El-Aksa’nın iki önemli abidesi: Kubbetü’s-Sahrave Aksa Camii

HABER MERKEZİ
Abone Ol

Kubbetü’s-Sahra ve Aksa Camii üç semavî dininkutsal kabul ettiği Müslüman Kudüs’ün unutulmazsembolleridir. Filistin’deki An-Najah Ulusal Üniversitesiöğretim üyelerinden Haithem F. Al-Ratrout bumuazzam eserleri mimari ve tarihî açıdan inceliyor.

Emeviler, Kudüs şehrinin inşası sırasında, Mescid-i Aksa ve çevresine dair genel planlamanın aslî öğeleri olan Kubbet-üs-Sahra’yı ve Aksa Camii’ni inşa ettiler. Bu yapıların inşa edilmesinin ardında hem dinî, hem de siyasî sebepler yatmaktadır. Halife Abdülmelik, Kudüs şehrinin üç tek tanrılı dinin kutsal saydığı bir bölge olmasından ileri gelen zenginliği ve aynı zamanda Kudüs’ün insanlık tarihinde inşa edilmiş, dünyanın ikinci mescidine ev sahipliği yapması ve Müslümanların ilk kıblesi olması sebebiyle bu yapıları inşa ettirmiştir. Kudüs’te İslamiyetin üç boyutlu bir simgesi olarak yaptırılan Mescid- i Aksa, bölgedeki Müslümanlar tarafından inşa edilen erken dönem genel şehir yapısının kasıtlı bir biçimde güçlü ve yapmacık bir etki yaratmayı hedefleyen bir parçasıdır.

Mescid-i Aksa’nın inşasına ilişkin İslamiyetin ilk yıllarında yapılan genel planın bir parçası olarak, El Aksa bölgesinde 7. ve 8. yüzyıllarda birçok bina inşa edildi. Kubbetü’s-Sahra ve Aksa Camii, bazı özel işlevleri yerine getirmek üzere tasarlanmış en önemli yapılar arasında yer alıyordu. Sonuç olarak her iki yapıda farklı formlar ortaya çıktı. Ne var ki bu iki önemli yapı aynı mimari tarzın ürünleridir. Okumakta olduğunuz makalenin önemi tam da burada ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada amaç, El Aksa bölgesindeki en önemli iki yapının tarihini ve mimari niteliklerini, bu yapıların tarihî ve mimari gelişimleri bağlamında bilimsel ve akademik bir bakış açısıyla kısaca ele almaktır. Bu temel amaca ulaşmak üzere, makalede disiplinlerarası ve çok-disiplinli bir yaklaşım benimsenmiş; özellikle tarih, arkeoloji ve mimari disiplinlerinden faydalanılmış, aynı zamanda bu yapıların dinî kaynaklarda nasıl yorumlandığı ele alınmıştır.

Mescid-i Aksa ve çevresi.

Altın bir rüya: Kubbetü’s-Sahra

Kubbetü’s-Sahra, El Aksa bölgesinin merkezinin hemen yakınında, birkaç metre ötede, kuzeybatıda yer alır. Sekizgen şeklindeki yapının ortasında yer alan sütunun dış yüzünü çevreleyen tavanın hemen altında yer alan Kufi yazısına göre 691 yılında (Hicri 72), Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanında yapılmıştır. Miladî 9. yüzyılda restore edilmiş, yapının kurucusunun adı silinip yerine Abbasi Halifesi Memun’un adı yazılmıştır.

Mimari yapısına ilişkin bilimsel çalışmalar, 1862 yılından beri, aralarında Melchior de Vogüé ve meslektaşları, Wilson (1864) [Moscrop, 2000, s.53], Clermount-Gannaeu (1873), Richmond, Creswell, Van-Berchem (1922), Raby, John (1992) ve al-Ratrout’un da yer aldığı (1998) birçok bilim insanı tarafından gerçekleştirilmektedir. Ne var ki, İslamın erken dönemleri açısından bu yapıların sahip olduğu tarihî, mimari ve sembolik anlamlar halen araştırılmayı beklemektedir (Şekil 1).

Kubbetü’s-Sahra’nın yakın bir tarihte kuzeybatıdan çekilmiş bir fotoğrafı (Duncan, 1972, s.15).

Kubbetü’s-Sahra adı, bu mekânın Müslümanlar için sahip olduğu önemi göstermektedir. Yapının üzerine inşa edildiği kayanın İslamiyetteki kutsallığı, Aksa Camii’nin burada inşa edilmiş olmasından ileri gelir [Abd al-Baqi, 1994, 1: s.133] (Şekil 2). Burası aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesi [İbni Kesir, 1994, 1: s.259] ve Hz. Muhammed’in gece yürüyüşünün (İsra) istikametidir. Dahası Kur’an’da dünyanın sonuyla ilgili olarak anlatılan pek çok olay, İbni Kesir gibi bazı Müslüman yorumculara göre bu bölgede geçmektedir [Kâf Suresi 41. Ayet; İbni Kesir, 1994, 4: s.294; el-Awaisi, 1997, s.20].

