Çobandan sadrazam olur mu? Devşirme sistemi ile Evet!

PROF. DR. ABDÜLKADİR ÖZCAN
Abone Ol

Dünyanın en uzun süre ayakta kalan hanedan devleti Osmanlıyı ayakta tutan en önemli faktör taşra ile merkez arasında köprü olan toprak sistemidir. Bu sistemin önemli unsurlarından devşirme sistemi Osmanlı Devleti’ndeöyle mükemmel bir şekilde uygulanmıştı kiMüslüman olan Bosnalılar kendi çocuklarının daHıristiyan ailelerin çocukları gibi devşirilmelerinitalep etmişlerdi.


Çobandan devlet adamı yapan teşkilat: Yeniçeri Ocağı
Derin Tarih

Tarih boyunca Türkler iri­li ufaklı çok sayıda devlet kurmuşlardır. Bunların ömürleri, bünyesindeki ku­rumların sağlamlığı ile orantılı ola­rak uzun veya kısa olmuştur. Türk devletlerinin tartışmasız en uzun ömürlüsü olan Osmanlı İmparator­luğu aynı zamanda dünyanın da en uzun süre ayakta kalan hanedan devletidir. Bu devleti ayakta tutan en önemli faktör, merkez ve taşra teşkilâtlarındaki sağlamlıktır. As­kerî yapısı ise devletin hem merkez, hem de taşra teşkilâtı içine yayılmış toprak sistemiyle ilgilidir. Sistemin önemli unsurlarından devşirme, başta askerî olmak üzere çeşitli dev­let hizmetlerinde istihdam edilmek üzere Osmanlı tebaası Hıristiyan ai­lelerin çocuklarının belli kurallar dahilinde toplanması demektir. Ku­ruluş yıllarında gönüllülerden olu­şan Osmanlı ordusunun ilk düzenli birlikleri yaya ve atlı olarak Orhan Gazi döneminde teşkil edilmiştir.

Osmanlılar Balkanlara geçip Or­ta Avrupa’ya ilerledikten sonra çe­şitli etnik gruplara mahsus çok sayı­da milletleri bünyesine aldılar. Öyle ki, bazı yerlerde gayrimüslim nü­fus Türk nüfusundan kalabalıktı. I. Murad’dan itibaren gelişip büyüyen devletin sınırlarının korunması için daha fazla askere ihtiyaç duyuldu. Bir süre önce kurulan Yeniçeri Oca­ğı için nefer temin edilmesi gereki­yordu. Dönem ulemasının teklifiyle bulunan ilk çare, savaş esirlerinden yararlanılması oldu.

Şer’î hukuka göre savaşlarda elde edilen ganimetin 5’te biri devlete ait idi. Esirlerin de 5’te biri devletin ol­du. Bu amaçla Pençik Kanunu çıka­rıldı ve askerliğe elverişli genç erkek esirlere hazine adına el konuldu. Bunlar belli bir eğitimden geçiril­dikten sonra yeniçeri yapıldı; bu uy­gulama 1402 Ankara Savaşı’na kadar başarıyla sürdürüldü.

Bu savaşta Timur karşısında alı­nan yenilgiden sonra Fetret dönemi başlar. Yeni zaferler, dolayısıyla ga­nimetler elde edilemediğinden Pen­çik Kanunu işlemez olur ve devşir­me uygulaması yeni bir çare olarak ortaya çıkar.Çelebi Mehmed, hatta babası Yıldırım Bayezid zamanında uygulanmaya başlayan bu sistemin bir kanuna bağlanması II. Murad dö­neminde gerçekleşir.

Devşirme Kanunu’na göre Os­manlı tebaası Hıristiyan ailelerin şartları elverişli oğulları devlet adı­na toplanacaktı. Devşirme işlemi, ihtiyaç duyulduğunda yeniçeri ağa­sının Divan-ı Hümâyun’a başvuru­su ve oradan çıkacak karara göre üç, beş veya yedi yılda bir yapılırdı. Ön­celeri taşra mahallî yöneticileri ta­rafından gerçekleştirilen devşirme, bunların zaman zaman görevlerini kötüye kullanmaları ve bazı suiis­timalleri üzerine Fatih Sultan Meh­meddöneminden itibaren yeni bir sisteme bağlandı. Artık devşirme işini merkezden gönderilen görevli­ler yapacaktı.

Yeniçeri Ocağı’nın yüksek rütbe­li subaylarından biri tarafından ya­pılan devşirme işine ilgili yörenin mahallî yöneticileri yardımda bulu­nacaklardı.

