Ermeniler mülklerini neden sigortalattı?

YRD. DOÇ. DR. BESTAMİ S.BİLGİÇ
Abone Ol

İzmir Yangını, olayın cereyan ettiği dönemde de, bugün de genel olarak 'Ermeni meselesi' hakkındaki hararetli politik tartışmanın merkezine oturmuştur.

Yangın hakkındaki tartışmalar daha 1922 yılının sonlarında başlamıştı. Lozan'da konferans toplanır toplanmaz özellikle Amerika'daki Ermeniler, Ankara Hükümeti'yle böyle bir antlaşma yapılmasının Ermenilere ihanet anlamına geleceği propagandasını başlatmışlardı. Lozan Konferansı'na karşı çeşitli dernekler kurmuş ve Amerika'daki Rum-Yunan dernekleriyle işbirliğine girmişlerdi.

Bunların temelinde Ermenilerin 1. Dünya Savaşı sırasında İtilaf devletlerinin safında yer alarak tebaası bulundukları Osmanlı İmparatorluğu'na karşı silaha sarıldıkları, bu yüzden bir sürü eziyet çektikleri ve karşılığında Sevr'de kendilerine vaat edilen Ermeni devletinin kurulması tezi yer alıyordu. Lozan'da imzalanacak antlaşma Sevr'in yerine geçecek, bu da Ermenilerin hayallerinin suya düşmesi anlamına gelecekti. Bu yüzden bütün dünyaya, özellikle Hıristiyan kamuoyuna Ankara Hükümeti temsilcilerinin İttihat ve Terakki liderlerinden farklı olmadıklarını duyurmaya çalışıyorlardı. Ermenilere göre nasıl İttihat ve Terakki liderleri Müslüman fanatizmiyle Ermenileri ve diğer Hıristiyanları katlettilerse Mustafa Kemal'in liderliğindeki Ankara Hükümeti de İzmir'i yakmak suretiyle Hıristiyanları imha yoluna gitmişti.

Boynu bükük eşyalar şehri terk ederken… 9 Eylül 1922’de Türk Ordusu İzmir’in denetimini ele geçirmişti. Fotoğrafta Punta’dan Gümrük yönünde Sarıkışla’ya ilerleyen süvariler görülürken, kıyıda İzmir’i terk etmeye hazırlananların eşyaları çaresizce beklemekte.

Amerika'daki Ermenilerin, Ankara Hükümeti'nin Müslüman bağnazlığıyla Hıristiyan varlığını Anadolu'dan silmek için yangını çıkardığı iddialarına Rum-Yunan lobisi yoğun bir destek veriyordu. Aslında bu propagandayı Ermenilerin mi yoksa Rum-Yunan ikilisinin mi başlattığı kesin değildir. Zira Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na 1920'li yıllarda gönderilen bazı raporlarda Lozan'a karşı yürütülen propaganda faaliyetinin arkasında Washington'daki Yunan elçiliğinin bulunduğu ima ediliyordu. Bu pek de mantıksız bir iddia değildir. Çünkü Lozan'da müzakere masasında Türkiye'nin karşısında diğer müttefik devletlerle beraber Yunanistan da oturmaktaydı ve Yunan orduları Anadolu'dan çekilirken neredeyse bütün Orta ve Batı Anadolu'yu yakmışlardı. Daha Lozan Konferansı toplanır toplanmaz Ankara Hükümeti'nin Yunanistan'dan tazminat talep edeceğine dair bilgiler Atina'ya ulaşmış bulunuyordu. Dolayısıyla İzmir'i Ankara Hükümeti'nin yaktığı propagandası Lozan'da Yunanistan'ın elini rahatlatabilirdi.

13 Eylül 1922'de ne oldu?
Bu sorunun cevabını eldeki veriler ışığında net olarak vermek zor. Ancak mevcut verilerin bize ne anlattığına bakmakta yarar var.

Birincisi, Türk birlikleri mevcut literatürün çoğunda iddia edildiği şekilde hem kendi ahalisi olan, hem de orada toplanmış bulunan Hıristiyanlardan intikam almak için İzmir'e girmemişti. 9 Eylül'de ilk düzenli Türk birlikleri şehre giriyordu. Resmî üniformalı Yunan askerleriyse Anadolu'yu Çeşme'den terk ediyorlardı. Burada 'resmî üniformalı' ifadesinin altı çizilmelidir. Zira rivayetlere göre bazı Yunan askerleri sivil kıyafetler giyinmiş olarak İzmir'de kalmaya devam etmişlerdi. Kendilerini saklamaları çok kolaydı. Çünkü İzmir'de çok sayıda Rum birikmişti. Onların arasında fark edilmeleri neredeyse imkânsızdı.

İzmir'de bulunan Amerikan donanmasına mensup subaylar Türk birliklerinin İzmir'e düzenli ve disiplinli bir şekilde girdiklerini yazmışlardır. Hatta önde giden Türk subaylarına bazı evlerden ateş açılmasına, üzerlerine bir el bombası atılmasına rağmen düzenlerini bozmamışlardı.