Kubbetü’s-Sahra’nın neden inşa edildiğiyle ilgili olarak birbirinden farklı detaylar içeren iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilki El-Yakubî’ye aittir. El-Yakubî’ye göre bu yapının inşa edilmesinin ardında Abdülmelik ve Abdullah bin Zübeyr arasında, kimin halife olacağıyla ilgili siyasî çekişme yatmaktadır. Abdülmelik bu yapıyı inşa ettirerek, rakibinin hac mevsiminde Müslümanların desteğini kazanmasına mani olmayı amaçlamıştır [El-Yakubî, 1999, 2: s. 182]. El Makdisî’nin yorumuna göre ise, “Abdülmelik eski Suriye ve Kudüs’teki muhteşem Hıristiyan mimarisini gördükten sonra bunun Müslümanların kafasını karıştırabileceğini düşünmüş, bunun önüne geçmek maksadıyla Kubbetü’s-Sahra’yı inşa etmiştir” [El Makdisî, 1987, s.139].

Kubbetü’s-Sahra eşit uzunlukta cephelerden oluşan sekizgen bir yapıdır.

Ne El Yakubî, ne de El Makdisî yapının inşa edilmesinin ardında yatan asıl sebebi ortaya koyabilecek somut ve ikna edici bir delil ortaya koyabilmiştir. Kubbetü’s-Sahra’nın mimari güzelliği ve dekoratif zenginliğinin erken dönem Müslüman yazarları etkileyerek Kubbetü’s-Sahra’nın niçin inşa edildiğiyle ilgili bazı hipotezler geliştirmeye ittiği anlaşılıyor. Fakat Abdülmelik’i Kubbetü’s-Sahra’yı inşa etmeye iten sebep her ne ise, bunun El Aksa bölgesinin yeniden inşa edilmesiyle doğrudan bağlantılı olduğunun akılda tutulması gerekiyor.

Kubbetü’s-Sahra, El Aksa bölgesinde ve Kudüs semalarındaki en göz alıcı yapıdır. Bu durum, Abdülmelik’in bu yapı ile El Aksa bölgesinin ve uzaklarda görülen Kudüs’ün en dikkat çekici binasını yaptırmak istemiş olabileceği görüşünü destekliyor. Burada söz konusu yapının inşası için gerçekleştirilen büyük ölçekli çalışmanın ve sarf edilen insan emeğinin, Abdülmelik’in ve oğlu Velid’in Kudüs’le ilgili planlarının bir parçasını oluşturduğu açıkça görülüyor. Bu plana göre devasa Emevi saraylarının inşa edilmesi [Ben-Dov, 1985, s. 220] ve Kudüs çevresindeki yolların onarılması gibi önemli kilometre taşlarının keşfedilmesiyle birlikte, şehrin içinde ve çevresinde gerçekleştirilen bu çalışmalarla Abdülmelik’in asıl amacının Kudüs’te üç boyutlu bir İslamiyet sembolü inşa etmek olduğu görülüyor.

Kubbetü’s-Sahra’nın mimarisi

Kubbetü’s-Sahra eşit uzunlukta cephelerden oluşan sekizgen bir yapıdır; toplam üç adet eşmerkezli halka şeklinde üç sıra duvarı vardır. Bunlardan en içeride kalanı daire, diğerleri sekizgendir (Şekil 3). En dışarıda kalan sekizgen duvar, Kubbetü’s-Sahra’nın dış sınırını belirler. Bu duvar büyük taş parçaları kullanılarak inşa edilmiş olup 1,3 metre kalınlığındadır [Richmond, 1934, s. 14]. Sekiz cephenin her birinin uzunluğu 20,6 metre; yüksekliği ise 2,6 metre uzunluğundaki korkuluk duvarı da (parapet) dâhil olmak üzere 12,1 metredir. Sınırı teşkil eden bu duvarın dört yüzü, neredeyse tam tamına dört ana yönü gösterir. Bunların her birinin ortasında bir kapı ve –kapılarla birlikte– toplam yedi pencereyle yarım daire şeklinde destek kemerleri bulunur. Clermont-Ganneau’ye göre bu pencerelerden beşi gerçekten kullanılmaktadır. Pencereler farklı renklerle bezenmiş mozaik camla dolu delikleri çevreleyen alçı kalıplarından yapılmıştır. Ne var ki en dışarıda kalan pencereler yalnızca dekoratif amaçlıdır ve her zaman böyle olmuştur [Clermont-Ganneau, 1899, 1: s.181].

