Hapşırığın 'Çok Yaşa'tan tarihi

HABER MASASI
Abone Ol

Hapşırırken ağızdan çıkan nefesle birlikte ruhun da dışarı çıkacağına olan inanç insanlık kadar eskidir. Halk arasında hapşırana “Çok yaşa” denilmesi de bu inanışın izlerini taşır. Hapşırığın uğursuz etkilerini tez elden geldikleri yere göndermek adına binlerce yıldır dilimize dolanan bu dilek veya duaların hikâyesini merak ettik. Bakalım 'çok yaşa' ritüeli tarih içinde nasıl bir evrim geçirmiş?

Yunanlılar hapşırdıktan sonra başlarında taşıdıklarına inandıkları ruhlarının sarsılmaması için dua ederlerdi. Romalı askerlerin hapşıran kişiye selam vermesi ordu kuralıyken, sıradan insanlar hapşırdıktan sonra genellikle tanrı 'Jüpiter'e sığınırlardı. Hıristiyanlığın kabulünden sonraysa hapşıranlar Papa'nın emriyle kutsanır oldu. Müslümanlar, Museviler, Hindular dinlerinin verdiği öğüde göre dua edegeldi hapşıran insanlar için.

Toplumsal devamlılığın sağlanmasında önemli işleve sahip birçok ritüel, dinin salık vermesiyle sosyal hayatta kendine yer bulmuştur. Bunlardan belki de en eski ve en yaygını olan hapşıran kişinin kutsanması geleneği, zaman içinde dinî bir duadan bir nezaket ifadesine dönüşerek bugüne ulaşır.

İnsanlar hapşıran kişiyi neden kutsar, onun için neden dua eder? Neden hapşırmak tarih boyunca ölüm, sağlık, afiyet ve esenlik gibi kavramlarla ilişkilendirilmiştir?

Hapşırmanın biyolojik gerçekliğine bakıldığında sağlık, esenlik gibi temennilerin, dile sebepsiz yere yerleşmiş olmadığı anlaşılır. Hapşırma sırasında kalbin yanı sıra birçok vücut faaliyeti çok kısa süreliğine durur. Bu özelliğin eski çağlarda bilinme ihtimali düşük olsa da çoğu zaman bir hastalık belirtisi olduğu düşünülen bu refleksin hep ölümle ilişkilendirilmiş olması ilginçtir.

Yüksek tansiyon ve kalp hastalarının hapşırırken risk altında olması, hapşırığı tutmanın çok olumsuz sonuçlar doğurması (ölüm ve felç gibi) tıbben bilinen bir gerçektir. Eski çağlarda yaşanmış olabilecek bu türden olumsuz tecrübelerin insanların hapşırıktan korkmalarına neden olması muhtemeldir. Özellikle ilkel dönemlerde tedavi edilemediği için ölümle sonuçlanabilen solunum sistemiyle ilgili birçok hastalığın belirtileri arasında yine hapşırığın bulunması, insanların bu reflekse karşı bakışlarını etkilemiştir.

Kralı acıdan kurtaran çuhaçiçeği Ünlü bilim topluluğu Royal Society’nin kurucusu İngiltere Kralı II. Charles’ın (1630-1685) ani ölümü çoğu kimselerce şüpheyle karşılanmıştır. Doktorların, can çekişen kralın ölümünü kolaylaştırmak maksadıyla ona çuhaçiçeği ve amonyak koklatıp hapşırtmaya çalışmak gibi ilginç bir metoda başvurdukları rivayet edilir.

Kötü ruhlar defedilsin diye…
Diğer yandan, neredeyse bütün medeniyetlerde ağız ve burun adeta vücudun kapısı gibi algılanmıştır. İlkel dönemin birçok topluluğunda bu anlamlandırma çerçevesinde gelişmiş adetlerin bulunduğu görülür. Örneğin Zulu kabilesi inanışına göre burun, ruhların bedene girip çıkmasına yarar. Bu nedenle Zulular hapşırmayı insanın içine giren kötü ruhu dışarı çıkarmak için vücudun otomatik bir çabası olarak düşünürdü.

Antik Mısır inancında ise ruh bedeni ağız yoluyla terk ederdi. Bunun için mumyalama tanrısı Anubis maskesi takan rahipler, ölen kişiyi mumyalamadan önce ağzını bir alet yardımıyla açarak ruhun rahatça bedeni terk etmesini sağlarlardı.

Eski Türk inanışlarında da benzer adetler bulunur. İnsanın ağzı, ruhların bedenle ilk temas noktası olarak görülmekteydi. Ölen bir kişinin bugün de uygulanan çenesinin bağlanması adeti, içine şeytan girmemesi için alınan eski tedbirlerdendir.

Avrupa'da özellikle Orta Çağ'da insanların ölüm ile soluk vermenin bağlantılı olduğuna inandıklarını biliyor muydunuz? Bu nedenle nefes vermek (exhale) çoğu zaman ölmek ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla güçlü ve ani şekilde nefes vermeye neden olan hapşırmanın insanın hayatını kolaylıkla sonlandırabileceği düşünülmüştür. Bu inançla ilgili 17. yüzyıldan günümüze ulaşan ilginç bir rivayet vardır.

