Hz. Ebubekir(ra) savaşta bile insafı öğütlerdi

PROF. DR. ADNAN DEMİRCAN
Abone Ol

Hem Cahiliye, hem de İslam döneminde Hz. Muhammed'in (sas) biricik dostu deyince akla ilk o gelir. Öyle ki Efendimiz'e inanç ve bağlılığından dolayı “es-Sıddîk” [çok tasdik eden] diye anılmak nasip olmuştur kendisine. İlk Müslümanlar arasında bulunan Hz. Ebubekir'in (ra) hayatına dair anekdotları Prof. Dr. Adnan Demircan Derin Tarih dergisinde kaleme aldı.

Peygamber Efendimiz'den birkaç yaş küçük olan Ebubekir, onun sevgili eşi Hz. Âişe'nin babası, Mekke'den Medine'ye hicretinde ise yol arkadaşıdır. Mağaradayken Hz. Peygamber'e tedirgin bir şekilde “Onlardan biri ayaklarına baksa bizi görecek" deyince Allah Resûlü “Ey Ebubekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi ne zannediyorsun?" diyerek onu teselli etmişti.

Mekke'de ticaretle uğraşan Hz. Ebubekir hem malının önemli bir kısmını İslam'ın tebliği ve işkence gören Müslüman kölelerin kurtarılması uğruna sarf etmiş, hem de birçok kişinin Müslüman olmasını sağlamıştır.

Hz. Peygamber elçi olarak görevlendirildiğinde Hz. Ebubekir'in 40 bin dirhemi vardı. Bu parayla köle azat ediyor ve Müslümanları destekliyordu.

Medine'ye hicret ettiğindeyse 5 bin dirhemi kalmıştı. Ancak hizmetlerine devam etmekten geri durmadı. Medine'de yaşanan tüm olaylarda Peygamberimizin yanında yer alan Hz. Ebubekir, onun sırdaşı ve danışmanı; değer verdiği insanların önde geleniydi. Hatta Allah Resûlü vefatına sebep olan hastalığı sırasında namazları onun kıldırmasını emretmişti.

Hastalığının son gününde biraz kendine gelir gibi olunca Hz. Ebubekir Medine dışındaki evine gitmek üzere izin istedi. Kadere bakın ki, o evindeyken Allah Resûlü vefat edecek ve sevgili dostunun şehadetine şahit olamayacaktı.

Haberi alır almaz kızı Hz. Âişe'nin evine gitti; zira Resûlullah onun evinde vefat etmişti. Sevgili dostunun Yemen işi çizgili bir aba ile örtülü yüzünü açtı. Eğilip öperek “Anam babam sana feda olsun! Allah sana iki ölüm vermeyecektir. Bir daha tatmayacağın ölümü tattın" diye vedalaştı.

Sonra mescide gitti. O sırada ashap ile konuşmakta olan Ömer'e birkaç kez oturmasını söylediyse de reddedince Ebubekir ayağa kalktı; kelime-i şehadet getirdikten sonra şöyle dedi:

“Ey insanlar! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilmiş olsun ki Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse bilmiş olsun ki, Allah ölmez. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır"

(Âl-i İmrân 3/144).

Böylece Resûlullah'ın vefatı Hz. Ebubekir aracılığıyla halka bildirilmiş oldu. Hz. Ömer sonraları bu olayı şöyle aktaracaktır: “Vallahi Ebubekir bu ayeti okurken ayaktaydım; hemen yere çöktüm. O zaman Resûlullah'ın vefat ettiğine inandım" (İbn Sa'd, II, 234).

İlk siyasî kriz nasıl aşıldı?
Hz. Peygamber yerine geçecek kişiyi belirlemeden vefat edince ümmet siyasî bir krizle karşı karşıya kaldı. Ensar (Medineli Müslümanlar), şehrin asıl sahipleri olarak Sâideoğulları gölgeliğinde halife seçmek üzere görüşmelere başladı.

Tam Hazrec kabilesinin Sâideoğulları kolundan Sa'd b. Ubâde üzerinde görüş birliğine varılmak üzereyken durumdan haberdar olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh toplantı yerine geldiler.

Onların üzerinde durdukları temel görüş, Arapların bu kritik zamanda Kureyş dışından seçilecek kişiye itaat etmeyecekleriydi. Hz. Peygamber'in Kureyş'ten olması da en önemli gerekçelerinden biriydi. Hazrec ve Evs kabileleri arasında Cahiliye döneminde uzun yıllar devam eden ve Allah Resûlü'nün Medine'ye hicretiyle son bulan düşmanlığın, onlardan birinin lider seçilmesi halinde seçilecek kişinin kabilesini öne çıkarması suretiyle tekrar edeceği korkusu Ensar açısından bir zaaf noktasıydı.

