Dönmemek üzere açılan yelkenler

OSMAN ÖNDEŞ
Abone Ol

124. yılında Ertuğrul Fırkateyni faciası hafızadaki ve hatıralardaki yerini, acısını muhafaza eden bu deniz faciası bugün de Türk ve Japon milletleri arasındaki gönül köprülerinin temel harcı olmaya devam ediyor.

Hatırlayacaksınız, Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 90. yıl dönümüne denk gelen bu yılın ilk yurtdışı gezisini Japonya'ya gerçekleştirmişti. Ziyaret sırasında Ertuğrul Fırkateyni faciasının 125. yıldönümü olan 2015'te düzenlenecek anma programının da gündeme geldiğini haberlerden öğrendik.

İşte ihtiyar Ertuğrul'un Japonya dönüşü gencecik mürettebatıyla sulara gömülüş hikayesi ve onunla birlikte derinlere saklanıp gün yüzüne çıkmak için sabırsızlanan gerçekler: Her şey Japonya İmparatorluğu Donanması'ndan Seiki adlı eğitim gemisinin Avrupa limanlarını kapsayan eğitim programı uyarınca Kasım 1878'de İstanbul'a gelişiyle başladı. Gemi komutanı ve erkânı II. Abdülhamid tarafından tevcih edilen madalya ve hediyelerle karşılandı.

1881'de bu defa İmparator'un yeğeni Prens Kato Hito, Yıldız Sarayı'nda yine II. Abdülhamid tarafından kabul edilerek iki devlet arasında ticaret ve karşılıklı barış güvenliği anlaşması imzaladılar.

Tarihler Ekim 1887'yi gösterdiğindeyse tarihin şaşmaz ibresi Ertuğrul Fırkateyni'ni işaret ediyordu. Prens Komatsu Akihito'nun II. Abdülhamid'e Japonya'nın en yüksek nişanı olan Krizantem'i takdiminden sonra Osmanlı İmparatorluğu adına iyi niyet nişanesi olarak Japon İmparatoru'na takdim edilmek üzere nişan ve hediyeler sunulmasına karar verildi. Bunları ulaştırma görevi ise Ertuğrul Fırkateyni'ne düşecekti.

1889 yılında Padişah'ın hediye ve nişanını Japon İmparatoru S. M. Meji'ye sunmak üzere yola çıkarıldı. Yaşlı gemi maruz kaldığı sıkıntılara rağmen aylar sonra Tokyo'ya ulaşabildi.

Görevini yerine getirip dönüş yoluna koyulma vakti geldiğindeyse fırtına uyarılarına rağmen yola çıktı ve Oshima Adası'nın Kashinozaki kayalıklarında karaya sürüklenerek parçalandı.

Oshima'daki köylüler büyük bir feragatle kazazedelerin yardımına koştular, facianın ıstırabını azaltmak için var güçleriyle çırpındılar. Gariptir, en elim deniz kazalarının biri, tarihin kaydettiği en büyük dostluk bağlarından birini örmüş oluyordu.

Oshima Adası'nda bugün yükselen abide, cefakâr ve mert Osmanlı- Türk denizcilerinin anıt mezarı oldu. Kitabesine Japonlar tarafından hak edilmiş şu satırlar okunur:

“Meici devrinin 23. yılı 1890 Haziran'ında Türk Padişahı tarafından yüksek delege olarak gönderilen Osman Emin Paşa, Sultanın nâmesini takdim göreviyle devletimize gelmiştir. İmparator Tokyo'daki sarayında elçiyi kabul buyurmuşlar ve ona nişan ve ziyafet vermek lütfunda bulunmuşlardır. Paşa hazretleri Eylül ayının 16. günü fırkateyniyle yola çıkmış, fakat Kumano Denizi'nden geçerken fırtınaya tutulmuştur. Kumano Denizi'nin ne kadar tehlikeli bir deniz olduğu eskiden beri bilindiğinden dolayı birçok fenerler vasıtasıyla gemilere yol gösterilirdi. O gece ise bir adım önünü bile görmek kâbil değildi! Nihayet gemi karaya düştü ve kayalıklara çarpıp parçalandı. Osman Paşa dahil olduğu halde personelinden 581 denizci sular içinde kayboldu. Kurtarılanlar ise 69 kişiden fazla değildi. Ah ne yazık! Bu kaza Kiyi ilinin Higaşi nahiyesinde, Koshino Burnu'nda vuku bulmuştur."