Şekil 2 Yukarıda, altta: Kubbetü’s-Sahrankayasını çevreleyen dairesel duvarın planın(Kaynak: Sağ: al-Ratrout, 1998, s.286).nYukarıda, üstte: Kayanın günümüze ait bir içnmekan fotoğrafı (Kaynak: Duncan, 1972, s.57).

Sınır duvarının hemen üzerinde küçük kemer şeklinde bir korkuluk duvarı bulunur. Her bir cephede, üzeri daire şeklinde kemerlerle desteklenen toplam 13 adet boşluk vardır. El-Umarî 1347 yılında (Hicri 748) duvarların üzerinde oyuklar olduğunu yazmıştır [El-Umarî, 1924, 1:140]. Tüm duvarların üst tarafı El-Umarî’nin de ifade ettiği gibi, mozaik bir kaplamayla süslenmiştir [El-Umarî, 1924, 1: 140]. Bu mozaik süslerin varlığı Clermont-Ganneau tarafından da teyit edilmiştir [Clermont- Ganneau, 1899, 1: p190]. Maalesef dış yüzeydeki mozaikleri bugün göremiyoruz, zira bunlar 16. yüzyılda seramik fayanslarla değiştirilmiştir [Richmond, 1924, s.36]. Ancak aşağı kısımlar halen mermerle kaplıdır ki, bunların bir kısmı yapı ilk inşa edildiğinden beri burada durmaktadır.

Ortada yer alan duvar da sekizgen şeklindedir (Şekil 3). Orta duvar yapının iç kısmını iki ayrı kemerli yola ayırır. Bu duvar üzeri yuvarlak kemerleri destekleyen 8 mendirek ve 16 mermer sütundan inşa edilmiştir. Tüm mendirek ve sütunlar, duvarın tamamını çevreleyen süslenmiş ahşap bağlantı kirişleriyle birbirine bağlanmıştır.

Bu duvarın hem iç, hem de dış yüzü başta altın sarısı olmak üzere farklı renklerde mozaiklerle süslenmiştir. En içerde kalan duvar ise küçük bir girintiye sahip olmakla birlikte dairesel şekildedir ve kubbenin üzerine inşa edildiği kayayı çevreler. Yarım daire şeklindeki kemerleri destekleyen toplam dört mendirek ve 12 sütundan oluşan bu duvar bir silindir şeklindedir. Bu duvarın bir kısmı, tamburu simgeler [Richmond, 1924, s.11] ve üzerinde yuvarlak kemerleri destekleyen 16 pencere vardır. Bu duvarın hem iç, hem de dış cephesi ilk yapıldığında cam ve sedeften yapılma mozaiklerle kaplıydı [Richmond, 1924, s.15].

Kubbetü’s-Sahra’nın çatı sistemi iki ayrı öğeden oluşmaktadır. En içteki duvarın içinde kalan ve kayayı çevreleyen alanın tamamını örtmek üzere ahşap bir kümbet kullanılmıştır [İbni Fakih, 1996, s.15; İbn Abd Rabbih, 1953, 7: s.255; el-Makdisî, 1987, s.146]. Ne yazık ki bu ilk kubbe 11. yüzyılda gerçekleşen bir depremde yıkılmıştır [İbni Esir, 1966, 9: s. 294]. Yıkılan kubbenin yerine ilk kubbede yer alan malzemeler de kullanılarak yeni bir kubbe yapılmıştır [Richmond, 1924, s.13; Warren, 1970, s.39]. Kubbetü’s-Sahra’nın en iç duvarının etrafında kalan alanın örtülmesi için tamburdan sınır duvarına kadar uzanan tek eğimli ahşap bir çatı kullanılmıştır [Clermount-Ganneau, 1899, 1: s.200].

Şekil 3 Üstte, sağda: Kubbetü’s-Sahra’nın planı. Solda: Yapının dairesel duvarlarının inşaat halinde göründüğü biçimiyle çatısız olarak üç boyutlu modellemesi (Kaynak: Al-Ratrout).

