problemler?

Eşref, hemen yer anlatısında babasının sarayda kuşçubaşı olduğunu belirtiyor ama dönemin evrakı Eşref'in babasının ikinci kuşçu yahut kuşçubaşı muavini olduğunu gösteriyor. Ayrıca Eşref'in babası Mustafa Bey'in kuşçubaşı olabileceği tarihte sarayda zaten bir kuşçubsaşı bulunuyor: Kuşçubaşı Osman Efendi. En önemlisi Eşref bir metninde kendi ailesinden "Kuşubaşıoğulları" olarak değil "Kuşçuoğulları" olarak bahsediyor. Bu sebeplerden dolayı, Eşref'in Sencer ismini de Kuşçubaşı lakabını da ayrıcalıklı bir soya mensup olduğuna dikkat çekerek bir büyüklenme aracı olarak imal ettiğini düşünüyorum. Ayrıca Eşref, bu şekilde baba tarafından Çerkeslerin köle sınıfından geldiği bilgisinin üstünü örtmek istemiş de olabilir.

EŞREF'İN HAYATININ EN ÖNEMLİ DÖNEMİNE GAYRİMEŞRU İŞLER DAMGASINI VURUYOR

Eşref'in asıl mesleği nedir, neyle geçiniyordu?

Eşref, Arabistan'daki sürgünden geldikten sonra nasıl olduğunu tespit edemediğim bir şekilde Ege'de çok büyük bir çiftliğe kavuşuyor. Seneler içerisinde burada ziraatle ve hayvancılıkla uğraşıyor. I. Dünya Savaşı yıllarında burada tam randımanlı çalışmayan bir pamuk fabrikası olduğu da zikrediliyor. Ayrıca jandarma teğmeni ve ihtiyat yüzbaşısı olduğu dönemlerde devletten maaş alıyor. Ancak Arabistan'a sürgünden firar ettiği 1903 yılından 1930'ların ortalarına kadar, yani Eşref'in hayatının hemen en önemli dönemine gayrimeşru işler damgasını vuruyor. Eşkıyalık yapıyor, haraç kesiyor, adam kaçırıp fidye istiyor. Yunanistan'da iken de Yunan hükümetleri tarafından desteklenmenin ötesinde 1930'larda Ege sahillerinde kaçakçılık yapmaya çalıştığını ama bu işlerde başarısız olduğunu görüyoruz.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA BİR İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ DEĞİL

Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir istihbarat örgütü olmadığını bir gayrınizami harp örgütü olduğunu söylüyorsunuz. Peki, bu ikisinin farkları nelerdir?

İstihbaratın da gayrinizami harbin de üzerinde uzlaşılmış bir tanımı yok. Bu iki kavramın ne olduğu 1950'lerden günümüze dinamik bir şekilde tartışılıyor. Yine de istihbaratın, en genel anlamda müşterilerin ihtiyacını karşılamak için profesyonellerce işlenmiş, sonuç çıktısı itibarıyla gizli bilgi olduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda istihbarat, bu amaçla yapılan faaliyet ve teşkilatı ifade eder. Gayrinizami harp ise yer altı teşkilatı, yardımcı kuvvetler ve gerilla kuvvetleriyle hareket ederek, düşmanın etki alanındaki hükümeti yahut işgalci gücü, orada bir direniş hareketi meydana getirerek yahut ayaklanma çıkararak yerinden etmek, onu bir şeyi kabule zorlamak yahut yürüttüğü faaliyetleri aksatmak maksadıyla geniş yelpazede icra edilen faaliyetler bütünüdür. Bu sebeple -anakronizm tehlikesini göz ardı etmeden- Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir istihbarat örgütü değil bir istihbarat kaynağı olduğunu, onu bir erken dönem gayrinizami harp örgütü olarak tanımlamanın daha makul olduğunu söyleyebilirim.

Kitapta detaylarını verdiğiniz hâliyle Eşref gibi bir şahsın hiç sahip olmadığı özelliklere sahip gibi görülmesi ve bunca zaman bunun hilafına bir bilginin ortaya çıkmaması bize ne söylüyor? Daha önce Eşref'le ilgili bu tür bilgilere ulaşma imkânımız var mıydı?

