Kanuni Akdeniz’de güç dengelerini nasıl değiştirdi?

HABER MASASI
Abone Ol

Kanuni Sultan Süleyman, saltanatın tek varisi olarak Osmanlı tahtına çıktığında cihangirâne bir politika yürüten babası Yavuz’dan güçlü bir iktidar devralmıştı. ‘Büyük Türk’, aldığı eğitim ve kazandığı yönetme tecrübesi ile komuta ettiği dünyanın en güçlü ve etkin orduları sayesinde 16. yüzyılın kendinden en çok bahsettiren hükümdarı olmuştu. Artık o, ‘Karaların Sultanı’ olduğu kadar ‘Denizlerin Hakanı’ydı da.

Venedik Doçu Andrea Gritti'ye 1531'de gönderdiği bir mektupta Osmanlı'nın denizlerdeki hâkimiyetinin Karadeniz ve Akdeniz'in ötesinde Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Hazar Denizi ve Taberistan gölüne ulaştığını belirtiyor, 1538 tarihli Bender kitâbesinde Kanuni'yi 'Frenk, Mağrib ve Hind denizlerinde gemiler yürüten Sultan' olarak tarif ediyordu.

Kanuni, denizlere yönelme fikrinin ilk işaretlerini babasının Rodos seferi hazırlıklarından almıştı. 1522'de Hıristiyanlığın Doğu Akdeniz'deki vurucu gücü olan St. Jean Şövalyelerini Rodos'tan uzaklaştırırken yeni hedef ve politikaların peşinde olduğunu göstermişti.

Dengeleri değiştiren iki isim
Kanuni'nin ilk yıllarında gerek denizde, gerekse karada geliştirilen dış ilişkiler ve uygulanan politikaların arkasında, güç ve etkileri inkâr edilemez iki isim görülür: Veziriazam İbrahim Paşa (Pargalı, 1523-1536) ve Kaptanıderya Barbaros Hayreddin Paşa (1534-1546). Onlar İspanya'ya karşı önceden var olan Osmanlı-Venedik ittifakının yanı sıra Osmanlı-Fransız yakınlaşmasının önemini görerek dengeleri değiştirmiş, Akdeniz'in yeniden yapılanmasında belirleyici rol oynamışlardır.

Batı ve Orta Akdeniz'de tutunmak için Kuzey Afrika'yı işgal etmek üzere mücadele veren İspanya'ya karşı Osmanlılar, Katolik Hıristiyan dünyası içindeki ihtilaftan yararlanıp Fransa'yı yeni bir müttefik olarak kazanmayı menfaati için önemli görmüşlerdi. I. François'nın İspanya Kralı V. Carlos tarafından esir tutulduğu sırada, Ağustos 1525'te İstanbul'a gelerek yardım talep eden elçi Jean Frangepani, ilk ittifak sürecini başlatmış oldu. Böylece Fransa, 16. yüzyıl boyunca bu ittifakta etkin bir yer alarak Osmanlı İmparatorluğu'nun desteğini kazandı ve İspanya'ya kaptırdığı topraklarını yeniden ele geçirme imkânını elde etmeye çalıştı.

Böylece Akdeniz'e batıdan gelen ve Katolik Hıristiyan dünyasını temsil eden İspanya ile doğudan gelen ve İslam dünyasını temsil eden Osmanlılar ciddi bir çatışma içine girdiler. Kanuni, 1532'de Alman seferine çıktığında Osmanlı ordusunun tehditkâr tavrı sayesinde Avusturya Kralı Ferdinand'ı mütarekeye ve 1533'te antlaşma yapmaya mecbur bıraktı. İspanya İmparatoru V. Carlos da bu antlaşmadan yararlanmak isteyince Veziriazam İbrahim Paşa, Haziran 1533'te krala bir mektup göndererek önce Avusturya ve Fransa kralları gibi kendisinin de padişahın oğlu mesabesinde olmayı kabul etmesi gerektiğini hatırlattı.

