İslam dünyasının ilk muhalifleri: Hariciler

HABER MASASI
Abone Ol

Hz. Peygamber'in (sas) vefatından sonra İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı iç ve dış gelişmeler bazı yeni sorunlar doğurdu. Önemli etkiler bırakan ilk siyasî kriz ise Hz. Osman'ın öldürülmesiyle çıktı. Hâricîler denilen ilk siyasî muhalefet hareketi bu krizin ürünüdür.

u arada belirtelim ki, Hâricîlere bu isim muhalifleri tarafından yakıştırılmıştır. Kelimenin kökü 'çıkmak, çıkarmak, (birini öldürmek için) ortaya çıkmak, isyan etmek' anlamlarına gelir.

Hâricîlerin bağımsız bir grup olarak ortaya çıkışları Sıffin Savaşı'na rastlar. Sıffin'de çatışmaların yoğunlaştığı bir sırada Muâviye'nin yanında yer alan dönemin 'Arap dâhilerinden' Amr b. el Âs'ın tavsiyesiyle Mushaf veya Mushaf sayfaları havaya kaldırılarak Hz. Ali tarafı problemin çözümü için Allah'ın kitabına davet edilmişti.

Yeşille gösterilen bölge:Hakem olayı meydana geldiğinde Hz. Ali'nin kontrolü altında bulunan, 4 halife döneminde fethedilmiş topraklar. Mavi ile gösterilen bölge:Hakem olayında hakemlik yapması için Muâviye tarafından önerilen isimlerden olan Amr b. el-Âs'ın kontrolü altında olan ve Mısır ile Libya'yı kapsayan topraklar. Kırmızı ile gösterilen bölge:Muâviye'nin kontrolü altına aldığı Suriye, Filistin, Kıbrıs, Ürdün, Lübnan ve Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmını kapsayan topraklar.

Hz. Ali, bunun bir zaman kazanma taktiği olduğunu söylediyse de, özellikle Güneyli Arapların çoğunluğu oluşturduğu grubu ikna edemedi. Hz. Ali askerlerini oyuna gelmemeleri hususunda uyarırken şöyle diyordu:

“Haklı olduğunuz şekilde ve sadakatiniz üzere düşmanınızla savaşmaya devam edin. Muâviye, Amr b. el-Âs, İbn Ebî Mu'ayt, Habîb b. Mesleme, İbn Ebî Serh ve Dahhâk b. Kays din ve Kur'ân ehli değildirler. (...) Kur'ân'ı ancak sizi kandırmak ve oyun çevirmek için havaya kaldırdılar".

Savaşın durdurulmasını isteyen grup, Hz. Ali'ye “Allah'ın kitabına çağrıldığımız halde onu kabulden yüz çeviremeyiz!" dediler. Hz. Ali de cevaben, “Ben onlarla bu kitabın hükmüne itaat etmeleri için savaştım. Onlar Allah'a, kendilerine emrettiği şey hususunda isyan ettiler. Onun ahdini unutup kitabını terk ettiler" dediyse de uyarıları işe yaramadı.

Bu şartlar altında hakemliği kabul etmek zorunda kalan Hz. Ali'nin, eşit şartlarda girmediği bir antlaşmadan kaybeden taraf olarak çıkması kaçınılmaz gibiydi. Muâviye'nin önerisi, görünürde tarafları temsil edecek birer hakemin, sorunu Kur'an çerçevesinde ele almalarını sağlayarak Müslümanlar arasında akan kanı durdurmayı amaçlıyordu. Etkileyici olan bu teklifin karşılık görmemesi mümkün değildi.