O zamandan beri Oshima Adası'nın denize bakan bir köşesinde, adanın tek anıtı olan bu abide yükselir. Oshima köylüleri ne zaman gözlerini bu abideye çevirseler o müthiş kazayı, Türk denizcilerinin felaketini, yaralıların yardımına koşan atalarını, sonra denizden toplanan ya da karaya vuran cesetlerin gömüldüğü yerde kurulan mezarlığın hikâyesini büyük bir heyecanla hatırlarlar.

Bu mezarlık ve abide, Japonlar tarafından inşa edilmiş bir insaniyet anıtıdır deyim yerindeyse.

Felaket geliyorum dedi
Japonya seyahati için seçilmiş ve görünüşte her şeyiyle mükemmel olan Ertuğrul Fırkateyni nasıl bir gemiydi? Anlatalım.

Kırım Savaşı sırasında İngiliz uskurlu hatt-ı harp gemileriyle beraber savaşan Osmanlı donanmasında 1829'da inşa edilen ve hâlâ dünyanın en büyük savaş gemisi sayılan Mahmudiye'nin buharlıya dönüştürülmesi düşünülmüş, makineler ve kazanlar İngiltere'ye sipariş edilmişti. Ancak bir inceleme sonucu Mahmudiye'nin ahşap gövdesinin çürümeye yüz tutmuş olduğu ve yenilenmesine değmeyeceği anlaşıldı. Bunun yerine makineler, Muhbir-i Sürur'un eski makineleriyle değiştirildi.

1856'da Peyk-i Zafer ve Kervan-ı Bahrî adlı savaş gemileri, iki yıl sonra da Şadiye ve Fethiye fırkateynleri uskurlu makine takılması amacıyla İngiltere'ye gönderildi. Bu gemiler için harcanan paralar normal görülebilir. Ancak aynı işlem için 1864'te İngiltere'ye gönderilen son gruptaki Kosova, Hüdavendigâr ve Ertuğrul fırkateynleri için aynı şey söylenebilir mi? Sorunun cevabı yazının devamında saklı.

Bu tarihlerde savaş gemileri teknolojisi hızla değişime uğruyor ve ahşap gövdeli, yelken donanımlı gemilerin yerini sac gövdeli, zırhlı gemiler alıyordu. Osmanlı İmparatorluğu da Osmaniye sınıfı zırhlı fırkateynler üzerinde çalışmaya başlamasının yanında, ahşap buharlı fırkateyn programını da koruyordu! Ertuğrul Fırkateyni 1864'te makine ve kazan takılması için İngiltere'de Portsmouth limanına gitti. 1865'te İstanbul'a hareket ederek Haliç'e intikal etti ve 20 seneye yakın Haliç'te yattıktan sonra 1885'te Haliç'te Tersane- i Âmire'de yeniden donatıldı. 1888'de okul gemisi olarak görevlendirildiğindeyse zırh gövdeli bir savaş gemisi için kabul edilebilir yapıdaydı artık. Ne var ki, ahşap gövdeli ve yaşlı bir savaş gemisi olarak açık denizlere dayanması son derece zordu.