Ensarın biri Muhacirlerden (Mekke'den hicret eden Müslümanlardan), biri de Ensardan (Medinelilerden) olmak üzere iki lider seçme önerisi Muhacirlerce kabul edilmedi. Hz. Ebubekir'in Ensarın yardımcılar olmaya devam edeceklerini söylemesi üzerine kendisine biat edildi. Ne var ki Sa'd b. Ubâde kendisine haksızlık yapıldığı gerekçesiyle Hz. Ebubekir'e de, ondan sonra halife olan Hz. Ömer'e de biat etmeyecekti. Hz. Ebubekir'e burada yapılan özel biatten bir gün sonra Mescid-i Nebevî'de genel biat yapıldı (Haziran 632).

Hz. Ebubekir halife seçildiğinin sabahı omzunda ticaretini yaptığı elbiselerle çarşının yolunu tuttu. Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde kendisiyle karşılaşınca “Ey Allah Resûlü'nün halifesi! Nereye gidiyorsun?" diye sordular.

“Çarşıya!" diye cevap verdi. “Müslümanların idare işini üzerine aldığın halde ticaret mi yapıyorsun?" dediklerinde, “Bunu yapmazsam ailemi nasıl geçindiririm?" diye cevap verdi. Bunun üzerine “Gel, sana [hazineden] bir şeyler takdir edelim" dediler.

Hz. Ebubekir onlarla gitti. Bu iş için toplanan ashab, ona giyecek bir elbiseyle günlük yarım koyun ücret belirlediler. Sonra Hz. Ömer “Yargı işi bana ait olsun", Ebû Ubeyde de “Vergi işleri bana ait olsun!" dedi. Böylece Hz. Ebubekir aldığı maaştan ailesinin geçimini sağlamış; vefatından önce maaştan artan kısımla ilgili olarak şöyle buyurmuştu:

“Müslümanların malından yanımızda kalanı iade edin! Ben kesinlikle bu maldan bir şey almam. Falan falan yerdeki arazim, kendilerinin mallarıyla aldığım için Müslümanlara aittir."

Bu arazinin yanında süt veren bir deve, kılıç yapıp parlatan bir köle ile beş dirhem değerinde bir kumaş Hz. Ömer'e teslim edildi. Bunun üzerine Ömer kendisini kastederek “O, gerçekten kendinden sonrakini zora soktu" diyecekti.

Ağaçlara da saygı
Hz. Ebubekir halife olduğunda İslam dünyası son derece kritik bir eşikten geçiyordu. Hz. Peygamber'in vefatıyla karşı karşıya kaldıkları halife krizini zararsız bir şekilde atlatmışlarsa da önlerinde hâlâ ciddi problemler vardı.

Hz. Peygamber vefatından kısa bir süre önce Suriye taraflarına gönderilmek üzere bir ordu hazırlamış, komutasına da Mu'te gazvesinin unutulmaz şehitlerinden, Resûlullah'ın azatlısı ve evlatlığı Zeyd b. Hârise'nin oğlu Üsâme'yi tayin etmişti.

Hz. Peygamber hastalanınca sefer için hazırlık yapmakta olan ordu yola çıkmayı geciktirdi. Resûlullah'ın vefatı üzerine ordunun gönderilmesi görevi Hz. Ebubekir'e kaldı. Genç olmasından dolayı Üsâme'nin komutanlık yapmasını istemeyen bazı sahabilere rağmen Hz. Ebubekir Resûlullah'ın atadığı bir komutanı görevden almayı kabul etmedi.

Oysa bu sırada büyük bir tehlikeyle daha karşı karşıya kalacaktı. Resûlullah'ın hayatının son günlerinde peygamberlik iddiasıyla dinden dönenler ile vefatından hemen sonra zekât vermeyi reddeden Arap kabileleri halifeyi tanımayarak ayaklandılar.

Hz. Ebubekir'in iktidarını sağlamlaştırmadan ve Medine dışında tanınmadan askerî gücünün önemli bir bölümünü Suriye taraflarına göndermesi son derece cesur bir girişimdi. Amaç kesindi: Allah Resûlü'nün izinden gideceğini göstermek.

