Yılbaşı yalanları

GÜLÇİN DURMAN
Abone Ol

Esasında her şey bambaşkaydı. Bir kere o gün bizim evde televizyon erkenden kapatılırdı. Bazen hiç açılmazdı bile. Her ne hikmetse o gün mutfak kurur, minicik bir yemiş tanesi ya da mandalina dilimi bile kalmazdı. Yıllar geçmesine rağmen bunun sırrını da bir türlü çözemedim gitti.

Çocukken yılbaşı geceleri tam anlamıyla bir ıstıraptı benim için.

Çünkü sevgili öğretmenimiz, bu harikulade günde ailece neler yapıp ettiğimizi, ne yeyip içtiğimizi pek bir merak ederdi. Yılbaşı ertesi gününün ilk dersinde de, evimizin yılbaşı gecesini anlattığımız ödevlerimizi okuturdu bize.

Milli Piyango sonuçlarını beklerken, çinkolar arka arkaya çıkar, hepimiz mutlu mesut yeni bir yıla daha adımımızı atardık.


Ben de her sene, ailemi güzel bir masanın etrafında toplar; nefis yemekler, kekler, pasta ve börekler yedirip, Şivebs gazozları içirirdim. Sonra tombala ile kızmabiradere gelirdi sıra. Milli Piyango sonuçlarını beklerken, çinkolar arka arkaya çıkar, hepimiz mutlu mesut yeni bir yıla daha adımımızı atardık. Bu senelerce böyle devam etti gitti. Tabii sadece benim kompozisyonlarımda!

Esasında her şey bambaşkaydı.

Bir kere o gün bizim evde televizyon erkenden kapatılırdı. Bazen hiç açılmazdı bile.

Her ne hikmetse o gün mutfak kurur, minicik bir yemiş tanesi ya da mandalina dilimi bile kalmazdı. Yıllar geçmesine rağmen bunun sırrını da bir türlü çözemedim gitti. Bir portakalcık bari kalmış olsa, hani yazdıklarımın bir kısmı doğru olacak. Ama olmazdı işte. O yüzden de yılbaşı diğer sıradan günler gibi bile değil de, daha da sıkıntılı yaşanırdı bizim evde. Sessiz sedasız yemeğimizi yer. Erkenden de yataklarımıza girerdik.

Fakat ertesi gün, muhteşem geçerdi. Muzlar, portakallar, çikolata ve yemişlerle gelirdi babam eve. Gönlümüzü alırdı. Çocuksu küskünlüğümüz de hemen geçip gidiverirdi böylece.

Muzlar, portakallar, çikolata ve yemişlerle gelirdi babam eve.

Şimdilerde öğretmenler bu eziyeti devam ettirmiyorlar sanki. İyi de yapıyorlar. Bizim zamanımızda bu yılbaşı ödevi hiç mi hiç aksatılmazdı. Ve öğretmen de, ceberut gibi başımızda bekler; noktası virgülüne kadar bütün kompozisyonları okutur da okuturdu.

Olan bizim kuşağa olmuş anlaşılan. Zaten korku ormanında yaşıyorduk, bir de üstüne yılbaşı işkencesi çektik.


Evimizde yılbaşılar sessiz geçiyor. Etrafımızda da öyle. Küçükler, bir şeyler seyretmek istediğinde ise güzel güzel anlatılıyor durum. Çocuklar da anlıyor sanki. O eski kırgınlıklar hiç olmuyor. Küçükler daha çok bayramları bekliyor, hicri yılbaşını biliyorlar.

Bak Aya, hazihi'd dünya!
Cins

Olan bizim kuşağa olmuş anlaşılan. Zaten korku ormanında yaşıyorduk, bir de üstüne yılbaşı işkencesi çektik. Doğrusu bir çocuk için bayağı sıkıntılı dönemlerdi o günler. Bizim kuşak için pek de iyi şeyler denmez ya, düşünüyorum da belki de bu kompozisyonlar yüzünden böyle renksiz, tatsız ve her ortama uyum sağlayamayan insanlar olmuşuzdur.

Küçük ansiklopedi

Şivebs Gazozları: Bizim caddenin çocuklarına bu Şivebs gazozlarının ettiğini başka hiçbir şey yapmamıştır. Çamlıca Caddesi’nin çocukları olarak bizler, uzun bir müddet elimize geçen her kuruşu bu gazoza yatırdık. Ta ki gazozdan tiksinene kadar! Hatta artık içemediğimiz zamanlarda da kapağını alıp gazozu bakkala bıraktık ya da başkasına ikram ettik. Tek istediğimiz vaat ettikleri hayvanlardı. Şivebs gazozlarının dediğine göre de, bu iş çok basitti. Yalnızca Şivebs içip, gazoz kapaklarını biriktirmemiz gerekiyordu. Sonrasında sevimli hayvancıklar bizim olacaktı.

Evimizde yılbaşılar sessiz geçiyor.n

İlk başlarda hedefim büyüktü; papağan istiyordum. Fakat sonradan daha az harfli hayvanların isimlerini oluşturmaya çalıştım. Ama hiçbiri olmadı. Hep bir harf eksik kaldı.

  • İşte bu gazoz, bana günlerce hayvanımı evimizin hangi köşesine yerleştireceğimi, nelerle beslemem gerektiğini araştırtan, planlar yaptıran, listeler hazırlattıran gazozdur. Şimdi ne zaman ismini duysam, boğazıma acı bir mandalina tadı gelip oturur.

Kompozisyon: Hâlâ Türkçesi bulunamamış Fransızca soğuk ve tuhaf bir kelime. Hastalık ismi gibi bir şey.

Smilla ve Karlar: Geçtiğimiz günlerde, öğlen vakti Kasımpaşa’yı adımlarken yılın ilk kar ile karşılaştım. Çocukken kar şöyle iyice tuttuğunda, üç kardeş dışarı çıkmak için annemin başının etini yer; gürültülü ve uzun bir hazırlıktan sonra da dışarı çıkardık.

Dilsiz
Cins

Fakat benim mutluluğum pek kısa sürerdi. Zira kar topu oyununda ilk pes eden hep ben olurdum. En fazla on dakika sonra ellerim morarmış, parmaklarım hissizleşmiş halde ağlayarak eve döndüğümde de annem hem söylenir hem de ellerimi ovardı. Bu hep böyle oldu. Kar yağışını, o insanı kapıp götürecekmiş gibi rüzgârlar içindeki dansını severim; ama o kadar. Açıkçası öyle çok da içli dışlı olamam.

Smilla ve Karlar’da ise, hayatını kar taneleriyle örmüş kar gibi bir kadının hikâyesi anlatılıyor.

Smilla ve Karlar’da ise, hayatını kar taneleriyle örmüş kar gibi bir kadının hikâyesi anlatılıyor. Ahım şahım bir film olmamasına rağmen, kar denince ilk aklıma gelen şeylerdendir.

Öğlen arasında, bir hediye gibi üzerimize yağan karı uzun süre seyredebilmek, dükkâna girmemek için elimden geldiğince çabaladım. Telefonla konuştum, birisini bekliyormuş gibi yaptım. Fakat sonuçta yine el mecbur, dükkândan içeri adımımı attım.