Yola çıkan sekizinci Oğul'a sesleniş

MUSTAFA NEZİHİ PESEN
Abone Ol

Melekler tarafından destekelendiğimize, takviye ve teyid edildiğimize inandığımızda; bu çağın yaltakçılarına yaltaklanmayız. Kendi (geleneği)ni zayıf ve yetersiz gördükten sonra gidip ağyara hayran olan, onlara yaranmaya çalışan her Müslüman, zihinsel olarak Kafka’nın hayvanına yani bir böceğe dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.

Mevlana

Sufiler, süfli insanlarla takılmayı, onlarla zaman geçirmeyi hoş karşılamazlar. Hoş karşılamak şöyle dursun, Müslümanı bu tür yakınlaşmalardan men ederler. Çünkü onlarla geçirilen zaman, malayaniyle meşgul olmaktır. Yani boş işlerdendir bu birliktelik ve Müslümanın aleyhinedir. Müslümanın kendi aleyhine olduğunu bildiği bir şeye devam etmesi hüsranına sebep olabilir.

Günümüzde pek çok Müslümanın da zahitleri, mollaları kolayca küçümsemesi şaşılacak şeylerdendir. Bir tuzak kurulmuş ve biz o tuzağa yem oluyoruz. Sanki bir mürşid-i kamilin dizinin dibine oturup senelerce sohbetinden istifade etmişiz de seyrü sülukümüzü ilerletip mertebemizi yükseltmişiz gibi davranıyoruz. Fıkhı küçümsemek, onu sadece bir zahir ilmi sayarak küçümsemek kolaycılığı küfrün, dünya sisteminin, kapitalizmin, Amerika’nın ekmeğine yağ sürmektir. Şeriat biricik koruyucumuzdur. Şeriatsız batından, özden bahsedenleri duyduğunda senden zırhını çalmaya çalıştıklarını hiçbir zaman unutma.

Aslında sadece hicretten ibaret değil Müslümanların tarihi.

Arkeolojik kazı diye bir şey var. Biz Müslümanlar bunu pek sevmeyiz. Biz, yeraltının en güzel, en kıymetli hazinelerinin bu dünyayı terk etmiş seleflerimiz olduğuna inanırız. Bu büyük alimleri, velileri, sıddıkları, şehidleri, peygamberleri rahatsız etmek istemeyiz. Fakat mesele doğru kavrayış olduğunda neredeyse bir kutsallık atfedilerek kabul edilmiş bazı yabancı fikir ve düşünceleri irdelemek ve onları biraz eşelemek gerekiyor. Çünkü modern denilen son yüzyıllarda büyük kayıplar yaşadık. Yenildik. İşgal edildik. Kafirler, elde ettikleri maddi-dünyevi güçle bizi yok etmeye yöneldiler. Canımızı kurtarmak için acil çarelere başvurduk. Can havliyle bir şeyler kotardık.

Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Müslümanlar dağınık ve yamalı yöntemlerle hayata tutunmaya çalıştı.

Uzun bir süredir devam eden bu kafir saldırılarının sadece askeri ve ekonomik bir işgal olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Onlar da bizi buna inandırmak istiyorlar zaten ve bunun için harıl harıl çalışıyorlar. Maalesef içimizden bazılarının buna inandığını artık kesin ve net bir şekilde görüyoruz. Zorba, zalim ve acımasız efendisine veya katiline hayran-aşık bir kitle oluştu Müslümanlar arasında. Bu kitle, bu çağın batı çağı olduğu iddiasını ileri sürerek bu medeniyete, bu medeniyetin felsefesine, bilimine ram olmaktan, onu kabullenmekten başka bir yol olmadığına inanmamızı istiyor. Bunu görüyoruz ve rest çekiyoruz. Onlar ‘zamanın ruhu’ diyorlar, biz Ruhu’l-Kuds diyoruz. Ne buyurmuştu bütün zamanların Efendisi Muhammed Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem İslam şairi Hassan bin Sabit’e dua ettiğinde: Allah’ım O’nu Ruhu’l-Kuds’le teyid eyle!

Melekler tarafından destekelendiğimize, takviye ve teyit edildiğimize inandığımızda; bu çağın yaltakçılarına yaltaklanmayız. Yaltaklanmak, bir aşağılık kompleksinin, bir hamlığın, kendine ve kardeşlerine güvensizliğin işaretidir. Kendi(geleneği)ni zayıf ve yetersiz gördükten sonra gidip ağyara hayran olan, onlara yaranmaya çalışan her Müslüman, zihinsel olarak Kafka’nın hayvanına yani bir böceğe dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

  • Şeyh Bedreddin’in Varidat şerhinde karşılaştığım bir hakikat bu acı veren gerçekliği anlamamız için iyi bir mürşid (irşad ediciyol gösterici) olabilir. Her günahın içinde bir zevk ve tat olması, insanların günahları işlemesini kolaylaştırır, denir bu güzel kitapta.

Kolaylaştırmaktan öte bu zevk-tat, insanları günahlara, haramlara teşvik eder, cezbeder. Yani Allah’ın yasak kıldıklarının da bir cazibesi vardır. Fakat Müslüman arif olmalı ve arif de işin hakikatini idrak ettiğinden ordaki tuzağı görür. Görünce de bilir ki oraya yerleştirilmiş olan zevk, Allah’ın bir imtihanıdır. Bu yüzden arif o geçici zevke değil de onun yaratılış hikmetine ve Allah’ın rızasına talip olur. Müslüman, Hakk’a-hak dine ecnebi olanların gittiği, toplandığı Ora’ya giderse bu tuzağa düşmekten korkar. Çünkü bir çeşit cehenneme düşmektir bu.

Her Müslüman için orası vardır. Orasını hiç kimse yok edememiştir. Şeytanın varlığı orayı zorunlu kılmıştır. Fakat önemli olan orayı burası kılmamaktır.

Oraya gitmek meylin varsa kendini sıkı bir muhasebeden geçir de öyle git. Sor kendine:

Ne istiyorum, niyetim nedir, oraya gidersem sarhoş edici dünya nimetlerini tatmaktan beni alıkoyacak muhkemlikte bir imana, bir takvaya, güçlü ve tam teşekküllü düşünceye, irfana sahip miyim? Cevabın evetse; korkmana ve çekinmene gerek yok. Allah’ın melekleri senin için dua etmektedirler. Rasulullah’ın duası senin için de geçerlidir. Fakat şunu da unutmamak gerek: Bilginin, sanatın, şiirin, edebiyatın, düşüncenin, felsefenin labirentleri ve iğvaları çok fazladır. Üstelik bu alanlar, bu disiplinler içinde haklılık, doğruluk, güzellik, yücelik, estetik, etik elbisesi giyinmiş öyle cazip ve parıltılı şeyler vardır ki bilmem kaçıncı kat semada uçanları bile avlayabilirler. Vaziyet böyleyse avlanmaya giderken av olmamak için Sünnet-i Seniyye sahibinin vaz’ ettiği Hablü’l-Metin’e çok sıkı yapışmak gerek vesselam.