KUFE: Ali bin Ebu Talib döneminde İslam İmparatorluğu'nun başkenti haline getirilen ve başkent olduğu sürece kültürel yapısı geliştirilen günümüzde de çoğunluğunu Şii Müslümanların oluşturduğu kenttir

Hakemliğin kriterleri

Muâviye hakem olarak Amr b. el-Âs'ı seçti. Hz. Ali ise yakınlarından birini, amcaoğlu Abdullah b. Abbas'ı teklif etti. Ancak onu askerlerine kabul ettiremedi. Önerdiği başka isimler de kabul edilmedi. Araplar arasında eskiden beri devam edegelen Kuzeyli (Kaysî) - Güneyli (Kelbî) rekabeti burada da kendini gösterdi. Ordu içinde ciddi bir ağırlıkları olan Güneyli Arapların sözcüsü Eş'as b. Kays “iki Kuzeyli Arabın (Mudar-Kaysî) ümmetin kaderini belirlemesine izin vermeyeceklerini" söyledi. Zira Amr b. el-Âs da, Hz. Ali'nin hakem olarak önerdiği Abdullah b. Abbas da Kuzey Araplarından Kureyş'e mensuptu.

Eş'as ve adamlarının önerdikleri isim, siyasî sorunları fitne diye nitelendiren ve insanları fitneden uzak durmaya teşvik eden, Güneyli Araplar nezdinde de en saygın isimlerden Ebu Musa el-Eş'arî idi. O, Hz. Ömer döneminde Irak'ta valilik ve kadılık yapmış olup idarî ve siyasî deneyime sahipti. Üstelik Muâviye'nin hakemi Amr b. el-Âs gibi olaylara bulaşmış ve taraf olmuş biri değildi. Amr b. el-Âs toplantıya Muâviye'nin davasını savunmak üzere gidecekti. Oysa Ebû Musa'nın Hz. Ali'nin davasını savunmak gibi bir misyonu yoktu.

Ümmetin barışmasına vesile olacak bu girişimin hayırlı sonuçlar doğuracağını uman Ebû Musa görevi kabul etti. Sıffin'deki görüşmelerde hakemlerin hangi kriterler çerçevesinde görev yapacakları belirlenerek bir antlaşma metni hazırlandı. Kur'an'a göre hareket edecekleri, onda uygun hüküm bulamazlarsa sünnete başvuracakları, kişisel arzu ve isteklerine göre hareket etmeyecekleri, Ali ve Muâviye'nin verilecek karara rıza gösterecekleri, hakemlerin ve yakınlarının can güvenliğinin teminat altında olduğu, hakemlerin nerede ve ne zaman buluşacakları gibi hükümler üzerinde mutabık kalındı (31 Temmuz 657).

Tahkimin kabulü, Hâricîlerin bağımsız bir grup olarak ortaya çıkmasında dönüm noktası olacaktır. Eş'as, kabileleri gezerek yapılan antlaşmanın önemini anlatırken, Temîm kabilesinden Urve b. Udeyye “Ey Eş'as! Nedir bu alçaklık? Allah'ın kanunundan daha geçerli bir kanun var mı?" diyerek ona saldırdı ve kılıcıyla bineğine vurarak, “Hüküm ancak Allah'ındır!" diye bağırdı. Bu olay, Yemenlilerle Temîmlileri karşı karşıya getirdi. Ancak bazı ileri gelenler onları yatıştırdı.

Hâricîlerin tahkime karşı görüşlerini ifade ettikleri “Hüküm ancak Allah'ındır" sloganı böyle ortaya çıktı. Bu slogan aslında “Hüküm ancak Allah'ındır" (Yusuf, 12/67) ve “İyi bilin ki hüküm yalnız O ' nundur " (En'âm, 6/62) ayetlerinin bir yansımasıdır. Bu sözü kendisine karşı ifade ettiklerinde Hz. Ali şöyle demiştir: "Kendisiyle batılın istendiği hak bir söz!"