Devşirme Kanunu’nda toplana­cak çocukların vasıfları en ince ay­rıntısına kadar belirtilirdi. İleride ellerine devletin idaresi teslim edi­lecek bu gençlerin seçimine büyük özen gösterilmiştir. Devşirme işlemi önce Osmanlı Avrupa’sında bilhas­sa Arnavut, Boşnak, Rum, Bulgar, Sırp, Hırvat gibi unsurlar arasında tatbik edildi. 15. yüzyıldan itibaren bazı bölgeler dışında Anadolu’da da uygulandı.

Devşirme Kanunu’nda toplana­cakların nitelikleri belirtilmiş, mut­laka soylu ailelerin sağlıklı çocuk­larının alınması istenmiştir. Tek çocukların alınmayıp ailelerine bı­rakılmasına özen gösterilmiş, enda­mı düzgün ve askerliğe elverişliler tercih edilmiştir. Fatih Sultan Meh­med zamanında kendi istekleri üze­rine Müslüman Bosnalı ailelerin ço­cuklarının devşirilmesi bir istisna olup yine kendi istekleriyle topluca İslamiyeti seçmelerinin mükâfatı olarak bahşedilmiştir.

Bir de her yerden devşirme yapıl­mazdı. Önceleri sadece Osmanlı Av­rupa’sında görülen uygulama, Ya­vuz zamanında Anadolu’ya teşmil edilmiş, buradaki Hıristiyan ailele­rin çocukları da devlet hizmetine alınmıştır.

Devşirme işlerinde görevlilerin en büyük yardımcıları aileler, o ye­rin papazı ve kiliselerde bulunan vaftiz defterleriydi. Belli yaşlardaki çocuklar veya gençler toplanır, özel­likle 14-18 yaşları olmak üzere 8-20 yaşları arasındakiler tercih edilirdi. Devşirilenin köyü, kazası, ana-baba adı ve bağlı olduğu sipahinin ismi, göz rengine varıncaya kadar bütün eşkâli ile kendisini devlet merkezine götürecek olan memurun adı iki ay­rı deftere yazılır, zaman zaman yok­lama yapılırdı. Bu defterler çok sıkı muhafaza edilirdi.

250 yıl mükemmel işleyiş

Devşirilen çocuklar kafileler ha­linde devlet merkezine sevk edilir, yolda kaçma veya aralarına yaban­cıların karışmasına karşı ciddi ted­birler alınırdı. Topluca sünnet edi­len devşirmeler genellikle yeniçeri yapılırdı. Bu arada devşirilen genç­lerin üzerindeki cizye vergisi dü­şerdi. Zeki ve kabiliyetli olanlar sa­raydaki Enderun mektebine verilir, sadrazamlık dâhil yüksek dereceli devlet mevkileri için yetiştirilirdi. Diğerleri ise önce Türk çiftçi ailele­rine dağıtılarak buralarda Türkçe­yi, Türk-İslam âdet ve geleneklerini öğrenmeleri sağlanırdı. Bu uygula mayla devlet bir bakıma Türk ailele­rini tatbikî birer okul gibi görmüş ve kullanmıştır. Devşirmeler buralar­da ailelerin işlerine yardım eder, bu arada Türk-İslam ananelerini öğre­nirlerdi. Ardından Acemi Ocağı’na alınan gençler askerî eğitimlerini aldıktan sonra yeniçeri veya diğer Kapıkulu Ocaklarına dağıtılırlardı.

Zekâ ve yeteneğiyle öne çıkan­ların Enderun için ayrıldığını söy­lemiştik. Önceleri doğrudan sara­ya alınan bu çocuklar, daha sonra birer hazırlık okulu durumunda olan Edirne, Galata ve İbrahim Pa­şa saraylarında belli bir süre eğitim gördükten sonra Enderun’a alın­maya başlandılar. Tabii Enderun öncesinde sıkı bir elemeye tâbi tu­tuluyorlardı. En zeki olanlar saray okuluna girmeye hak kazanırlar, di­ğerleri Kapıkulu Ocaklarında süvari bölüklerine gönderilirlerdi. Gürbüz­ce olanlar ise doğrudan sarayın mu­hafızları konumunda olan Bostancı Ocağı’na alınırdı. Enderun’daki sıkı eğitim sonunda sadrazamlık dâhil en yüksek devlet görevleri “kul” de­nilen bu gençlere verilirdi.

Yaklaşık 250 yıl kadar başarıyla uygulanan devşirme sisteminin el­de edilen başarılarda etkili olduğu tartışılmaz. Bu başarının hem as­kerî, hem de idarî yönleri vardır. Za­ten Osmanlı’da askerlik ile idare iç içe girmiş olup devletin iki önemli ayağını teşkil ederdi. Başarılı bir ve­ziriazam seferde başkumandan, ha­zarda ise başbakan konumundaydı. 15. ve 16. yüzyıllara damgasını vur­muş Bayezid, Mahmud, Gedik Ah­med, Makbul İbrahim, Sokullu Meh­med, Ferhad, Lala Mehmed, Kara Ahmed, Kemankeş Mustafa ve baş­ta Köprülü Mehmed olmak üzere bu aileden yetişmiş Fazıl Ahmed, Fazıl Mustafa, Amcazade Hüseyin paşalar gibi değerli devlet adamları bu asır­ların en gözde isimleridir.