Aslında bu durum bize Türkiye'deki gayrinizami harp ve istihbarat tarihi çalışmalarının vaziyetini gösteriyor. Düşünebiliyor musunuz, birisi çıkıyor ve Osmanlı Devleti'nin son dönemine damga vuran istihbari-operasyonel sahayı ben kurdum ve yönettim diyor, fakat birkaç çalışmayı saymazsak kimse bu iddialarla ilgilenmiyor. Bu durum Eşref kültünün üstü kapalı biçimde yol almasına sebep oluyor. 2015 yılında Eşref'in bazı şahsi evrakının erişime açılması gerçekle hayal arasındaki ilişkiyi birincil kaynaklardan sorgulayabilmemizi ciddi biçimde kolaylaştırdı elbette, ama sadece ikincil kaynaklardan bile Eşref'in hayatındaki birçok çarpıtmayı tespit edebilmek mümkün.

Düşünebiliyor musunuz, birisi çıkıyor ve Osmanlı Devleti'nin son dönemine damga vuran istihbarioperasyonel sahayı ben kurdum ve yönettim diyor, fakat birkaç çalışmayı saymazsak kimse bu iddialarla ilgilenmiyor. Bu durum Eşref kültünün üstü kapalı biçimde yol almasına sebep oluyor.

Eşref'in bu kadar önemli bir insanmış gibi görünmesinde rol oynayan insanlardan birisi Cemal Kutay diyorsunuz. Yazdıkları o günün şartlarında hiçbir tartışmaya konu olmadan nasıl kabul görebildi?

Cemal Kutay çok profesyonel bir amatör tarihçi. Ancak düşünülenin aksine akademik çevrede itibarı çok düşüktür. Konu gizli teşkilatlar olunca uzmanların rehavete kapılarak Kutay'ı tedbirsizce kullanabilmesi, Philip H. Stoddard adlı tarihçi ve kritik bir istihbaratçının Teşkilat-ı Mahsusa'yı doktora tezi olarak çalışırken Eşref'in ona anlattıklarının çoğuna inanmasıyla ilişkilidir. Yani Stoddard'ın Eşref'e büyük oranda inanması popüler çalışmaların da ihtiyatsız bir şekilde kullanılmasına yol açmıştır diyebiliriz. Türkiye'de yakın dönem istihbarat, casusluk, propaganda ve gayrinizami harp tarihi çalışmalarını arşivler temelinde kimlerin çalıştığına, çalışabildiğine bakmak da ayrıca zihin açıcı olacaktır.

TARİHSEL BİLGİ, HER ZAMAN MANİPÜLASYONA AÇIKTIR

Çıkarı gereği hac kafilesi dahi yağmalayan birisi günün birinde bir kahramana dönüşebiliyor, tarihsel bilgi bu kadar manipülasyona açık mıdır? İdeoloji ve çıkar ilişkilerinden azade bir tarihsel çalışmanın varlığı mümkün müdür? Bunun teminatı nedir sizce?

Tarihsel bilgi manipülasyona her daim açıktır. Bu durum 19. yüzyılda tarih çalışmalarının profesyonelleşmesiyle ortaya çıkmış bir şey olmadığı gibi sadece bizle ilgili bir durum da değildir. 16. yüzyıl Fransız hümanistleri François Baudouin ve La Popelinière gibi erken örnekler dahi milli gururun etkisi altında, milletlerinin şanlı geçmişiyle uyumlu olması için yazılan tarihlerde kullanılan temel kaynakların manipülasyonundan şikayet ederler. İnsan hakikatı kendi filtresinden geçirerek anlayabildiği için tarihsel çalışmalarda insana ait herşeyin etkisi olacaktır. Bu sebeple, tarihi çalıştığımız dönem hakkında bilgi edinme aracı saymanın yanında tarihçinin psikolojisini, onu çevreleyen ve şekillendiren daha geniş sosyal, ekonomik ve siyasal bağlamı anlamanın aracı olarak da görmek gerek.

TARİHİN YENİDEN KURGULANIŞI MODERN BİR PROBLEM

Popüler tarih malzemesi olarak Eşref'in inşa edilişi gibi, siyasal iktidarlara göre tarihin yeniden kurgulanışı mevzusu modern bir problem mi yoksa tarihin ve tarihsel kişilerin çarpıtılmasına hep rastlar mı tarihçiler? Eşref'e benzer fazla "abartılmış" kişiler var mıdır yine tarihte?