Doktorlar, İngiltere'de ölüm döşeğinde can çekişen Kral II. Charles'ı ızdıraptan kurtarıp ölümünü kolaylaştırmak için hapşırtmaya çalışmışlar, bunun için de hapşırmayı sağlayan çuhaçiçeği ile amonyak karışımını kullanmışlardı.

Hapşırık hakkındaki inanışların eski Yunan öncesine dayandığını Aristo'dan öğreniyoruz. Aristo'ya göre eski insanlar ruhun kişinin kafasında bulunduğuna, bu nedenle hapşırmanın, başın sarsılmasıyla ruhu etkilediğine inanıyordu. Bu nedenle ruhun zarar görmemesi için dua etmek şarttı.

Yaklaşık 5 asır önce Homeros'un Odysseia destanında hapşırma ilahi bir işaret olarak gösterilmiştir: Penelope, kocası Odysseia'nın gittiği savaştan geri dönmemesine rağmen uzun yıllar boyu kendisine talip olan hiçbir erkekle evlenmemiş ve kocasının mutlaka geri geleceğine inanmıştır. Gerçekten de kocası bir gün yurduna geri döner. Dilenci kılığında gider evine. Penelope, tanıyamadığı kocasını dilenci sanarak konuşurken, oğlu hapşırmaya başlar. Penelope bunu kocasının döneceğine dair tanrılardan gelen bir mesaj olarak yorumlayıp sevinir.

Hapşıran kişinin kutsanması, antik dönemde rastlanır. Hapşıran bir askere 'halve' (selam) denilmesi adetini devam ettiren Sezar, geleneksel bir inanışın askerî norma dönüşmesini sağlamıştır. “Jüpiter seni korusun!” duası özellikle Roma döneminde hapşırığa verilen tepkilerin en ünlüsüydü. Bunun yanında, “uzun yaşayasın” ve “sağlıklı olasın” gibi ifadeler, ruhlarını hapşırığın etkilerinden korumak isteyen insanların en sık başvurduğu temennilerdendi.

Hıristiyan inancında hapşıran kişiye dinî bir temennide bulunulmasının kökeniyle ilgili en genel kabul, Papa Aziz Gregory dönemine uzanır. 8. yüzyılda salgın bir hastalık İtalya'yı kasıp kavurmaktadır. Hastalığın en karakteristik özelliği, hapşırmadır. Papa, hapşırmalarının hemen ardından hastalara “Requiescat in pace!(Huzur içinde yat!)” denmesini tavsiye etmiştir.

Hemen hemen aynı dönemlerde salgın hastalıklarla boğuşan İzlanda'da hapşıran kişiye “Tanrı seni korusun!” denildiği ya da hapşıran kişinin kendi kendine “Tanrı beni korusun!” şeklinde dua ettiği bilinir.

Genellikle Orta Çağ Avrupa'sında hapşırığın ölüm ve kötü şansla bağdaştırılması nedeniyle değişik uygulamalar ortaya çıkmıştır. Örneğin, Avrupa'da bazı bölgelerde doğumdan hemen sonra çocuğu soğuk algınlığına karşı korumak, dolayısıyla ölümcül görülen hapşırığı engellemek için burun deliklerine kutsal yağ veya tükürük sürülmesi adettendi. İskoçya'nın bazı bölgelerinde ise bu iş için bir parça mum yağından faydalanılmıştı.

Eski çağlarda hapşıran kişinin kısa sürede öleceği ya da kötü şansa sahip olacağı düşüncesinin aksine Müslümanlar ve Yahudiler, hapşırmanın insanları sağaltıp gençleştirdiğine inanırlar. Onlara göre hapşırmak aslında sağlıklı ve yaşıyor olmanın önemli belirtilerinden biridir. Örneğin Tevrat'ta hapşırma, yeniden diriliş mucizesinin anlatıldığı bir hikâyedeki en önemli sembol olarak belirir. Elişa peygamberin (Kur'an'daki ismiyle Elyesa) ölen bir çocuğu hayata döndürme mucizesi şöyle anlatılır:

“Elişa eve vardığında, çocuğu yatağında ölü buldu. İçeri girdi, kapıyı kapayıp Rabb'e yalvarmaya başladı. Sonra ağzı çocuğun ağzının, gözleri ve elleri de çocuğun gözleri ve ellerinin üzerine gelecek biçimde yatağa, çocuğun üzerine kapandı. Çocuğun bedeni ısınmaya başladı. Elişa kalkıp odanın içinde sağa sola gezindi, sonra yine dönüp çocuğun üzerine kapandı. Çocuk yedi kez aksırdı ve gözlerini açtı…”