Japonya yolculuğu için Ertuğrul seçildiğinde Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa onu sağlam gösterirken, Ertuğrul'un çarkçıbaşısı İngiliz Harty Bey son derece çürük olduğunu iddia ediyordu. Bu zât Tersane-i Âmire'de ve Osmanlı Donanması'nın muhtelif gemilerinde çalışmış, pek gayretli ve bilgili olmakla beraber kanaat ve inançlarında hür, samimi ve dobra bir adamdı. Girit isyanı sırasında Yunan bandıralı Arkadi ve İzzettin vapuru arasında cereyan eden olayda İzzettin vapurunun çarkçıbaşısı olduğunu da hatırlatalım.

Harty Bey'in vermiş olduğu rapor, Bahriye Nezareti'ni ve Nazır Hasan Hüsnü Paşa'yı müşkül duruma sokmuş, dedikodular yayılmış ve sonunda Hüsnü Paşa, Harty Bey'i Ertuğrul Fırkateyni'nden aldırtarak adalara çalışan İdare-i Mahsusa vapurlarından birine çarkçıbaşı tayin etmişti.
Mürettebat seçkindi; ama... Zorlu sefer için mürettebat, Bahriyeli öğrencilerin arasından seçilerek tayin edilmişti. Seferin amaçlarından biri de okyanuslarda tecrübe kazanmaktı.

Vira Bismillah!
Bir savaş gemisinin Japonya seferi için hazırlanmakta olduğu haberi dalga dalga yayılmıştı. İmparator Mikado'ya bir hediye gönderileceğinin de ilave edildiği bu haber herkesi meşgul ediyordu. Yukarıda özetlediğimiz bu seferin hakikati ise şudur:

Japon İmparatoru Mikado'nun amcası 1887 yılında İstanbul'a gelmiş olduğundan iade-i ziyaret gerekmişti. Abdülhamid'in Mikado'ya hediyelerini götürecek olan Ertuğrul Fırkateyni'nde o sene Bahriye Mektebi'nden mezun olan efendilerin de gemicilik ve gemi idaresi konularını tatbik ederek tecrübe kazanması düşünülmüştü. Bu hususun devletin üst kademelerince uygun görüldüğü, Sadrazam Kâmil Paşa'nın 2 Şubat 1888 tarihli yazısıyla bildirildi.

Emir üzerine Hasan Hüsnü Paşa 13 Şubat 1888 tarihli bir yazıyla ahşap gövdeli Ertuğrul'un bu işe elverişli bulunduğunu, tamirat ve gerekli teçhizatının dahi tamamlanmış olduğunu, Mart nihayetinde yola çıkabileceğini bildiriyordu.

Sadaret makamından gelen 30 Mart 1889 tarihli tezkerede Ertuğrul'un muntazam ve mükemmel bir halde bulundurulmasının gerekli ve elzem olduğu, Allah korusun bir gün bile bir sakatlık meydana gelmemesi için makine ve edevatında bir sıkıntı ya da istimbot vesaire gibi gemi vasıta ve levazımatının mükemmel olup olmadığı ısrarla soruluyordu.

Ayrıca ne çeşit şeylere ihtiyaç olduğunun bir heyet tarafından incelenerek bildirilmesi, geminin her cihetinin fen adamları tarafından denetlenerek üst makama arz ve beyan kılınması istenmişti.

Bahriye Nezareti'nden 1 Nisan 1889 tarihli yazıyla gemi için tercih edilen bahriye erkânı Mabeyn Başkitabeti'ne arz edildi:

“Bahriye Mektebi'nden mezun olan efendilerin bilgilerini artırmaları için Ertuğrul Fırkateyni'nin eğitim gemisi ittihazıyle (seçilmesiyle) Hind, Çin ve Japonya'ya gönderilmesi ve bu memleketlerin sularında bir gezi programı tatbik etmesi hükümet tarafından tebliğ buyrulduğundan gemiye bilgili ve kabiliyetli bir komutanla ikinci komutan tayini lazım geldiğinden Tekirdağlı Ali Fehmi ve Cemil Efendi Kaptanlar bu görevlere uygun görülmüşlerdir. Ayrıca değerli subaylar olduklarından rütbelerinin yarbaylığa terfiiyle bu subaylardan Ali Fehmi Kaptan'ın süvariliğe ve Cemil Efendi Kaptan'ın ikinci komutanlığa atanmaları uygun görülürse ol babda emir ve ferman Padişah Hazretlerimizindir."