Karada bu gelişmeler olurken Amiral Andrea Doria, Eylül 1532'de emrindeki İspanyol donanmasıyla Koron'u işgal etti. Bu beklenmedik olay Barbaros'un İstanbul'a davet edilmesinin yolunu açacaktır (1533). Daha önce 1519'da çağrılmasına rağmen İspanya tehdidi sebebiyle Cezayir halkı, Yavuz Sultan Selim'e elçi göndererek Barbaros'un ülkelerinde kalması için izin istemişti.

İstanbul'a geldiğinde Kanuni tarafından kabul edilen Barbaros, 1534 yılı başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun derya beylerbeyliğine tayin edildi ve denizlerin yönetimi için Cezâyir-i Bahr-i Sefid Eyaleti kuruldu. Bütün kış mevsimini tersanede hazırlık yaparak geçiren Barbaros, görevinin ilk baharında 100 gemiden oluşan donanmasıyla İstanbul'dan ayrıldığı zaman bütün Avrupa başkentleri endişe içindeydi.

Akdeniz'de başlayacak büyük çatışmaların habercisi olarak V. Carlos, 1535'te Barbaros'un savunduğu Halku'l-vâd kalesi ile Tunus'u ele geçirdiği sırada Kanuni Irakeyn seferinde bulunuyordu. İbrahim Paşa'nın Bitlis'ten Venedik Doçu'na gönderdiği mektupta Venedik ve Fransa Hayreddin Paşa'ya yardım etmedikleri için kınanıyordu.

1536 baharında Fransa kralının İtalya'daki İspanya sahillerine karşı bir harekât başlattığı, Sicilya'ya donanma gönderdiği haberleri Osmanlı başkentine ulaştığında dikkatler Venedik üzerine çevrildi. Çok geçmeden Osmanlı-Venedik ilişkileri bozuldu. Barbaros'un Pulya ve Korfu seferi (1537) ile İkinci Adalar seferi sırasında Ege Denizi'ndeki Kiklad ve Sporad Adaları fethedildi. 1538'deki Preveze Savaşı ile Akdeniz mücadelesi Osmanlılar lehine kesinleşmiş ve Hıristiyan dünyası Akdeniz'deki üstünlüğünü tamamen kaybetmiş oldu.

Aynı sene bir başka güçlü Osmanlı donanması Mısır Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa komutasında Hind seferine çıkmış ve Hind denizlerindeki Portekiz gücünü etkisiz hale getirmeye çalışmış, Kızıldeniz'de güvenliği sağlayacak tedbirleri alarak Yemen'de bir eyalet kurmayı başarmıştı.

“Kimesnenin dostluğuna ihtiyâcım yokdur"
Akdeniz'deki Osmanlı hâkim gücü o seviyeye yükselmişti ki bizzat Kanuni, Venedik Doçu Pietro Lando'ya 1539 Eylül'ünde gönderdiği mektupta, “Kimesnenin düşmanlığından ihtiyâtım olmayup ve kimesnenin dostluğuna ihtiyâcım yokdur" diyordu. Bu sebeple Venedik, derhal Osmanlı makamlarına başvurarak anlaşma zemini aradıysa da bu fırsatı çok çabuk yakalayamadı ve ilişkilerini ancak 1540 ahidnâmesi ile düzeltebildi.

İspanya Kralı V. Carlos'a karşı 1541'deki Cezayir savunmasının başarıyla sonuçlanması, diğer Hıristiyan devletlere yeterince gözdağı vermiş oldu. O kadar ki Osmanlı-Fransız ittifakının desteklenmesini isteyen Kanuni'nin mektubunu Venedik'te Pietro Lando'ya teslim eden elçi Tercüman Yunus, bizzat Doç ve 30 asilzadenin Osmanlı şartlarına sadık kalacaklarına ve İspanya'ya kesinlikle asker ve mühimmat yardımı yapmayacaklarına dair İncil üzerine yemin ederek söz verdiklerine bizzat şahit olmuştu.