  1. Dünyadan 'çok yaşa'tan hapşırık temennileri
  2. Kökeninde çoğunlukla dinî bir temenni bulunsa da neredeyse bütün milletlerde hapşıran kişi için söylenen bir söz bulunmaktadır: Azeriler “Sağlam ol!”, İranlılar “Afiyet (sağlık, esenlik) olsun!”, Boşnaklar “Sağlığına…”, İrlandalılar “Tanrı bizimle olsun!”, Danimarkalılar “Yararına olsun!”, Ermeniler “Uzun yaşayıp başarılı olasın!”, Çekler “Tanrıya selam!”, Finler “Sağlığına…”, İzlandalılar “Tanrı sana yardım etsin!”, Maltalılar “Yaşa!”, Ruslar “Sağlıklı ol!”, Vietnamlılar “Doğa ana kutsasın!”… Türkçede hapşıran kişiye söylenen “Çok yaşa!” ve cevap olarak verilen “Sen de gör!” (Yaşadığımı sen de gör / Beraber çok yaşayalım) kalıbı en çok Hindu geleneğindeki temenniyle benzerlik göstermektedir. Hindu geleneğinde bir kişi hapşırdığında yanındaki “Yaşa!” der, hapşıran ise “Seninle beraber!” diye karşılık verir.
Müslümanlar nasıl hapşırır?
İslamiyette ise hapşıran bir Müslümanın yaratıcının lütfuna “Elhamdülillah!” diyerek şükretmesi gerektiğine inanılır. Bir Müslüman hapşırıp şükrettiğinde, bunu duyan yanındaki kişi “Yerhamukeallah!” (bayanlar için Yerhamukiallah” (Allah sana merhamet etsin!) diye dua eder. Hapşıranın cevabı ise, “Yehdikumullah ve yuslih balakum” (Allah sana -doğru- yol göstersin ve iyilik versin) olmalıdır.

İslamiyette hapşırık ile ilgili bu uygulamalar Hz. Muhammed'in (sas) hadislerine dayanır. Önemli hadis kaynaklarından Sünen-i Tirmizî'nin kitabının “Edeb” bölümünde, içerisinde hapşırmanın geçtiği 13 hadis yer almaktadır. Bir seferinde Hazret- i Peygamber şöyle buyurmuştur: “Müslüman'ın Müslüman üzerinde 6 hakkı vardır: Karşılaştığında selam verir, davetine icabet eder, aksırdığı zaman elhamdülillah derse 'yerhamükallah' der, hastalandığında ziyaretini yapar, öldüğünde cenazesinin ardından yürür, kendisi için sevdiğini o kardeşi için de sever.” İslam inancında bir kişiye 3 kereye kadar hapşırdığında dua edilir; çünkü 1, 2 veya 3 kez hapşırmak sağlığın göstergesidir ve insan hapşırdıktan sonra sağlıklı olduğu için şükretmelidir. Daha fazlası o kişinin hastalık nedeniyle hapşırdığını gösterir. Hapşırdıktan sonra şükretmeyene dua edilmez. Biri hapşırır da şükretmeyi unutursa, yanındaki kişi kibarca hatırlatmalıdır. Müslüman olmayan biri hapşırdığında ise “Yehdikumullah” (Allah sana -doğru- yol göstersin) denilir. Gayrimüslim Araplarda da hapşırıkla ilgili çeşitli adetler görülmektedir. Örneğin Hıristiyan Araplarda hapşıran kişiye “Sağlıklı olasın!” denilmesi bir gelenektir. Musevi Araplarda ise “Yaşayasın!” deyimi kullanılmaktadır

Çok yaşa sen hapşırık!
Hapşıran kişiyi kutsamak için kullanılan kalıp söylemler yanında, hapşırıkla ilgili değişik inanışlar da bütün kültürlerde yaygındır. Örneğin, Aristo öğleden gece yarısına kadarki sürede hapşırmanın iyiye, gece yarısıyla bir sonraki öğle arasındaki sürede hapşırmanın ise kötüye alamet olduğuna inanmaktaydı.

Alman halk inanışında nikâhtan önce çiftlerden birinin hapşırması kötü şans olarak yorumlanırken, vaftiz töreninden önce hapşıran bebeğin akıllı olacağına inanılır.

Amerikan kültüründe ise pazar günü kahvaltıdan önce hapşıran kişinin ölüm haberi alacağına inanılır. Benzer şekilde, birileri kötülüğü defetmek için “Tanrı seni kutsasın” diyene kadar hapşıran kişinin kötü şansın etkisinde kalacağı düşünülür.

Türkmen inanışına göre de cuma günü hapşırmak buluşmaya işarettir. İran'daki inanca göreyse biri dilek tuttuğu zaman yanındakilerden biri hapşırdığında bu, dileğinin kabul olduğu anlamına gelir.

Modern hayatın içinde hurafe ve boş bir adet olarak görülen hapşıranı kutsama geleneği, içeriğindeki kırılma ve değişmelere rağmen iletişimde bir nezaket gösterisi ve sosyal ilişkileri pekiştiren kalıplardan biri olarak varlığını devam ettiriyor. Çok yaşa sen hapşırık!