Yine gerek Ertuğrul komutanlığı vazifesini ifa etmek, gerekse Japon hükümdarına tevdi edilecek nişan ve hediyeleri götürmek üzere birkaç dile hakim, dirayetli, bilgili, Bahriyece mahareti bilinen Padişah Hazretleri yaverlerinden Albay Osman Bey'in tayini münasip görülmüştü.

Bando muzıka eşliğinde...
1889 Mayıs'ında bir bahar sabahı güneş bütün güzelliği ve tebessümüyle doğarken, o günlerde Bahriye Nezareti civarından geçenler oradaki kahvehanelerde, kısa yer iskemlelerinde küme küme oturan, gelip giden Bahriye zabitlerinin gözlerinde bir sevincin parladığını görüyorlardı. Bu, nice yıllardan sonra Haliç'ten çıkmanın ve uzun bir sefere hazırlanmanın sevinciydi. Japonya'ya gideceklerdi.

Ertuğrul mürettebatının coşkusu alevlenedursun, kuşkuları artıran yazışmalar da devam ediyordu.

22 Mayıs 1889 tarihli tezkere Başkâtib Süreyya Paşa imzasını taşır ve şu garip satırlar okunur:

Velhasıl mezkûr fırkateynin Japonya'ya kadar gidebilmesi mümkün olamayacaktır. Buradan hareket etse bile seyir esnasında bir kazaya maruz kalması muhtemeldir. Birinci defa olarak Hind denizlerine gönderilecek bir geminin, Allah korusun, yarı yolda kalması dosta düşmana karşı pek ayıp ve pek çirkin bir şey olacaktır. Bu sebeple yüksek saltanatın şanına uygun bir surette, tehlikesizce gidebilecek ve avdet edebilecek ya da diğer münasip bir geminin refakatçi verilmesi veyahut sözkonusu fırkateynin mükemmel ve muntazam bir tarzda onarımının sağlanması Padişah Hazretlerinin iradelerindendir."

Kasımpaşa'da Tokatlı'nın kahvehanesinde günler boyu süren münakaşa ve çekişmeler durulur gibi oldu. Zira artık ne Harty Bey'in raporu kalmıştı, ne de sen ben gideceğim davası. Yeni atamalar yapılmış, personel tamamlanmıştı.

Bahriye Nazırı adeta iddiasını ispat etmek istercesine gemi komutanlığına damadı Albay Osman Emin Bey'i getirdi. Ali Bey süvari, Yarbay Cemil Bey ikinci süvari, Nuri Bey de binbaşı olmuştu. Başçarkçı, Albay İbrahim Efendi'ydi. Diğer personel arasında fotoğraf memuru Mülazım Haydar Efendi, Dr. Albay Hüsnü Bey ve Solkolağası Yusuf Efendi, Muzıka Subayı Mülazımısâni İsmail Efendi ve gemi imamı Hafız Ali Efendi'nin isimleri okunuyordu.

1889 Temmuz'unun ikinci Pazar günü alay sancaklarıyla donatılmış gemi, sahilleri dolduran binlerce İstanbullu tarafından uğurlanırken, bando muzıka askerî havalar çalıyor, heyecanı bir kat daha artırıyordu. Aylardır devam eden münakaşalar durmuş, ağızlar kapanmış, bando muzıkanın nağmeleri mistik bir havaya sokmuştu yolcuları ve yolculayanları.