Hâricîlere göre tahkimin kabul edilmesi büyük bir çelişkiydi. Zira Cemel ve Sıffin savaşlarında Ali taraftarı olan kimseler, haklı olduklarından şüphe duymadan bu savaşlara katılmışlar, bunun karşılığında sevap ummuşlardı. Tahkimi kabul etmek, onları ve onlarla birlikte savaşıp ölenlerin durumunu tehlikeye sokuyordu.

Önemli olan nokta, Hâricîlerin arasında Resûlullah'la (sas) uzun süre birlikte olan kimsenin bulunmamasıydı. Kur'ân'ı öğrenmeye ve hayatlarında tatbik etmeye özen göstermelerine rağmen Hz. Peygamber'in uygulaması hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdi. Öte yandan, yaklaşımlarına bedevî karakteri hakimdi. Bununla birlikte Hâricîlik, çölde değil, şehirde ortaya çıkan bir harekettir. Esasen Arap toplumunun hızlı değişimi Arapları geleneksel hayatlarından farklı bir yaşantıyla tanıştırmış; bu gelişme, geleneksel hayatlarıyla şehirleşmenin doğurduğu yeni durumun çatışmasını doğurmuştur. Gelişmelere karşı fevrî bir tavır takınmaları, görüşlerinde katı olmaları ama rahatlıkla değiştirebilmeleri dikkat çeken özelliklerindedir.

Elde kalan Kûfe Hakem olayının ardından Muâviye'nin ordusu ile karşı karşıya kalan Hz. Ali, Kûfe hariç Mısır ve Yemen arasında kalan bölgenin kontrolünü kaybetmiş, Muâviye buraları ele geçirmişti.

Kur'an hakem olsun
Hâricîler derhal tahkimden vazgeçilmesini istediler. Hz. Ali ise bir anlaşma yapıldığını, geri dönülemeyeceğini söyledi. O da tahkime karşıydı ancak ona göre tahkimi kabul etmek günah değil, siyasî bir zaaftı. Bir konuşmasında tahkimi kabul etmesinin dinî açıdan hata olmadığını şu sözlerle savunuyordu:

“Biz insanları değil, Kur'ân'ı hakem tayin ettik. (…) Topluluk bizi, aramızda Kur'ân'ı hakem olarak kabul etmeye davet edince Yüce Allah'ın Kitabından yüz çeviren grup olamazdık. (…) Allah'ın Kitabında doğrulukla hükmedilirse biz ona insanların en layığıyız; Resûlullah'ın (sas) sünnetiyle hükmedilirse biz onlardan evlayız".

Hz. Ali Kûfe'ye yönelince ordusundan yaklaşık 12 bin kişi ayrılıp Harûrâ denilen bir köye gittiler. Hz. Ali de Harûrâ'ya gidip onları ikna ederek kendisiyle birlikte Kûfe'ye gitmelerini sağladı. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ali'nin burada kullandığı yumuşak dil, Hâricîler tarafından görüşlerinin kabul edildiği şeklinde yorumlanmıştı. Hâricîler Kûfe'ye girdikten sonra Hz. Ali'nin tahkimden vazgeçtiği söylentisini yaydılar. Bunu duyan Hz. Ali, ortada yapılmış bir anlaşma varken tahkimden vazgeçmesinin söz konusu olamayacağını söyledi.

Hz. Ali, Ebû Musa el-Eş'arî'yi tahkim toplantısına gönderdi (Şubat 658). Hâricîlere göre artık Hz. Ali'nin yönetimi altında kalmaları mümkün değildi. “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar" (Nisâ, 4/75) ayetine atıfla ahalisi zalim olan Kûfe'den çıkıp gitmeleri gerektiğini söylüyorlardı.

Önce başlarına Abdullah b. Vehb er-Râsıbî adlı yeni bir lider seçtiler. Ardından 'Allah'ın hükmü'nü yerine getirmek üzere Kûfe'den ayrılmaya, dikkat çekmeyecek şekilde teker teker Nehrevân köprüsüne giderek diğer yerlerdeki arkadaşlarına kendilerine katılmaları için haber göndermeye karar verdiler.