Eğlencenin merkezi yangına teslim Batı tarzı yaşamın sürdürüldüğü eğlence mekanlarına ev sahipliği yapan Kordon’daki meşhur Sporting Club yangın sonrası işte bu haldeydi. Hemen sağında ise sağlam kalabilen Fransız Konsolosluğu görülüyor.

İzmir'de Yunan makamlarının şehri terk etmesiyle yönetimi eline alan Türk yetkililer ilk olarak düzeni sağlamaya çalışmışlardı. Zira ortalık çok karışıktı. Özellikle Batı Anadolu'nun çeşitli yerlerinden kopup gelen Hıristiyan ahalinin şehirdeki varlığı hem sağlık, hem de güvenlik açısından büyük sorunlar doğuruyordu. Ayrıca şehre bir sürü düzensiz Türk silahlıları da girmişti. Bunlar Batı Anadolu'nun köy ve kasabalarından gelmişlerdi. Bir kısmı Yunan işgalci birlikleri ile işbirliği yapan Rum hemşehrilerinden intikam almak istiyorlardı. Bu kişilerin varlığı Türk makamları için fazladan bir asayiş sorunu doğuruyordu. Zaten askerden kaçmış olan Yunan askerleri ile şehirdeki başıbozuk Rum ve Ermeni çeteleri asayişi yeterince bozuyordu.

İkincisi, İzmir'deki Ankara Hükümeti yetkilileri, Hıristiyan ahaliye Müslüman bağnazlığıyla muamele etmiyorlardı. Aksine, şehrin her tarafına astıkları bildirilerle sivil halka zarar verenlerin en şiddetli şekilde cezalandırılacaklarını duyurmuşlardı. Burada özellikle Sakallı Nureddin Paşa'nın muhafazakârlığına atıfla Paşa'nın şehri Hıristiyan kimliğinden arındırmak için yaktırmış olabileceğine dair bir iddia olduğunu belirtelim. Bu iddiayı desteklemek için anlatılan hikâyelerden biri, Amerikalı bir misyonerin 'Türk askerlerini' bir evi yakarken gördüğünü söylemesidir. İkinci hikâye Nureddin Paşa'nın İzmir metropoliti Hrisostomos'u linç ettirdiğidir.

E. Serçe, F. Yılmaz, S. Yetkin, Küllerinden Doğan Şehir. Fotoğrafta ise İzmir’den ayrılan yabancı kökenli vatandaşlar görülüyor.

İlk hikâyede birkaç problem vardır:
1)'Türkler' geri aldıkları ve neredeyse bütün Milli Mücadele'nin başlama sebebi olan İzmir'i neden yaksınlardı? O dönemde İzmir'de bulunan Amerikan donanmasına mensup Albay Hepburn şehir yanarken Türk sivil ve askerî idarecilerinin çok üzüntülü olduklarını ve “Biz İzmir'i zarar verilmemiş halde aldığımızı düşünerek gurur duyuyorduk, ancak şimdi görüyoruz ki, Yunanlar ile Ermeniler bizi yendiler” dediklerini rivayet etmiştir

2) O dönemde Amerikalı misyonerler, başında fes olup silah kuşanmış herkesi 'Türk askeri' sanmaktadırlar. O yüzden tek başına bir Amerikalının 'Türk askerleri' (Turkish soldiers) ifadesini kullanmış olması tam olarak bir şeyi göstermez.

3)'Türk askeri'nin kim olduğunu bilen ve ne şekilde bir üniformayla dolaştığının farkında olan Greskoviç gibi İzmir'deki gayrimüslim itfaiyeciler ve Amerikalılar bu askerlerin yangını söndürmek için canla başla mücadele ettiklerini anlatmışlardır.

Yangına belediye çözümü 20 Mart 1924 tarihinde çıkarılan bir kanunla itfaiye hizmetlerinin belediyelerce yürütüleceği kararlaştırıldı. İzmir Belediyesi’nin itfaiye işlerini devraldıktan sonra oluşturduğu itfaiye teşkilatına mensup erlerden biri (sağda) ve itfaiye erlerinin Punta civarında eğitim çalışmaları (solda) görülüyor.

Linç meselesi
Nureddin Paşa, Hrisostomos'un linç edilmesini engellememiş gibi görünmektedir. Ancak bu, şehri yaktırdığı anlamına gelmez. Zira Hrisostomos, Nureddin Paşa ve İzmir'in Müslüman ahalisinin gözünde Ortodoks bir din adamı değil, nüfuzunu kötüye kullanarak işgalcilere destek vermiş bir işbirlikçiydi. Gerçi bu faktör linci meşru kılar mı? Bu ayrı bir mevzudur. Burada sadece bazı Ortodoks din adamlarının Yunanların Anadolu işgaline yoğun destek vermiş olduklarını hatırlatalım. 'Bazı' diyoruz, zira başka Ortodoks din adamları da işgali desteklememişlerdi. Hatta Batı Anadolu'nun içlerinden İzmir'e doğru kaçan Rum ahali içindeki bazı Rum Ortodoks papazların Yunanlara kızdıkları ve başlarına gelenlerin onların kendilerini bahane ederek Anadolu'yu işgale kalkışmaları sonucu olduğunu ifade ettikleri rivayet edilmektedir.