Gemiden alınan 18 Temmuz tarihli bir telgraf bir şeylerin ters gideceğinin haberini veriyordu sanki:

Ertuğrul Süveyş Kanalı'nda karaya oturmuştu. Kum bankına bindirildikten sonra kanal idaresinin yardımıyla kurtarılmış ve kılavuzun gördüğü lüzum üzerine sahile bağlanırken, rüzgar ve ters akıntı sebebiyle kıçı sahili bulmuştu. Bu sadmeyle dümen bodoslaması kırılarak denize düşmüş ve uzun süren müşkilâtlı aramalardan sonra bodoslama bulunarak gemi ye alınmıştı. Geminin havuza alınarak onarımının yapılmasını takiben yola devam edilebildi.

Singapur'da uyarılmıştı
Ertuğrul'dan alınan telgrafta salimen Kolombo'ya varıldığı ve 1 Kasım 1889 günü Singapur'a hareket edildiği öğrenildi. Gemi 15 Kasım günü Singapur'a intikal etmiş, 28 Kasım'da da Albay Osman Bey'e terfi ettiği bildirilerek Paşalık unvanı verilmişti.

Bu arada hava şartlarının kötüleşmesi tereddütlere neden oluyordu. Nitekim Mabeyn-i Hümayun Başkitabeti'ne gönderilen yazıda yelkenlerini kullanmak suretiyle volta ederek seyir ve seferine devamı elzem olduğu halde kuzey rüzgarlarının şiddetle yoldan alıkoyucu bir rol oynayacağı sebebiyle geminin Hong Kong'a kadar sarf etmesi gereken kömürü almasının da imkansız olduğu hatırlatıldı.

Dahası, “Japonya'ya kadar gidebilmesi için güney rüzgarlarının esme mevsimi olan Haziran ayına kadar Singapur'da kalması ve avdet için de kuzey rüzgarlarının esme zamanı olan gelecek Ekim'e kadar Japonya'da beklemesi gerekmektedir" denilmekteydi.

Ertuğrul Haziran 1890'da Yokohama Limanı'na vardı. Japon devlet erkânı ile görüşen heyet, Abdülhamid Han Hazretleri'nin hediyelerini teslim ederek dostluğunu bildirdi. Bundan sonraysa dönüş için uygun zaman ve hava koşulları tartışılmaya başlandı.

Bahriye Nezareti'nden Ertuğrul komutanlığına gönderilen bir telgrafta, “Fırkateynin avdetine müsait güney rüzgarlarının esme mevsimi olan Ekim ayına kadar Japonya sahillerinden Goraka, Hibogo, Nagasaki, hatta güneyin en meşhur iskelesi Şanghay limanında vakit geçirilmesi uygundur" denilerek “Padişah Hazretleri'nin 2 Haziran 1890 tarihiyle yayınlamış olan yüce hükümlerine göre Müslüman ahalisi çok olan Kalküta'ya dahi uğranılması lâzım geleceğinden bu hususların yerine getirilmesi" istenmekteydi.

Ne var ki, Osman Paşa 13 Eylül 1890'da Yokohoma'dan gönderdiği telgrafta, “Yarın değil öbür gün hareket olunacağı umulmaktadır" diye cevap veriyordu. Ertuğrul, Japon makamların tüm uyarılarına rağmen 15 Eylül 1890 Pazartesi günü yola çıktı.

Oysa Uzakdoğu'da tayfunlar ve sağanak yağmurlarla dolu geçen Eylül ayı denizlerde felaketlerin habercisi kabul edilir. Ertuğrul'un seyrettiği mıntıkada özellikle Kumano Denizi en tehlikeli sular olarak bilinir.

Kii Yarımadası'nın doğu ve güney kısmını çeviren bu deniz, yatmış bir öküze benzeyen Oshima Adası'nın çetin kayalıklarında kırılırdı. Ertuğrul, hareketinden 87 saat sonra bu kayalıklara çarparak parçalanacaktı.

Gemi faciaya sürüklenirken makinesini ve kazan dairesini su basmış, makine gücünü kaybetmişti. Artık dalgaların savurduğu bir tabut gibiydi. Nitekim her taraf koyu bir karanlık içindeyken saat 21:30 civarında kulakları yırtan canhıraş bir patlayış ve çatırdamalarla sarsılarak kayalıklara bindirdi.