Hakemler Dûmetü'l-cendel bölgesinin Ezruh mevkiinde iki taraftan adamların hazır bulunduğu, tarafsız gözlemcilerin de katıldığı kalabalık bir grupla görüşmelere başladılar. Ebû Musa tarafsız olduğu için Hz. Ali'nin de, Muâviye'nin de yönetimden uzaklaştırılarak başka bir ismin hilâfete getirilmesinin ümmetin yararına olacağını düşünüyordu. Buna karşılık Amr b. el-Âs ne pahasına olursa olsun Muâviye'yi haklı ve kazançlı çıkarma çabasındaydı.
0. Hâricîler Hz. Ali'nin karşısında
Amr, Hz. Osman'ın mazlûm olarak öldürüldüğünü, Muâviye'nin de onun kanını isteme hakkına sahip olduğunu Ebû Musa'ya kabul ettirdikten sonra bunu zapta geçirdi. Bu, Muâviye'nin haklılığını savunmak adına elverişli bir tezdi. Arkasından Ebû Musa'nın, halife olarak Abdullah b. Ömer'i teklif etmesine karşılık kendi oğlu Abdullah b. Amr'ı önerdi. Ebû Musa, Amr'a oğlunun fitneye bulaşmasından dolayı uygun olmayacağını söyledi. Zira Sıffin Savaşı'nda Muâviye'nin safında yer almıştı. Uzun görüşmelerden sonra bir isim üzerinde anlaşamayınca Ali ve Muâviye'nin azledilerek hilâfet işinin ümmete bırakılmasına karar verdiler.

Hz. Ali, hakemlerin Kur'ân'a uygun karar vermediklerini, bu sebeple kararlarını tanımadığını açıklayarak adamlarından Şamlılarla savaşmak için hazırlık yapmalarını istedi. Hâricîlere de bir mektup göndererek hakemlerin kararını tanımadıklarını, sefere katılmalarını talep etti. Hâricîler ona “Sen Allah rızası için değil, kendi çıkarın için kızıyorsun. Eğer küfre düştüğünü ikrar edip tövbe edersen aramızdaki duruma bakarız. Aksi takdirde senden ayrılmış bulunuyoruz” şeklinde cevap verdiler.

Bu arada meydana gelen bir olay, Hz. Ali'nin hedefini değiştirmesine neden oldu. Basra Hâricîleri Nehrevân'a giderken, Abdullah b. Habbâb b. el- Eret'le karşılaştılar. Ondan, babasından duyduğu hadisleri dinlemek istediklerini söylediler. Abdullah, “Babam bana fitne çıktığında evimde oturmamı tavsiye etmişti” dedi. Mis'ar b. Fedekî “Allah bize babanın tavsiye ettiğinden farklı şeyler tavsiye ediyor. O 'Fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın' (Enfâl, 8/39) buyuruyor” dedi. Sonra da Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali hakkındaki görüşlerini sordular. Hepsi için olumlu görüş beyan edince kendisini boğazlayarak, hamile karısını da karnını deşerek öldürdüler.

Tehlikeli hale gelmeye başlamaları üzerine Hz. Ali, askerlerinin isteğini dikkate alarak Şamlılara karşı harekete geçmeden önce Hâricî sorununu halletmeye yöneldi. Ancak ikna girişimi sonuçsuz kaldı. Anlaşma imkânının kalmadığını görünce ordusunu savaş düzenine soktu. Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye bir sancak vererek onun altına sığınanların, Kûfe veya Medâin'e gidenlerin veya Hâricîlerden ayrılanların kurtulacağını ilan etti.

