Kemalist yazar kadınlarımıza aman çarşafı ve peçeyi çıkarmayın demişti

HABER MASASI
Abone Ol

Yakup Kadri 1915’te kalemealdığı yazısında çarşafı ve peçeyisavunur, Türk kadınının batılılaşmasınıkıyasıya eleştirir. Kısa birsüre sonra görüşlerini tamamen değiştiripyeni rejimin en sıkı destekçilerindenkesilecek olan Yakup Kadrio tarihte Türk kadınlarına “Sakınonları [örtülerinizi] çıkarmayınız”derken çıkar karşımıza.

Niçin onlardan müşteki (şikayetçi) gibisiniz? O mazrûfa (bedene), bu zarftan daha muvafık (uygun) ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın muti mahbûseleri (itaatkâr mahpusları) değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dil-firîb (cazibeli) mahbesi (hapishane) sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz örttük; bizim ihtimâmımız, bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten, havadan, sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık. Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın!..

Düşündük ki, belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine güvenebilirsiniz. Nazarlarınız belki, bilâ-ihtiyar (irade dışı), birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir (duruverir). Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk. Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza içinde muhâfazalarına lüzum gördü...

İnsanlar, kadınlara tahakküm ettikleri gündür ki tabiata gâlip geldiler. Cemiyetlerin ve medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. Memleketlerden, vatanlardan evvel, ilk müdafaa edilen kadındı. Bana inanınız, bütün bu evler, bu mâbedler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mâbedler harap oldu, şehirler çöktü.

Niçin başka cinsten (milletten) kadınlara bakıp da başınızda garip mütalaalara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz başlı başınıza bir âlemsiniz. (…) Hâlbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız… Bunlardır ki, bana muhabbeti öğretiyor; hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor, bâhusus (özellikle) memlekete muhabbeti… Zira sizin bu örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki, minarelerden ve o al râyetten (bayraktan) sonra bu serseri ruha bir râz-âşinâ melce (dost sığınak) ve bir emin mersâ (güvenli liman) saadeti veriyor.

Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin ortasında, asâlet ve zerâfete yegâne dâl (işaret) olarak, bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri, insanlığı terzil (küçük düşürme) için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu gürûha peyrev olmak (peşinden gitmek) size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum. Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin İlâhı, sizi bu sıfatla sâir mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz O’nun halkettiği cennet-âsâ (cennetimsi) âlemin meleklerisiniz. O, “Kitab”ında sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz, mukaddesat meyânına girdiniz. Artık ne hâle (bugüne), ne mâziye (geçmişe), ne de âtîye (geleceğe) mensupsunuz...