1543 yazında Fransa'nın talebi üzerine Kanuni, donanmayla birlikte Hayreddin Paşa'yı Marsilya'ya göndererek Nice'i İspanya yönetiminden kurtardı. Böylece Osmanlı donanması sekiz ay süreyle Toulon'da kalarak bölgede güvenliği sağladığı gibi Akdeniz'de 'yenilmez donanma' imajının iyice yerleşmesine imkân verdi.

St. Jean Şövalyelerinin üssü 1522'de Kanuni'nin Rodos'tan attığı şövalyeler, İspanya kralı tarafından Malta'ya yerleştirilmiş ve burayı üs edinmişlerdi.

Barbaros'un ardından
Akdeniz'deki Osmanlı ittifakının iki önemli aktöründen biri olan Barbaros'un 1546'da, Fransa Kralı I. François'nın ise 1547'de hayata veda etmeleri ve Kanuni'nin İran meselesi ile meşgul olması bir müddet sükûnet dönemini beraberinde getirdi. Bu sırada İspanya ve Avusturya elçilerinin İstanbul'daki teşebbüsleri sonucu ateşkes sağlandı ve 1547'de 'İspanya ve Ferenduş krallarına' verilen ahidnameyle beş yıl süreli bir antlaşma yapıldı. Buna göre İspanya, 'dârü'l-cihâd' olan Cezayir'e ve Kuzey Afrika'daki bölgelere zarar veremeyecekti. Osmanlı müttefiki olarak Fransa ve Venedik'in dahil olduğu bu antlaşma ile Akdeniz'de kısa bir süre için de olsa çatışmalar durdu.

Barbaros Hayreddin Paşa'dan sonra onun 'Akdeniz Dünyası'na emanet ettiği, başta oğlu Hasan Paşa, Turgut Reis, Piri Reis, Arap Ahmed Reis, Sinan Reis, Salih Reis, Uluç Ali Reis gibi nice ünlü denizciler Kuzey Afrika sahillerindeki eyaletlere beylerbeyi olarak veya donanmaya kumanda ederek mücadeleye devam ettiler.

Sicilya, Korsika, Gozo ve Malta gibi Orta ve Batı Akdeniz adalarına düzenlediği akınları dillere destan olan Turgut Reis'in Trablusgarb'ın fethine (1551) katkısı, Piyale Paşa'nın Balear adalarına hücumları ve Cerbe zaferi (1560) Osmanlıların Akdeniz'deki tartışılmaz gücünü pekiştirmişti.

Sıra Malta Adası'na geldiğinde ise kuşatma zaferle taçlandırılamadı. Gerek komuta kademesi arasındaki imtizaç eksikliği ve stratejik bazı hatalar, gerekse Rodos yenilgisini hala canlı olarak yaşayan St. Jean Şövalyelerinin amansız savunma ve hücumları Malta macerasını başarısız kılacaktı (1565).

Yaşlı hükümdar Kanuni Sultan Süleyman, bu sonucu pek kabullenemediğinden gelecek sene için hazırlanmak ve donanma inşâ etmek maksadıyla yeni emirler verdiyse de, ömrü vefa etmemiş, bizzat çıkmak mecburiyetinde kaldığı Avusturya seferindeyken Sigetvar'da hayata veda etmiştir (1566).

Kanuni'nin son döneminde egemenlik alanlarını Batı Akdeniz bölgesine kadar taşıyan Osmanlılar, artık hiçbir Hıristiyan gücün tek başına karşısına çıkamayacağı bir konuma gelmişti. İslam'ın padişahı ve halifesi olarak Kanuni, Cezayir'den Yemen'e ve Basra Körfezi'ne kadar kurduğu eyaletler sayesinde bu bölgelerin idarî, ekonomik ve sosyal yapısını yeniden ve uzun yüzyıllar devam edecek şekilde kendi sistemi içinde yapılandırmış, diğer devletler yanında Portekiz ve İspanya'yı da antlaşma yapmaya zorlayarak bütün ticaret ve hac yollarında güvenliği sağlamayı başarmıştı.

Not: Bu yazıda müellifin imlasına sadık kalınmıştır. (DT)