Planlamasına ilişkin farklı yorumlar ortaya koyan çok sayıda ayrıntılı araştırma sonucunda, Kubbetü’s-Sahra’nın yapımıyla ilgili yedi teori ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki 1888 yılında Mauss tarafından ortaya atılmıştı ve merkezdeki kubbenin dış çeperine işlenmiş iki kare şeklinden hareketle geliştirilmişti [Mauss, 1888, s.14]. Ardından Fikri [akt. Osman, 1988, s.243] Kubbetü’s-Sahra’nın planının kayanın yakınlarında kesişen iki kare şekle dayalı olduğunu ileri sürmüştü. Osman ise [Osman, 1988, s. 245] başka bir teori ortaya atarak binanın planının Kutsal Kaya üzerine yerleştirilen ve en tepe noktasındaki açısı 45 derece olan bir ikizkenar üçgene dayalı olduğunu söylemiştir. Chen ise 1980 yılında matematiksel bir yaklaşımla yapıyı incelemiş ve Kubbetü’s-Sahra’nın planının kubbeyi taşıyan tamburun iç yarıçapından faydalanarak inşa edilen altın dikdörtgen bölmelere dayalı olduğunu ileri sürmüştür [Chen, 1980, s. 41]. Wilkinson, Chen’in bu teorisine karşı çıkmış ve onun iddiasının alandaki pratik planlama metoduna değil, yalnızca saf matematiksel hesaplara ve karmaşık analizlere dayalı olması sebebiyle kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir [Wilkinson, 1981, s. 156]. Wilkinson’a göre yapı, Bizans döneminden bu yana var olan ve tüm sekizgen yapılarda kullanılmış olan hazır bir plana göre inşa edilmişti. Jacobson Wilkinson’un bu teorisi kabul etti ve bu teorinin o ana kadar teorik olarak incelenmediği ifade etti [Jacobson, 1983, s.145]. 1998 yılında al-Ratrout, Kubbetü’s-Sahra’yı yeniden inceledi ve yapının altın bölmenin değil, sekizgenin oranına göre inşa edildiğini söyledi [al-Ratrout, 2002, s.156] (Şekil 4).

Yukarıda kısaca özetlediğimiz bu teorilerin hangisinin gerçeğe en yakın olduğundan bağımsız olarak, bütün teorilerin planın mükemmel bir hesaba, kendi içinde çeşitli ahenk ilişkilerine sahip olduğunu ve yüksekliklerin belli bir mantığa göre tutarlı olarak belirlendiğini kabul ettiği görülmektedir. Plan, bölmeler ve yükseklik birbiriyle bağlantılıdır ve dikkatlice hesaplanmıştır. Bu durum Kubbetü’s-Sahra’nın inşasına ne kadar büyük bir önem atfedildiğini göstermektedir. Binanın boyutları, bölgede Kubbetü’s-Sahra ile aynı dönemde inşa edilmiş olan diğer binalarla ahenk içindedir. Sözgelimi binanın ortasında yer alan duvarın (tambur) iç yarıçapı, Altın Kapı’nın iç kenarlarının uzunluğuyla bire bir aynıdır (20,37 metre). Binanın ana kapılarının genişliği ise (2,81 metre), Haşmi ve Esbat Kapılarının genişliği ile aynıdır. Bu tür bağlantılar, Kudüs’teki binaların yapımında kullanılan bir tür yerel planlama örneğinin burada da kullanılmış olabileceğini göstermektedir.

Şekil 4nSağda: al-Ratrout’un Kubbetü’s-Sahra’nınnplanlamasına ilişkin teorisi. Solda: Kubbet-üs-nSahra’nın enine kesitinde görülen orantısal sistemn(Kaynak: Al-Ratrout, 2002, ss. 282-286).

Kubbetü’s-Sahra’nın dekorasyonu

Kubbetü’s-Sahra’nın dekorasyonunda mermer, ahşap, alçı ve mozaik gibi farklı malzeme ve dokulardan faydalanılmıştır. Binanın hem içinde, hem de dışında dekorasyon için en çok kullanılan malzeme cam mozaiktir. Örneğin iç yüzeydeki mozaiğin kapladığı toplam alan 1200 metre karenin üzerindedir [Van Berchem, 1922, s.42]. Mozaiklerde kullanılan sanatsal motifler hiç kuşku yok ki, kendi başlarına birer tema ve konuya sahiptir. Kubbetü’s- Sahra’nın mimarisinde ifadesini bulunan görsel mesajın parçalarından birini oluşturmaktadır.

Mimari ve bitkisel kompozisyonlar, dekorasyonların ana teması olarak ön plana çıkmaktadır. Bu süslemelerin bir kısmı üslup bakımından Altın Kapı ve İkili Kapı’da yer alan motiflere çok benzer. Grabar Akdeniz bölgesi ve İran’da geç antik dönem mimarisinde dış cephede renkli mozaik kullanımının son derece nadir görüldüğünü söyler [Grabar, 1996, s.55]. Bunun tek istisnası, kisve renklerinin kullanımının yasaklandığı ve kisvenin üzerinde altın işlemeler olan siyah bir örtüye dönüştürüldüğü Abbasi dönemine kadar her yıl renkli bir ‘kumaşla’ (kisve) kaplanan Kâbe’dir [Burckhardt, 1976, s.4]. Kubbetü’s-Sahra’da ise bölgede bilinmekte olan bazı mozaik dekorasyon tasarımı teknolojileri kullanılmıştır. Dış cephede kullanılan bu süslemelerin amacı, tıpkı Kâbe’de olduğu gibi, uzun mesafelerden bile bir etki yaratmaktır. Kubbetü’s- Sahra ile üzerinde kurulduğu Kutsal Kaya arasında Mekke’deki Kâbe’ye benzer bir ilişki vardır. Başka bir ifadeyle Kâbe, Kubbetü’s-Sahra’ya ilham veren arketiptir.

