Yeni dünyaya "sakin olun" teklifi: Kuşlarla Sohbetin Şartları

RIDVAN TULUM
Abone Ol

Eve dönme ihtimalinin hangi duraklardan geçtiğini işaret etme cesareti gösterdiği için, Kuşlarla Sohbetin Şartları, bir nehrin kenarına kurulup, her şeyin gelip geçmesini bekleyen bir kitap değil. Suyun nasıl sızladığını duyan bir şairin gözünde, nehrin içinden geçenlerin dile gelmesi bir bakıma.

O büyük suskunluk, o güleç ihtiyarlar, o akşamüstleri ve yankısı bir sessizlik olan dalgın konuşmalardan çok uzaktayız artık. “Biz kimiz” sorusunu sıkça soruyor; “kim” olduğumuza dair bulduğumuz cevaplarda, her sorduğumuz sorunun sonunda, eski cevapların niteliğinden de uzaklaşıyoruz. Belki de hayatlarımızı birer deneme sürümü edasıyla yaşıyor olmamız bunun sebebi. Ve sanki bulunduğumuz hayatta başarılı olamazsak, yeni bir hayatın ilk kargoyla kapımıza teslim edileceğini düşünüyoruz. “Siz yeter ki üzülmeyin, hızlanın ve hayatı kaçırın, biz hallederiz.” notuyla gelecek yeni bir yaşamı bekliyoruz, şu an bulunduğumuzun içinde. Bütün bunlara rağmen içimizde bir yerde eve dönmek için sebeplerimiz olduğunu hissediyor, sadece bu sebeplerin suyun üstüne çıkması için gereken koşulları sağlamak konusunda tembellik ediyoruz.

Ahmet Murat, dünya malı için telaşlanmanın ahmaklık olduğunu, ama dünyanın kendisinde olup bitenlere karşı kayıtsız kalmanın da insanın kendisine yakışmadığını dile getiriyor.

Ahmet Murat’ın Ketebe Yayınları’ndan çıkan Kuşlarla Sohbetin Şartları adlı deneme kitabı, eve dönme ihtimalinin suyun üstüne çıkması için neler yapılması gerektiğine dair birtakım dayatmalarda bulunmuyor, “O eski yolun kapatılmasına neden müsaade ettin?” diye soruyor. Aynı zamanda da güncel hayat tanımının, eski dünyanın hayat tanımıyla bir ilgisi olmadığını dile getiriyor.

Eve dönme ihtimalinin hangi duraklardan geçtiğini işaret etme cesareti gösterdiği için, Kuşlarla Sohbetin Şartları, bir nehrin kenarına kurulup, her şeyin gelip geçmesini bekleyen bir kitap değil. Suyun nasıl sızladığını duyan bir şairin gözünde, nehrin içinden geçenlerin dile gelmesi bir bakıma. Kaderle barışık olmanın her şeyi kabul etmek olmadığını düşünen bir kitap. Burada tehlikeli bir şeyden söz etmiyorum. Sadece hayatı anlamlandırma çabasına sonuna kadar sadık olmaktan bahsediyorum. Bu anlamlandırma yolu da pek çok güzergâha uğruyor kitap boyunca; dergâhlara, siyasete, edebiyata, eski bir “an”a, Endülüs’e, tiyatroya, okullara ve iki insanın birbirinde bulduğuna…

  • “Kaderle barışık olmak kısmının dikkatinizi çekmiş olmasını çok isterim. Çünkü kaderle barışık olmak geri kafalılığa ve mıymıntılığa değil, atılganlığa daha çok yakışan bir erdem. ‘Buşido’ felsefesine göre, kaderle barışıksan, ölümden korkmazsın. Hak ararsın, hak yemezsin. Böylece hep haklı kalırsın.”

“Hâlbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti”

Bir nehrin içinden geçenlerin sızısı demişken, konuyu bir de bir insanın içinde kalanların sızısına getiriyor Ahmet Murat “İç Değişince, Dış da Değişir” başlığı altında. “Edebiyat tarihi, aşktan yakınmanın tarihidir biraz da.”, diyerek.

Birini sevmenin artık bir hikâyenin konusu olma ihtimali oldukça kolaylaştı.

Bilmem farkında mısınız, kimse kendini tamamlama girişimi olarak görmüyor âşık olma hâlini artık. Birine sevdalanmıyor, birine vurulmuyor ve birine kesilmiyor. Bir arkadaşını esir alıp günlerce, bozuk bir plak gibi –ama bozulmadan çok gamlı şarkılar da çalmış bir plak– anlatmıyor. Birini sevmenin artık bir hikâyenin konusu olma ihtimali oldukça kolaylaştı. Her duruma ve her olaya bir hikâye gözüyle bakan insanların dünyasındayız artık. “Onu bir daha hiç görmedim.” cümlesi yerine, “Geçenlerde profiline denk geldim.” diyen bizlerin dünyası burası.

Ahmet Murat aşk bahsinde, aşkın yapıcılığına, âşığın o büyük boşluk hissinin içinde bir farkındalığa vardığına, onun, kendinde ve kendinde olmayanı tanımaya başladığına işaret ediyor.

“Aşk içteki ayaklanmanın adıdır. Bu ayaklanma sayesinde âşık, o vakte kadar uyuyan duyuşunu, kireçlenmiş hissiyatını, mefluç duyarlılığını yepyeni bir tavırda tanımaya başlar. Âşık biraz da, kendisinde olup bitene âşık olur.”

“İnsan insana bir de kışın bakmalı”

Bir insanın, bir insanda gördükleri, kınadıkları, yapmam dedikleri, olmaz diye itiraz ettikleri…

Türk Evi ilham kaynağı olabilir mi?
Nihayet

Bir insan, ancak kendinde “gizli” de olsa, var olan bir şeyi başkasında görüyor olamaz mı? Bizde tecrübe edilmemiş, farkına varılmamış bir davranışı başkasında nasıl görebiliriz ki? Kendimizde tanıdığımız “şey” değil midir başkasında farkına vardığımız? Ahmet Murat’ın kitap içinde birçok konu başlığı altında ilginç fikirleri olsa da, dikkatimi çekenlerden bir tanesi de “Niçin Kınadığımız Şey Başımıza Gelir?” başlığı altındaki yazısında tam da “insan-insan” karşılaşmasına dair getirdiği yorumlar…

“Söz gelimi arkadaş grubumuzun bir üyesinin cimriliğini kınıyor olalım. Onun cimriliğini fark etmek için, bizim de bir miktar cimri olmamız lazım. Çünkü onun paylaşmaktan kaçınması, bizim paylaşmaktan kaçınmamızda aydınlığa kavuşur.”

Bütün bunlara rağmen

Ahmet Murat, dünya malı için telaşlanmanın ahmaklık olduğunu, ama dünyanın kendisinde olup bitenlere karşı kayıtsız kalmanın da insanın kendisine yakışmadığını dile getiriyor Kuşlarla Sohbetin Şartları’nda. Ayakta kalacak bir yerler arıyor, belki bir ayaklanmada yer bulmak, belki sadece birinin bakışında “bütün bunlara rağmen” diye iç geçirmek için… Bir şairin dünya telaşına karşı, dünyanın gerçekliğini arayışı bu.

  • “İnsan cinsi gitmek zorundadır. Bu dünyadan gider; bir duyuştan diğerine, bir hâlden ötekine, bir anlamdan berikine gider. Gitmeyi bıraktığı anda, gurbet fikrini kaybetmiş olur. Böylece donuklaşır ve katılaştıran uykuya (yani uy-manın, uy-um sağlamanın ve böylece tedirginliği yitirmenin vasatına) mahkum olur.”