Mizana direği kıça doğru devrilerek direğe tırmanmış, pek çok denizciyi beraberinde sürükleyerek şehit etmişti. Geminin kayalıklara çarpmasının ardından ahşap gövdesinin enkaz haline gelmesi de pek çok bahriyelinin ezilmesine neden olacaktı.
Anıtla yükselen şüheda ruhu Japon halkı Koshinosaki Feneri yanında faciada hayatlarını kaybeden Osmanlı Bahriyelileri için bir anıt inşa ettirerek yaşananların hafızalardaki yerini daimi kıldı.

Japonların dost eliyle teselli bulduk
Gece yarısı kudurmuş dalgalarla dövülen ve uğultudan başka bir ses işitilmeyen Kashinozaki Feneri'ne bir yabancı geldi. Bunu ikişerli ve üçerli gruplar halinde 10 kişi daha izledi. Hepsi sendeleyerek yürüyorlardı, perişan haldeydiler. Fener bekçileri bilhassa yaralı olanlara ilk yardımları yaptılar.

Sabaha karşı Koshino köyüne ulaşan kazazedelerin sayısı 69'u buldu. Kazazedeler Day Ryuki Mabedi'yle Koshino İlkokulu'na yerleştirildiler. Oshima köyü doktoru Keysay Kobayaşi, Ichiro Date ve Su Matsuşita yaralıların tedavisi için yoğun çaba sarf etti.

Facia haberini alan İmparator Meiji ile İmparatoriçe derhal Merasim Dairesi'nden Niva Riyunoske ile Mabeyn doktorlarından Siou Matsuşita'yı ve 13 hastabakıcıyı Kobe'ye gönderdiler. Kazazedeler bir süre hastanede tedavi gördüler; iyileştikten sonra da Hiyei ve Kongo isimli Japon savaş gemileriyle İstanbul'a gönderildiler. Kurtulan 69 kişi dışındaki mürettebat, Amiral Osman Bey dahil, hayatını kaybetmişti.

Bu trajik olayın Osmanlı ve Japon halklarını birbirine yakınlaştıracağını kim bilebilirdi? Japonlar kazazedeler için yardım kampanyaları düzenlediler, hayatta kalanların salimen memleketlerine dönebilmeleri için de ellerinden geleni yaptılar.

Faciada boğularak can verenlerden cesedi bulunan 150 Türk denizcisinin naaşları ise Kushimoto, Wakayama kasabası sahilindeki fenerin yanında açılan mez.arlara defnedilmiş ve burası Türk denizcileri için kurulmuş ilk Müslüman mezarlığı olmuştu.

Faciadan 39 yıl sonra, 3 Haziran 1929'da İmparator Hirohito mezarlığı ziyaret ettikten sonra burada bir abide kurulmasına karar verecekti.

Olayın anısını yaşatmak üzere Kushimoto'da 1974 yılında inşa edilen Türkiye Ertuğrul Şehitleri Müzesi'nde faciaya ait eşya ve tablolar yer almakta ve her beş yılda bir anma törenleri düzenlenmektedir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Haziran 2008'de gerçekleştirilen törenlerde hazır bulunduğunu da hatırlatalım.

Bu elim hadise Türk ve Japon milletleri arasında gönül bağlarının kurulması için atılan sağlam bir ilmek olmuştu.
Kushimoto kasabası Mersin ve Yakakent ile kardeş şehirdir. Kushimato'da bir de müze bulunmaktadır. 1974 yılında inşa edilen ''Türk Müzesi''nde Ertuğrul Fırkateyni’nin maketi, gemideki asker ve komutanların fotoğrafları ve heykelleri bulunmaktadır.

Hafızalar ve hatıralardaki yerini ve acısını hâlâ muhafaza eden Ertuğrul faciası, bugün de iki millet arasındaki gönül köprülerinin mayası olmaya devam ediyor.