Kubbetü’s-Sahra’nın dekorasyonu ile ilgili en önemli sorun, sofistike sembolik sistemlerin bolluğu ve farklı yorumlamalara mahal verebilen soyutlamaların çokluğudur. Söz gelimi Rosen-Ayalon’a göre Kubbetü’s-Sahra cenneti sembolize etmektedir. Yazar çalışmasının bir başka bölümünde ise “yeniden diriliş” temasının işlendiğini tespit ettiğini söyler.

Mimari açıdan bakıldığında Hıristiyanlar sekizgen yapılarla ölülerin yeniden doğması arasında bir bağlantı kurarlar. Hıristiyan mezarları üzerinde sekizgen şekiller görmemizin sebebi belki de budur. Müslümanlar açısından bakıldığında ise “yeniden doğuş” gününde Kur’an’da ifade edildiği üzere “...O gün Rabbinin Arş’ını bunların da üstünde sekiz taşıyıcı taşır” [Hakka, 17]. Sekizgenin sekiz tarafı, Rabbin tahtını taşıyacak sekiz meleği simgelemektedir [İbn Kesir, 1994, 4: s. 532]. Bu, sekizgen şeklinin geometrisiyle de uyumlu bir görüştür. Aslına bakılırsa Müslümanlara ait mabetlerde sekizgen ilahî güçle ilişkilendirilir. İslamiyetin ilk günlerinde sekizgen şekil, yeniden doğuşla belli ölçüde bağlantılı olsa da onu sembolize etmemektedir.

Kubbetü’s-Sahra’nın dekorasyonunda mermer, ahşap, alçı ve mozaik gibi farklı malzeme ve dokulardan faydalanılmıştır.

Kubbetü’s-Sahra’nın vefalı yoldaşı Aksa Camii

Aksa Camii, Mescid-i Aksa bölgesinin güney duvarı yakınında, Kubbetü’s- Sahra’nın karşısında yer almaktadır. Aksa Camii’nin yapımı hiç şüphe yok ki, Müslümanların İslamiyetin erken dönemlerinde Mescid-i Aksa bölgesine dair geliştirdikleri vizyonlarının bir parçasıdır. Ömer Camii’nin yerine yapılan bu yapı, ondan çok daha büyük ve çok daha ihtişamlıdır [Rosen-Ayalon, 1989, s.5]. Bu, ilk dönem Aksa Camii’nin tarihi ve mimarisine ilişkin bir dizi soruyu beraberinde getirmektedir.

Al Makdisî, Aksa Camii’ne ilk atıfta bulunan kişidir (985, Hicri 375). O bu yapının Abdülmelik tarafından 685- 705 (Hicri 66-86) yılları arasında inşa ettirildiğini söyler. El Vasıtî’nin 11. yüzyılın başındaki yazılarında, el-Sayutî (Hicri 813-880) ve el-Uleymî’nin (Hicri 896) yazılarında da bu bilgi yer alır.

Mescid-i Aksa

Bunların aksine İbni Esir Aksa Camii’nin Abdülmelik’in oğlu Velid tarafından inşa ettirildiğini (Hicri, 86- 96) söyleyen ilk kişidir. Creswell ve Sharāb da Mısır’da Afrodit Köyü’nde bulunan bazı el yazmalarından hareketle İbni Esir’nin Aksa Camii’nin Velid tarafından yaptırıldığı yönündeki iddiasını destekler [Bahat, 1996, s.85]. Söz konusu el yazmalarında Kudüs valisi ile 709-714 (Hicri 90-96) yılları arasında Mısır valiliği yapmış olan Müslüman Kurrah İbni Şarik arasındaki yazışmalar yer almaktadır. Bu yazışmada “Beytülmakdis camiinin inşaatında çalışan” vasıflı amelelerin yaptığı restorasyon işlerinden söz edilir [Creswell, 1969, 1: ss.373-374].