Beraberlerinde yaya yürüyerek orduyu sefere uğurladı ve ardından şu veciz konuşmayı yaptı:

“Davanıza ihanet etmeyin. Savaşta bile insaftan ayrılmayın. Çocukları, yaşlıları, kadınları öldürmeyin; onlara zulmetmeyin. Hurma ve diğer meyve ağaçlarını, koyun, keçi ve diğer hayvanları yemenin dışında bir amaçla kesmeyin, telef etmeyin. Kiliselerde ibadete çekilenlere rastlarsanız onları ibadetleriyle baş başa bırakın. Size yiyecek, içecek ikram edilirse 'Bismillah' demeden yemeyin, içmeyin. Kafalarını şeytan yuvası haline getirenlerin başlarını ise Bismillah kılıcı ile uçurun."

Başkaldıranlarla mücadele
Hz. Peygamber'in vefatından kısa bir süre önce Arabistan'ın farklı bölgelerinde dinden dönme hadiseleri görülmeye başlanmıştı. Bu durum Hz. Peygamber'in vefatından sonra genişleyerek Arap yarımadasının her tarafına yayıldı.

Hz. Ebubekir'in hilafetinin başlangıcından itibaren mürtedlerden (İslam'dan çıkanlardan) ayrı, bir de zekât vermeyi reddeden kabile ve gruplar ortaya çıktı. Bunlar dinden çıkmadıklarını söylüyor fakat zekât vermek de istemiyorlardı. Mekke, Medine ve Tâif şehirlerinde oturanların dışında kalanların önemli bir kısmı başkaldırmışlardı.

Zekât Hz. Peygamber döneminde görevli memurlar tarafından toplanır; “Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslam'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir" (Tevbe 9/60) ayetinde belirtildiği üzere dağıtılırdı. Dolayısıyla ibadet olmasının yanı sıra otoriteyi tanımanın da göstergesiydi.

Hz. Ebubekir'e zekât vermeyen kabileler böylece onun yönetimini de tanımamış oluyorlardı; bu aynı zamanda merkezî yönetime başkaldırı demekti.

Hz. Ebubekir'i bu kişilere nasıl muamele edileceği hususunda yeni bir karar süreci bekliyordu. Zekât vermek istemeyenlerle savaşmayı göze almışsa da, ashabın bir kısmı onunla aynı görüşü paylaşmıyordu. Zira Allah'ı birleyen bir kimseyle savaşılamazdı.

Hz. Ebubekir “Resûlullah'a verdikleri bir yuları bile bana vermeyi reddederlerse onlarla savaşırım" diye taviz vermeyeceğini açıkça ortaya koydu. Bu kararlı tutumu İslam'ın varlığını devam ettirmesini sağlamıştı bir anlamda. Taviz vermiş olsaydı İslam'ın Arap yarımadasının dışına çıkıp yayılması mümkün olmayabilirdi.

Fetihler, fetihler...
İrtidad ve irtica hareketleri bastırıldıktan sonra sıra fetih hareketlerine gelmişti. Hz. Ebubekir'in Irak bölgesine gönderdiği Hâlid b. Velid Hire'yi ahalisinin yıllık vergi ödemeleri şartıyla fethetti. Hirelilerin ibadetlerini serbestçe yapabilme özgürlükleri teminat altına alındı (633).

Sonrasında Amr b. el-Âs Filistin'e, Şurahbil b. Hasene Ürdün'e, Yezîd b. Ebî Süfyân Şam bölgesine fetihler yapmakla görevlendirildi. Şam'a giden orduların komutanları birçok Bizans birliğiyle karşı karşıya gelince Hz. Ebubekir'e mektup yazarak durumu bildirdiler. O da Irak bölgesinde bulunan Hâlid b. Velid'e Şam'a gitmesini emretti.

Hâlid b. Velid'in bölgeye gelip Mercü Rahıt'taki Bizans birliklerini yenmesinin ardından (23 Nisan 634) Busra şehri kısa bir kuşatmadan sonra fethedildi. Şehir halkıyla ergenlik çağına gelen herkesin cizye ödemesi şartıyla anlaşma yapıldı.

Artık İslam kuvvetleri Hâlid'in liderliğinde birleşmişti. Hâlid b. Velid komutasındaki yaklaşık 24 bin kişilik İslam ordusuyla Bizans ordusu Ecnadeyn mevkiinde karşı karşıya geldi. Müslümanların kesin başarı elde ettikleri savaşta Bizanslılardan 3,000 asker öldürülürken Müslümanlar sadece 14 şehit verdiler.

Böylece İslam'ın uzak diyarlara ulaşmasını sağlayan fetih hareketinin önü açılmış oluyordu. Bu, Hz. Ebubekir'in son zaferi olacak, savaşın sonucunu öğrendikten kısa bir süre sonra vefat edecekti.