Büyük oranda modern bir problem. Özellikle 19. yüzyılda tarih çalışmalarının profesyonelleşmesiyle birlikte tarihçiler, tarihsel delilleri analitik bir şekilde inceleyerek objektif sonuçlara varmayı düşünüyorlardı. Ne var ki müesses siyasal ve toplumsal düzenle yakından ilişkili bu tarihçilik, parçası olduğu, ona hayat veren ideolojilere hizmet edegelmiştir. Hâliyle kaynaklar sıkça belirli savları desteklemek için istimal yahut suistimal edilmiştir. Stalin dönemi Sovyet Rusya'sında bir süre devlete hizmet etmiş ama sonra görevden el çektirilmiş ve/ya öldürülmüş Nikolai Yezhov gibi görevlilerin fotoğraflardan silinmesi bu bağlamda güzel bir örnek teşkil eder. Türkiye'de de gayrinizami harp tarihimizin 2010'lara kadar tarihsel anlatı ve analizlerden dışlanmasının sebebi siyasal iktidarlarla tarihin yeniden inşası arasındaki kuvvetli ilişkide aranmalıdır. Eşref'e gelince, yakın tarihimizde abartılmış çok karakter olduğunu söyleyemek mümkün ama Eşref kadar uç bir örneğe bir daha rastlayabileceğimizi zannetmiyorum.

Siz Eşref'in hayatına dair yanlışları düzeltmeye çalışırken bir de onun narsist bir insan olduğunu söylüyorsunuz. Bu tanımı nasıl yapıyorsunuz? Sizi bu tanımı yapmaya sevk eden nedir? İnterdisipliner bir alan burası. Bununla ilgili nasıl bir çalışma yaptınız?

Eşref'in gerçekleri yalan, çarpıtma ve karartma yahut yok sayma yoluyla tahrif ettiğini görmek onun düşünce, duygu ve davranışlarında sağlıksız tutumlar geliştirdiğini görmeme olanak sağladı. Uzun süredir yaptığım psikoloji ve psikiyatri okumaları temelinde Eşref'in bu tutumlarının kalıcı ve tutarlı olduğunu görmek de onda sıradışı bir kişilik örgütlenmesi olabileceği bana gösterdi. Üstelik bu tutumlar Eşref'in hayatını olumsuz yönde etkiliyordu. Buradan yola çıkarak Eşref'in grandiyöz narsisistlerle aynı özellikleri taşıdığını farkettim. Bu tip narsisizmin belirleyici özelliği büyüklenmecilik, bireyin kendini aşırı önemsemesi, başkalarından üstün olduğunu düşünmesi ve şişkin bir öz imaj yaratması gibi Eşref'in hayatında çok sık karşılaştığımız hususlardır. Büyüklenmeciliği onaylamayan bilgiler ise bu tip narsisizmde aynı Eşref'te olduğu gibi bastırılır. Yani Eşref, bir yandan mevcut bilgileri kendisini olduğundan daha büyük, daha güçlü, daha başarılı olacak şekilde inşa ederken diğer yandan inşa ettiği bu personaya zarar verebilecek bilgileri çarpıtır veya yok sayar.

KİTABIN BU KADAR BÜYÜK BİR TARTIŞMA YARATACAĞINI DÜŞÜNMÜYORDUM

Son olarak, kitap çıktıktan ve tanıtımı yapıldıktan sonra neler oldu?

Kovid nedeniyle doğru dürüst tanıtım fırsatımız olmadı aslında. Ama kitap çıktıktan sonra konu etrafındaki tartışmalar birkaç açıdan çok şaşırtıcıydı benim için. Birincisi, ben kitabın bu kadar büyük bir tartışma yaratacağını düşünmüyordum. İkincisi de, kitap üzerine söylenenler, yazılanlar içerik kalitesi bakımından fazlasıyla kalibresi yüksek şeylerdi. Tabii arada "Eşref değil, Eşref Bey diyeceksiniz" veya "Halk kahramanını vatan haini ilan ediyorlar" gibi cılız karşı çıkışlar da oldu. Ama toplamda herşey harika Allah'a şükür.