Ne var ki Rosen-Ayalon’a göre az sayıda işçinin varlığı, yapılmakta olan işin çok büyük boyutta olmadığını, bu durumun daha ziyade ya El Aksa bölgesindeki küçük çaplı bir inşaat işine veya uzun süredir devam etmekte olan düzenli bir restorasyon faaliyetine işaret ettiğini söyler. Dolayısıyla Aksa Camii’nin yapımı ile ilgili olarak ilk adımın Abdülmelik tarafından atıldığı, fakat tamamlanmasının oğlu Velid zamanına denk geldiği sonucuna varmamak zordur.

Aksa Camii’nin mimarisi

Aksa Camii kuzey-güney doğrultusunda inşa edilmiş dikdörtgen bir taş yapıdır. Ortasında genişçe bir nef ile kalkanlı keresteden bir çatı ve güney yakasında bir kümbet bulunur (Şekil 5). Nefin duvarlarında iki sıra kemerli pencere yer alır. Kemerlerin uçları hafifçe sivridir. Pencereler dikey konumda olup her bir kemerin üzerinde üç tane pencere bulunur. Nefin her iki tarafında kuzey güney doğrultusunda, uçları hafif sivri sıra kemerlerle birbirinden ayrılmış koridor sıraları vardır [Hamilton, 1949, s.4].

Aksa Camii’nin mimarisi.

Binanın dekorasyonunda ağırlıkla renkli mozaik ve mermer kullanılmıştır. Aksa Camii’nin bugünkü görünümü yukarıdaki gibidir, fakat İslamiyet’in ilk dönemlerinde bundan çok farklı görünüyordu. Binanın yeniden yapımıyla ilgili en eski yazılı kayıtlar, büyük bir ihtimalle Abbasi Halifesi Mehdi tarafından yapılan (Hicri 164) ve Aksa Camii’nin görünümünü önemli ölçüde değiştiren bir yapı çalışmasına işaret eder. Mescid-i Aksa, Mehdi’nin talimatıyla gerçekleştirilen yeniden yapım işlerinden 10 ya da 20 yıl kadar öncesinde Ebu Cafer el-Mansur tarafından, Hicri 130 (Miladi 746) yılında gerçekleşen depremin etkisiyle göçen bölümleri restore edilmiştir [Briggs, tarihsiz, s.38].

1938-42 yılları arasında Aksa Camii’nde gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları sırasında Hamilton, kuzeyden güneye uzunluğu bugünkü binadan 19 metre daha kısa olan orijinal binanın bugünkü zeminin 0.50- 0.80 metre kadar altında, mermer bir zemininin bulunduğunu ortaya koymuştur. İlk binada kubbe yoktu ve bina kuzeyden güneye uzanan koridorlara ayrılmıştı. Bu koridorları birbirinden ayıran sıra kemerlerin merkez noktaları arasındaki ortalama uzaklık 4.20 metre, kalınlıkları ise 0.62 metreydi. Bu sıra kemerlerin sonunda aynı boyutlarda bir duvar ayağı yer alırdı. Caminin kuzey cephesinde genişliği 4 metre olan ve kuzey duvarına paralel konumlanmış bir veranda yer alıyordu (Şekil 6). Binanın ana ekseni ve bunun genişliği ya da tespit edilen kapıların sayısı ile ilgili bir bilgiye sahip değiliz. Orijinal bina Abbasiler döneminde kuzey-güney hattının bugünkü kuzey duvarına kadar uzatılması, zeminin yukarı taşınması, merkezde geniş bir nef yapılması, kubbenin ve kubbeyi taşıyan kemerlerin yapılmasıyla değiştirildi (Şekil 7). Yeni binanın kuzeyden sonradan yapılan kubbeye kadar uzanan nefinin uzunluğu yaklaşık 52 metreydi. Her iki tarafta merkezleri arasındaki mesafe ortalama 4.28 metre olan 12 kemer yer alıyordu [Hamilton, 1949, s.63].

İslamiyet bağlamında Aksa Camii ile genel olarak Mescid-i Aksa bölgesinin şehircilikle arasındaki ilişkinin tam manası, el Makdisî’nin binanın yerine ilişkin açıklamalarına bakılarak anlaşılabilir [el-Makdisî, 1987 (985), s.146]. Buna göre Aksa Camii eksenel bir konsepte sahiptir; dolayısıyla bu caminin planında yapılan her değişikliğin sebebi, Kubbetü’s-Sahra’nın zorunlu konumudur.

Aksa Camii’nin mimarisi.