9 Eylül'de ilk düzenli Türk birlikleri girmezden evvel şehir Yunan askerleri ve Batı Anadolu'nun çeşitli yerlerinden İzmir'e sığınmış olan Rum ve Ermenilerle dolup taşıyordu. Yunan askerlerinin bir kısmı disiplini muhafaza ederken, diğer kısmı komutanlarını dinlemiyor, düzensiz bir şekilde hareket ediyordu. Sadece askerlerde değil, komuta kademesinde de disiplin kalmamıştı. Neredeyse bütün komutanların kafasında Atina'ya vardıklarında ne tür bir hesaplaşma içerisine girecekleri vardı.

Üçüncüsü, Yunan birliklerinin düzensiz bir şekilde köy ve kasabaları ateşe vererek şehre yaklaşmalarından dolayı İzmir'deki Batılı konsoloslar ve Levantenler buranın da aynı kadere maruz kalacağından endişe ediyorlardı. Bu yüzden 8 Eylül'de Yunan makamlarına başvurarak şehrin yakılmayacağına dair garanti talep etmişlerdi. Konsolosların talebine Yunan makamları olumlu yanıt vermemişlerdi. Zira şehrin yakılmayacağını garanti edemiyorlardı. Buradan Yunan makamlarının ya şehrin yakılmasına karşı olmadıkları ya da emir-komuta zincirinin işlemediği ve kendileri böyle bir talimat verseler bile askerî yetkililerin bunu dinlemeyeceklerini düşündükleri anlamı çıkabilir.

Dördüncüsü, şehri Ankara Hükümeti'nin yaktırdığı iddiasının İzmir Yangını hakkındaki literatürde pek değinilmeyen bir başka yönü vardır. Eldeki bilgiler yangının ilk olarak Ermeni mahallesinde başladığı, daha sonra diğer mahallelere sıçradığı yönündedir. Amerikan arşivlerinde bulunan yangına dair belgelerde Ermenilerin birçoğunun mülklerini çeşitli Amerikan, İngiliz ve Fransız sigorta şirketlerine sigortalatmış oldukları bilgisine rastladık. Buna göre eğer Ermeniler evlerini kendileri boşaltırlarsa, sigorta şirketlerinin Ermenilerin kaybını karşılamayacakları anlaşılmaktadır. Ancak Ermeniler yangın gibi bir sebepten dolayı mülklerinden olurlarsa o zaman sigorta şirketlerinin yükümlülüğü olacaktı.

Mevcut belgelerden ancak bu kadarını anlayabiliyoruz, zira elde bu poliçelerin tam nüshaları yok. Ancak bu nüshalar görüldükten sonra konu hakkında net bir yorum yapılabilir. Bununla birlikte yangının ilk düzenli Türk birliklerinin İzmir'e girdiği gün değil de, bundan 4 gün sonra, yani şehir neredeyse tamamen Türk makamlarının kontrolüne girdikten sonra çıktığını düşünürsek İzmir'i Türklerin yaktığı iddiasının poliçe sahiplerinin sigorta şirketleri nezdinde durumlarını daha güçlü hale getirebileceği anlaşılmaktadır.

Ermeniler mi yaktı?
Bunu o dönemde İzmir'de bulunan Amerikalı mühendis ve Yakındoğu Muavenet Cemiyeti ile de ilişkisi olan Mark Prentiss gibi ifade eden tanıklar olmuştu. Ancak konu hakkında sigorta poliçeleri, Ermenilerin sigorta şirketlerine yaptıkları başvuruların metinleri ve daha sonra açılan mahkemelerin tutanakları görüldükten sonra daha net bir yorum yapılabilir.

Sonuç olarak İzmir Yangını hakkında birtakım bilgilere sahibiz. Ancak bunları bir araya getirdiğimizde tam olarak yangının nasıl ve kimler tarafından çıkarıldığına dair net bir bilgi ortaya koyamıyoruz. Daha fazla araştırma yapılması gerektiği açık.

1922 Eylül'ünde şehirde görev yapan Fransız, İtalyan, İngiliz ve Amerikan konsolosluk temsilcilerinin evrakının da incelenmesi gerekmektedir. Ayrıca bazı Levanten ailelerin, Hıristiyan mültecilerin Yunanistan'a gönderilmesi işine yardım eden Amerikalı gönüllülerin ve İzmir'deki Amerikan Koleji çalışanlarının şahsî evrakları olduğunu biliyoruz. Bunların da görülmesi lazımdır.

Meselenin bir de psikolojik yönü var. Maalesef İzmir Yangını meselesi bugün politik bir tartışma malzemesi haline getirilmiştir. Türk, Ermeni, Yunan ya da hangi millete mensup olursa olsun, tarihçilerin mümkün mertebe kendilerini politik duruşlarından sıyırıp tarihçi olduklarını unutmadan çalışmaları gerekmektedir. Belki o zaman yangının resmini olabildiğince net olarak ortaya koyabiliriz.