Hz. Ali'nin savaş alanından ayrılanların affedileceğini ilan etmesi üzerine Hâricîlerin büyük bir kısmı ayrıldı. Çarpışma kısa sürdü. Savaş alanında kalan yaklaşık 2 bin kişilik Hâricî grubun önemli bir kısmı öldürüldü. Hz. Ali Hâricîlerin kampındaki silah ve binekleri adamlarına dağıttı. Askerî gereçlerin dışında kalan eşyaları da öldürülenlerin akrabalarına iade etti (17 Temmuz 658).
0. Suikastlar zinciri
Nehrevân Savaşı'nın en önemli sonucu, Hâricîlerin, Hz. Ali ve ondan sonra iktidara gelenlere bir daha katılmaları ihtimalini ortadan kaldırması olmuştur. Nehrevân'da saygı duydukları pek çok kişinin öldürülmesi, Hâricîler tarafından uzun zaman hatırlanacak ve öldürülenlerin hatırası, isyanı teşvik edecektir. Diğer yandan, öldürülenlerin öcünü alma isteği, Hz. Ali'ye suikast düzenlenmesi sonucunu doğuracaktır.

Hz. Ali, Nehrevân Savaşı'ndan hemen sonra Muâviye'ye karşı harekete geçmek istiyordu. İçlerinde Eş'as b. Kays'ın da bulunduğu bir grup, savaş gereçlerinin yıprandığını, hazırlık yapmak üzere şehre gitmeleri gerektiğini söylediler. Bunun üzerine Hz. Ali, yola çıkıncaya kadar ordugâhtan fazla ayrılmamalarını istedi. Birkaç gün zarfında kampın boşaldığını görerek savaşa gitmekten vazgeçip Kûfe'ye döndü.

Arkadaşları öldürülen Hâricîler Hz. Ali'ye büyük bir kin duyuyorlardı. Mekke'de bir araya gelen bir grup Haricî, toplantı düzenleyerek siyasî krizin sona erdirilmesi için Ali, Muâviye ve Amr b. el-Âs'ın öldürülmesine karar verdiler. Abdurrahman b. Mülcem, Hz. Ali'yi öldürecekti. 3 suikastın da aynı gün (17 Ramazan 40/ 24 Ocak 661) düzenlenmesi kararlaştırıldı.

Kararlaştırılan günün sabah namazında Hz. Ali mescide girerken, kapıda pusu kuran Hâricîler kendisine saldırdılar. Yaralandı ve 2 gün sonra hayatını kaybetti. Hâricîlerin Hz. Ali'yi şehit etmelerinin altında onu, memleketin içinde bulunduğu kargaşaya neden olan kişilerden biri olarak görmeleri kadar, Nehrevân'da öldürülen akraba ve arkadaşlarının öcünü almak da yatar.

Muâviye'yi öldürme görevini üstlenen Bürek b. Abdullah, Şam'da mescide gitti. Sabah namazını kıldırırken Muâviye'yi elindeki hançerle kalçasından yaraladıysa da öldüremedi. Amr b. el-Âs'ı öldürmek için Mısır'a giden Amr b. Bekir de aynı gece pusu kurdu. Fakat Amr b. el-Âs hasta olduğu için kendi yerine namaz kıldırmak üzere kadı Hârice b. Huzâfe'yi gönderdi; öldürülen o oldu. Böylece İslâm dünyasında görüşleri ve bağlıları günümüze kadar varlığını devam ettiren mezheplerden Hâricîliğin, siyasî bir mücadele ortamında ortaya çıktığını ve giderek dinî bir mahiyet kazandığını görüyoruz.

Çok Kur'ân okuyan ve Kur'ân'ın zâhirî anlamından taviz vermediklerini söyleyen Hâricîler, Hz. Ali'yi şehit etmek suretiyle istemeyerek de olsa fitnenin başlarından biri olarak gördükleri Muâviye'nin iktidar yolundaki engelleri kaldırmış oldular. Sonraki yıllarda Muâviye ve haleflerine karşı yürütecekleri mücadele, fitneyi ortadan kaldırmadığı gibi yeni sorunlar da doğuracaktır.