Al Makdisî’nin sözünü ettiği Abbasi döneminde gerçekleştirilen Aksa Camii ile ilgili düzenlemeler 1033 yılındaki (Hicri 425) depreme kadar devam etmiştir. Bugünkü kubbenin kuzeyine doğru uzanan 15 koridorun tamamı, mesnetleriyle birlikte bu depremde yıkılmıştır. Nedendir bilinmez, ortadaki üç kapı ayakta kalmıştır. Depremin ardından nefin sıra kemerlerinde içeri doğru hafifçe bir eksen kayması olmuştur [Hamilton, 1949, s.71]. Binanın depremden sonra inşa edilen nefi, yıkılan nef ile aynı boyuttadır; fakat nefi desteklemek için bu kez merkezleri arasındaki uzaklık ortalama 7.43 metre olan yedi kemer kullanılmıştır. Bu aşamadaki destekler ve ayaklar, önceki döneme göre çok farklı bir karaktere sahiptir. Yeni destek ve ayaklar eskilerine göre çok daha büyüktür. Khus-rū’nun Aksa Camii ile ilgili yapmış olduğu açıklama [Khusrū, 1949, ss. 56-65] ve sonradan keşfedilen bir kitabeye göre, 1033 yılında (Hicri 425) bu büyük değişikliğin yapılması talimatını veren kişi Fatımî Halifesi Tahir’dir (Hicri 411-427).

12. yüzyılda Tapınak Şövalyeleri Aksa Camii’ni kendi ihtiyaçları için kullandı ve ön tarafına bir veranda inşa ettiler. Yapının evrimindeki son değişiklik ise 1345 yılında (Hicri 746) gerçekleşti. Bu değişiklik verandadaki adına ithaf edilmiş kitabeden de anlaşılacağı üzere 14. yüzyılın ortalarında Memlûk sultanları Kamil ve Malik Nid Hasan’ın idaresinde Aksa Camii’ne son halini veren İzzeddin Aybek’le özdeşleştirilmiştir. O zamandan bu yana binada kayda değer bir değişiklik yapılmamıştır [Hamilton, 1949, s.74].

Aksa Camii’nin mimarisi.

Kâbe’nin kutlu kardeşleri

Sonuç olarak denilebilir ki; Mescid- i Aksa bölgesiyle özdeşleştirilmiş farklı dinî veçheler ve Müslümanların buradaki dinî faaliyetleri, Emevi mimarların kökleri İslamiyet inancının derinlerinde yatan bazı fikirler geliştirmesine imkân sağlamıştır. Bu çerçevede Kubbetü’s-Sahra’nın sekizgen tasarımıyla Aksa Camii’nin geniş nefi, bölgenin sahip olduğu sembolik hareketlerden ileri gelmektedir. Mescid-i Aksa’nın İslamiyetteki kutsiyeti Mekke’ye kadar uzanmaktadır. Her bir form hem fonksiyonunu, hem de Mescid- i Aksa bölgesindeki çok önemli iki binanın anlamını yansıtmaktadır.

Bu formların mimari ve sanatsal anlamda ele alınış biçimleri, ilginç bir envanter teşkil etmektedir. Örneğin mozaik süslemelerin bir binanın tüm dış cephelerine uygulanması, 7. yüzyıl mimarisinde hiç görülmeyen bir şey değilse de, kesinlikle çok nadirdir [Grabar, 1996, s.63]. Tasarımcının niyeti yerel inşaat tekniklerini ve mimarlık metotlarını kullanarak görsel bir etki veya duyusal bir izlenim yaratmaktır.

Şekil 5 Solda: Kudüs’teki Aksa Camii’nin bugünkü görünümü. Siyah renk, bugünkü Aksa Camii’de görülebilen Müslümanlardan kalma kalıntıları (Hamilton, 1949). Üstte: Aksa Camii’nin planı (Duncan, 1972, s.17).

Şekil 5 Solda: Kudüs’teki Aksa Camii’nin bugünkü görünümü. Siyah renk, bugünkü Aksa Camii’de görülebilen Müslümanlardan kalma kalıntıları (Hamilton, 1949). Üstte: Aksa Camii’nin planı (Duncan, 1972, s.17).

Formlar ve bu formların dekorasyonu, Mekke’deki kutsal yapılarıyla Mescid- i Aksa arasında bağlantı kuran ve onu belleklerinde özel bir yere kuran Müslümanlar açısından önemli semboller barındırmaktadır. Bu durum yalnızca surlar içinde kalan bölge için geçerli değildir. Zira tasarımcı burada uzaktan gelip geçen izleyiciyi de etkilemek istemiştir. Başka bir ifadeyle, bu bölgeyi tasarlayanlar, Beytülmakdis’e dair mutlak bir İslamî imge oluşturmak istemişlerdir.

Müslümanlar surlarla kaplı alan içerisinde yer alan binalarına büyük bir önem vermişlerdir; Kubbetü’s-Sahra’da gördüğümüz haliyle plan, bölüm ve yüksekliklerin boyutlarının koordinasyonu ve ince geometrik hesaplara Hıristiyanların erken dönem binalarında rastlamak mümkün değildir. Grabar’s göre, “Geç antik çağda ya da erken dönem Hıristiyanlıkta Kubbetü’s- Sahra gibi bir yapı yoktur. Bu yapıyı ve surlar arasında kalan bölgeyi üzerine inşa ettikleri topografik yapıyla bağdaştırmak üzere yer seçimlerini özel olarak yapmışlardır. Erken dönem İslam abidelerinin planlanmasına dair ilginç olan şey, bu binaların boyutlarının standartlaştırılma biçimleridir.