Dağı taşımaktan daha ağır
İslam tarihinin en önemli gelişmelerinden biri, Kur'an-ı Kerim'in toplanarak kitap halinde muhafazasıdır. Hz. Peygamber döneminde nazil olan ayetler hafızlarca ezberlenerek korunmuş; ayrıca o gün için bulunabilen deriden mamul kâğıtlar, yassı taşlar, kemik parçaları, hurma dalları gibi yazı malzemeleri kullanılarak yazılmıştı.

Yemâme'de Müseylime el-Kezzâb'ın ordusuyla Müslümanlar arasında meydana gelen savaştan sonra Kur'an-ı Kerim'in toplanması meselesi gündeme geldi; çünkü bu savaşta Kur'an'ı ezberleyen pek çok sahabi hayatını kaybetmişti.
Dostu ile yan yana(solda)... Ravza-i Mutahhara ile Mescid-i Nebevî’yi gösteren bu Osmanlı minyatüründe türbenin üzerinde Kabr-i Nebi, Kabr-i Ebubekir ve Kabr-i Ömer diye ayrıca işaret edilmiş. Ağacın yanında “Mübarek yedd-i şerifleriyle diktiği hurma-i şeriftir” (Mübarek elleriyle diktiği hurma ağacı) yazısı seçiliyor. Türbenin yanındaki üçlü bölmede ise soldan sağa “mihrâb-ı atîk” (eski mihrap), “minber-i şerif” (Peygamber Efendimiz’in vaazlarını verdiği minber) ve “mihrab-ı cedid” (yeni mihrap) gösterilmiş. - Gümüş bezeli bir mushaf Hz. Ebubekir Kur’an-ı Kerim sayfalarının bir mushaf halinde toplanmasını, Hz. Muhammed zamanında böyle bir işe girişilmediği için başlangıçta uygun görmemişti. Ancak sonra Hz. Ömer’in ısrarlı teklifini kabul etmiş, bu konuda Zeyd b. Sâbit’i görevlendirmişti. Yeşil sayfa üzerine gümüş ile yazılmış Mağribi bir el yazması Kur’an-ı Kerim’den iki sayfa görülüyor.

Hz. Ömer hafızların vefatının Kur'an'ın muhafazasına zarar verebileceğinden tedirgin olduğu için Hz. Ebubekir'e müracaat ederek Kur'an-ı Kerim'in mushaf olarak bir araya toplanmasını teklif etti. Hz. Ebubekir önce Resûlullah'ın yapmadığı bir işi yapmaktan kaçındıysa da Hz. Ömer'in ısrar ve ikna kabiliyetiyle kolları sıvadı.

Bu hususta görevlendirdiği Zeyd b. Sâbit, Hz. Peygamber'in vahiy kâtipliğini yapmış hafızlardandı. Kendi ifadesiyle “bir dağı taşımaktan daha ağır" olan bu görevi yerine getirerek Kur'an'ı Kerim'i yazılı malzemelerden ve insanların hafızalarından topladı. Hazırladığı mushaf, vefatına kadar Hz. Ebubekir'de kaldı. Vefatından sonra Hz. Ömer'e intikal eden bu nüsha, onun da vefatıyla kızı ve Hz. Peygamber'in eşi Hz. Hafsa'ya intikal etti.

Bana Ömer b. el-Hattâb'ı anlat'
Hz. Ebubekir vefatına sebep olan hastalığı sırasında Hz. Ömer'i namaz kıldırmak üzere görevlendirirken kendisinden sonra kimin hilafete geçeceği meselesini de halletmeyi uygun görmüştü.

Halife seçimi meselesinin muallakta kalmasının doğurabileceği muhtemel sakıncaları vefatından önce halletmekti niyeti el-Hattâb'ı anlat!" dedi. Hz. Osman da “Sen onu içimizde en iyi bilensin" diye cevap verince Hz. Ebubekir “Buna rağmen ey Ebû Abdullah, yine anlat!" dedi. Hz. Osman karşılık verdi: “Allah için onun hakkındaki kesin bilgim şudur: Onun içi dışından daha iyidir ve içimizde onun benzeri yoktur". Bunun üzerine Hz. Ebubekir “Allah sana rahmet eylesin! Vallahi ben onu bıraksaydım seni ıskalamazdım" dedi.