Devşirme uygulamasının İslam hukukuna veya insan haklarına uy­gun olup olmadığı meselesi bilhas­sa Batılı araştırıcılar tarafından çok tartışılmış, farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bunların bir kısmı zimmî statüsündeki çocukların cebren top­lanmasını İslam hukukuna aykırı bulurken, bazıları da önceki İslam devletlerinde uygulanan “gulam” sisteminin uzantısı olarak değerlen­dirmişlerdir. Ancak bu uygulamayı köle sistemiyle bağdaştırmak müm­kün değildir. Çünkü devşirmeler Osmanlı tebaası gayrimüslim hür ailelerin çocuklarıdır.

Devşirme işleminde ele alınması gereken iki iddia vardır: 1) devşirme­lerin rızaları dışında ailelerinden alınmaları, ve 2) zorla Müslüman­laştırılmaları.

Eğitimin merkezi Devşirilerek saraya getirilen çocukların iyi bir eğitim alması Osmanlı devlet sisteminin devamı açısından oldukça önemliydi. Has oda Enderun’daki eğitim faaliyetlerinin merkeziydi. Sultan III. Murad devrine ait has oda (üstte).

Birincisi için şunlar söylenebilir:

İslam devletiyle gayrimüslim te­baa arasında İslam hukuku çerçe­vesinde zimmet akdi yapılmıştır. Devlet gayrimüslimlerin can ve mal güvenliğini garanti etmek­te; zimmîler de buna karşılık te­baası oldukları İslam devletinin -ki Osmanlılar kendileri için yüz­yıllarca Devlet-i İslamiyye adı­ kullanmışlardır- genel düzenine uymayı ve cizye ödemeyi kabul et­mektedir. Bilindiği gibi cizye kadın, küçük çocuk, hasta, ihtiyar ve rahip dışındaki gayrimüslimlerden, özel­likle de fiilen asker olabileceklerden alınırdı. Bu yönüyle bir bakıma as­kerlik vergisi olduğu düşünülebilir. Ancak devletin ihtiyaç duyduğu za­manlarda zimmîlerden cizye almak yerine, onları askerî hizmetlerde kullanmasını da meşru kabul etmek gerekir. Yani devşirme uygulaması, zimmîlerden istenen zorunlu asker­lik hizmeti olarak da değerlendiri­lebilir. Nitekim devşirmelerin üze­rindeki cizye vergisinin düşmesi bu yorumu desteklemektedir.

16. yüzyılda Balkanlardaki Hıristiyan ailelerden papaz nezaretinde yetenekli çocukların devşirilmesini tasvir eden bir minyatür (Süleymannâme).

Devşirmelerin zorla Müslüman­laştırılması meselesinin de dayana­ğı yoktur. Osmanlı hukukçuları bu uygulamayı Hz. Peygamber’in (sas), “Her doğan çocuk fıtrat üzerine do­ğar; daha sonra anne ve babası onu Yahudileştirir, Nasranîleştirir ve Me­cusîleştirir” mealindeki hadis-i şe­rife dayandırırlar. Buradaki “fıtrat” hak din olarak algılanmalıdır. Hı­ristiyan çocukların henüz buluğ ça­ğına ulaşmadan toplanmaları, bir dinle yükümlü olmadıkları anlamı­na gelir. Zira Ebû Hanife’ye göre er­keklerde buluğun üst sınırı 18 kabul edilir.

Sonuç olarak, devşirme sistemi askere ihtiyaçtan kaynaklanmış­tır. Müslümanlaştırma hususunda Osmanlılar hiçbir devirde zorlama yapmamış, sadece zorunlu iskân si­yaseti gereği Müslüman halkla kay­naşan gayrimüslim ailelerden iste­yenler Müslüman olmuşlardır.

Bu arada yeni fethedilen yerlerde özendirme veya hoşgörü olarak al­gılanabilecek “istimalet” siyaseti iz­lenmiştir. Şayet Osmanlı Devleti’nin zorla İslamlaştırma politikası ol­saydı sınırları dâhilindeki herkesin Müslüman olması gerekirdi. Bila­kis Fetih öncesi Katolik mezhebiyle birleşen Ortodoksluk, Fatih Sultan Mehmed tarafından ihya edilmek­le, din ve vicdan hürriyetine saygı gösterilmiş ve gayrimüslim tebaaya zimmî statüsü verilmiştir.

16. yüzyıl sonlarına kadar başa­rıyla uygulanan devşirme sistemi daha sonra bozulmuş ve yeni asker kaynakları devreye sokulmuştur.