Şekil 6nKudüs’teki Aksa Camii’nendair, bu yapının İslamiyetin ilkndönemlerinde nasıl göründüğününgösteren bir rekonstrüksiyon. Kuzeydoğuyanbakan sağdaki çizimde Abdülmelik’in yapısına ilişkinnmimari ayarlamalar, soldaki resimde ise Aksa Camii’ninnarkeolojik kalıntılar ve al Makdisi’nin tanımları ışığındanbilgisayar ortamında hazırlanmış güneybatıya bakan bir görüntüsüngörülmektedir (Kaynak: Al-Ratrout).

Şekil 6 Kudüs’teki Aksa Camii’ne dair, bu yapının İslamiyetin ilk dönemlerinde nasıl göründüğünü gösteren bir rekonstrüksiyon. Kuzeydoğuya bakan sağdaki çizimde Abdülmelik’in yapısına ilişkin mimari ayarlamalar, soldaki resimde ise Aksa Camii’nin arkeolojik kalıntılar ve al Makdisi’nin tanımları ışığında bilgisayar ortamında hazırlanmış güneybatıya bakan bir görüntüsü görülmektedir (Kaynak: Al-Ratrout).

Gerçekten de Mescid-i Aksa surların içinde kalan bölgede inşa edilen erken dönem İslam eserlerinde gördüğümüz kimi fikir ve konseptler, son derece sofistike bir mimari tasarıma işaret etmektedir. Burada esasen dinî bir amaçla, canlı ve güzel formların sıra dışı zenginliğini açığa vuran bir yaratıcılık vardır. Farklı inşaat malzemelerinin kullanıldığı, mikro ve makro mekânsal ilişkilerin ustalıkla sergilendiği, sağlam bir planlamaya dayanan ve güçlü görsel imgeler içeren bu formlar aynı zamanda yapısal çözümler de sunmuştur. Mescid-i Aksa surlarının içinde kalan alanda yer alan erken dönem dinî yapıların cinsini, tarzını ve karakterini belirleyen başlıca özellikler bunlardır.

Şekil 7nMescid-i Aksa’nın İslamiyet’innilk dönemlerinde nasılngöründüğünü gösteren birnrekonstrüksiyon. Kuzeydoğuyanbakan sağdaki çizimde,nAbdülmelik’in yapısına ilişkinnmimari ayarlamalar, solda isenMescid-i Aksa’nın arkeolojiknkalıntılar ve Al Makdisî’ninntanımları ışığında bilgisayarnortamında hazırlanmışngüneybatıya bakan bir görüntüsüngörülmektedir.

  • Kubbetü's-Sahra'nın yapımında orantısal sistem kullanıldı
  • Binanın orantısı, bir kareden hareketle çizilen bir sekizgen üzerinde inşa edilmiş olmasından ileri gelir [el-Ratrout, 2002, s.168]. Binanın farklı bölümlerindeki uzunluk ve genişlikler arasında 1:1613 oranı sürekli olarak tekrarlanmaktadır. Bu değer Kubbetü’s-Sahra’nın plan, bölme ve yüksekliğinde de ortaya konmuş olup, binanın yapımına gösterilen ihtimamın bir başka göstergesini oluşturmaktadır. Bu oran sekizgene bağlı olduğu için, bina içerisindeki farklı bölmelerin uzunluğu, bir karenin köşegenleri vesilesiyle belirlenmiş olabilir. Binanın yapıldığı dönemde, bu bölgede başka bir sekizgen bina bulunmuyordu. Dolayısıyla binanın planını yapan kişilerin oranlar arasındaki ilişkiyi tespit etmek üzere başka bir yapıyı inceleyebilmeleri mümkün değildi. Fakat Altın Kapı’nın boyutları, Kubbetü’s-Sahra ile tam bir ahenk içindedir. Söz gelimi Altın Kapı’nın iç kenarlarının uzunluğu ile Kubbetü’s-Sahra’nın iç yarıçapının uzunluğu bire bir aynıdır (20.37 metre). Nablus’taki Meryem Ana ve Ravenna’daki St. Vitale Kiliselerinin planlarında yer alan oranlar da, Kubbetü’s-Sahra’nın planındaki oranlarla uyumludur. Fakat bölme ve yükseklikte herhangi bir benzerliğe rastlamak güçtür.

Mescid-i Aksa