Abdurrahman b. Avf ve Osman'ın yanı sıra Saîd b. Zeyd, Üseyd b. Hudayr ile Muhacir ve Ensardan bazı kimselerle de istişare etti. Üseyd, “Allah için kesinlikle onu senden sonra tercih edilen biri olarak biliyorum. Allah'ın razı olduğu iyi şeylerden razı olur; Allah'ın gazabına sebep olan şeylerde öfkelenir. Gizli yapılması gereken işleri gizli yapan, onları aleni yapandan daha hayırlıdır. Bu işi üzerine alacak ondan daha güçlü hiç kimse yoktur" sözleriyle Hz. Ömer'in hilafetini destekledi.

Hz. Peygamber'in bazı sahabileri, Abdurrahman ile Osman'ın Hz. Ebubekir'in yanına girip onunla baş başa kaldıklarını duyunca Ebubekir'e geldiler. Biri karara itiraz etti: “Sertliğini bildiğin halde kendinden sonra Ömer'i üzerimize halife tayin etmeni sorduğu zaman Rabbine ne diyeceksin?" Bunun üzerine Ebubekir “Beni yatağımdan doğrultarak oturtun! Allah ile mi beni korkutuyorsunuz? Sizi idare işinde zulümle kendine azık hazırlayan zarar etmiştir. Derim ki: Ey Allah'ım! Onlara senin halis kullarından en hayırlısını halife olarak tayin ettim." Ardından kendisiyle konuşan kişiye dönerek sözlerini bitirdi: “Söylediklerimi diğerlerine de bildir!"

Ölüm döşeğindeki nasihat
Daha sonra yatağına uzandı ve Osman b. Affân'ı çağırıp kararını bildirdi:

Yaz! Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlarım. Bu belge Ebubekir b. Ebî Kuhâfe'nin dünyadan ayrılmak üzereyken kâfirin mümin, günahkârın kesin iman sahibi olacağı, yalancının da doğru söyleyeceği ahirete dâhil olma anındaki ahdidir. Benden sonra görevi devralmak üzere Ömer b. el-Hattâb'ı size halife tayin ettim. Onu dinleyin ve itaat edin! Ben Allah için, O'nun elçisi, dini, nefsim ve sizin için sadece hayır gayesiyle çalıştım. Şayet Ömer âdil olursa bu zaten benim onun hakkındaki tahminim ve bilgimdir. Şayet adaletten saparsa bilsin ki, herkesin kazandığı günah kendinedir. Bu tayin kararıyla ben sadece hayrı murad ettim. Ancak gaybı bilemem. 'Zalimler de hangi akıbete döndürüleceklerini yakında bileceklerdir' (Şuarâ, 26/227). Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun".

Yazıyı alıp mühürledikten sonra Osman'a bu yazıyla ashabın içine çıkmasını emretti. Osman halka seslenerek “Bu belgede ismi yazılı olan kişiye biat eder misiniz?" diye sorunca tümü razı olup biat etti.

Sonra Hz. Ebubekir, Ömer'i tek başına yanına çağırarak tavsiyelerini sıraladı. Hz. Ömer yanından çıkınca da ellerini kaldırarak şu niyazda bulundu:

“Ey Allah'ım! Ben bununla sadece onların iyiliğini istedim. Onların fitneye düşmelerinden korktum. Senin daha iyi bildiğin şeyle onlara muamele ettim. Onlar için görüşümle içtihad ettim. Onların idaresini içlerinden en hayırlı, en güçlü ve onları doğru yola götürmekte en hırslı olana verdim. Artık ecelim geldi. Vefatımdan sonra onların içinde hayırla yâd edilmemi nasip et! Onlar senin kulların ve perçemleri senin elinde. Onları ıslah et ve Ömer'i senin raşid halifelerinden kıl ki, Rahmet Peygamberinin ve ondan sonraki salihlerin hidayet yoluna tâbi olsun! Tebaasını da idaresine uygun hale getir!" (İbn Sa'd, III, 182-4).

Nitekim Hz Ebubekir birkaç gün içinde vefat etti (22 Cemaziyelâhir 13/22 Ağustos 634). Şehadeti sırasında o da sevgili dostu Allah Resûlü gibi 63 yaşındaydı. Yaklaşık iki yıl, üç ay halifelik yapmıştı.

Hz. Âişe'ye Allah Resûlü'nün yanına defnedilmeyi vasiyet etmişti. Bunun üzerine başı, Allah Resûlü'nün iki omuzunun hizasına gelecek şekilde kabri kazıldı. Kabrin yan tarafı, Allah Resûlü'nün kabriyle bitiştirildi ve oraya defnedildi (İbn Sa'd, III, 192)

O bugün Ravza-i Mutahhara'da sevgili dostu ile yan yana, ümmetin manevî koruyuculuğunu üstlenmeye devam ediyor.