Mevlana'dan Hasan Âli'ye: “Benim Dervişimi Koru”

PROF. DR.MUSTAFA KARA
Abone Ol

Yenikapı Mevlevîhanesi’nin uhrevî havasını soluyarak sikke giyip mukabeleye katılarak büyüyen Hasan Âli Yücel, Milli Eğitim Bakanı olarak ‘genç Cumhuriyet’in yaptığı devrimlerde önemli roller oynamıştı. Gelin, Mevlana, Mehmed Dede ve Hasan Âli'nin buluştukları esrarengiz rüyanın kapısından içeri süzülelim.

Özellikle son bir asırda pozitivist ve materyalist akımların atağa kalkmasıyla manevî dünyanın cevelan sahası daralmaya başladı. Sadece maddî hayat değil, manevî âlem de madde ile ölçülür, tartılır hale geldi. Metafizik konular, fizik konularına yakınlığı oranında ilgi görmeye başladı. Dinî meseleler de bu dalgalanmadan nasibini aldı elbette. Böylece dinî-manevî mevzuları 'çağdaş' izahlarla açıklama mecburiyeti ortaya çıkınca Kur'an'da sözü edilen bazı metafizik konuların günlük bilgilerin kalıplarına uydurulması zorunluluğu hissedildi.

Çoğu zaman 'modernizm' kelimesiyle ifade edilen bu 'kasırga', dünyanın her yerinde gelenekleri silip süpürdü. İnsanoğlunun asırlar içinde ürettiği pek çok yorum ve bakış açısını ezdi; ruh adına, rüya adına olup biten her şeyi kırdı geçirdi. Bu bakış açısı sadece uykularımızın tadını kaçırmakla kalmadı, rüyalarımızı da berbat etti deyiş yerindeyse. Çünkü rüyalarımız, mânâ âlemiyle irtibatlı olan en önemli deneyimlerimizden biriydi.

Peki ilim adı altında tamamen pozitivizmin dayatmaları ile insanı anlamak ve izah etmek mümkün müydü? Değildi, ama olmalıydı. 'Bilgi' çağındaydık, o halde gereken yapılmalıydı.


Cumhuriyet döneminde eğitimimizin ana çizgisi işte tam olarak da budur. Bu anlayışın hayata geçirilmesi için görevlendirilen ana müessese ise Milli Eğitim Bakanlığı'dır şüphesiz. Bu bakanlığın koltuğunda en uzun süre (7 yıl 5 ay) hizmet veren Hasan Âli Yücel'in (ö. 1961) makamına biçilen bu misyonla neredeyse taban tabana zıt bir özelliği vardır ki pek bilinmez: İstanbul Yenikapı Mevlevîhanesi'nin atmosferinde büyümesi ve babasının uzun yıllar bu dergâhta neyzen olarak hizmet vermesi. Hasan Âli'nin Mevlana'ya ve Mevlevîliğe hayranlığı hayatının her döneminde tesirini sürdürmüştür. Kendisinin tutum ve davranışları da, konuya dair yazıp çizdikleri de bu gerçeği belgeler niteliktedir.

Mehmed (Arsoy) Dede ile ilgili rüyası ve sonrasında yaşananlar ise Hasan Âli'deki Mevlevîlik izlerinin en çarpıcılarından biri!
Bir rüya ve sonrası...
Bilindiği gibi 1925'te tekkeler kapatıldıktan sonra Konya Mevlana Dergâhı müze olarak kullanılmaya başlanır. Mehmed Dede de bu müzenin memurlarından biridir ve Hz. Pir'in kanadının altında hizmete devam etmektedir. Nihayet bir gün müzenin müdürü, kendisine emekliliğinin geldiğini bildirir. Mehmed Dede de dışarıda kimsesi olmadığı için uzaklardaki bir akrabasıyla temas kurmak üzere bir süreliğine müsaade ister.

İşte bu dönemde babası da Mevlevî olan ve gençliğinde Yenikapı Mevlevîhanesi'nde mukabeleye katıldığı bilinen Hasan Âli Yücel, Maarif Vekilidir. Dede'nin dergâhtan ayrılmaya niyetlendiği o gece kolay kolay unutulmayacak bir rüya görür:

Mevlana Hazretleri “Hasan, benim dervişimi koru!" diye nasihatte bulunmaktadır kendisine.

Rüyanın heybetinden irkilerek uyanan Maarif Vekili merak ve sabırsızlık içinde döner dolaşır. Sabahleyin ilk işi Konya Valisi Cemal Bardakçı'yı aramak olur ve ondan “asayiş berkemal" haberini alır. Oradan bir havadis çıkmayınca müze müdürünü arar ve ondan da “Mühim bir şey yok, işler yolunda" cevabını alır. Vekil ısrarla, “En ufak teferruatı dahi istiyorum" deyince müdür şu sözleriyle farkında olmadan sır kapısını biraz olsun aralayacaktır: “Sizi pek ilgilendirmez ama dün Dede'nin emekliliği geldi".

Bunun üzerine “Hiçbir şey yerinden oynamasın, ben Konya'ya geliyorum" emrini verir Hasan Âli. Hülasa ertesi gün Özel İdare'den çıkarılan emirle Mehmed Dede 'kayd-ı hayat' şartıyla vazifesinde bırakılır ve keyfiyet Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'ya da anlatılmak suretiyle mesele kapanır. Hasan Âli Yücel bu rüyasını daha sonra bir İran gezisinde Mehmet Önder'le paylaşacaktır.

Tarih kadar ihtiyar
Mevlana'nın dönemin Milli Eğitim Bakanı'nın rüyasına girerek kendisini korumasını öğütlediği Mehmed Dede hakkında Nezihe Araz'ın kaleminden dökülenlere kulak verelim şimdi de. Şöyle diyor usta yazar:

“Onu Konya Mevlana Müzesi'nde, kendisine ayrılmış olan tertemiz, mütevazı hücresinde Mevlana'dan kalan son yadigâr olarak tanıdım. İhlaslı bir tebessümle uzattığı elini öperken gördüm ki, hem tarih kadar ihtiyar, hem de yeni doğmuş çocuklar gibi masum ve körpeydi. Önünde pırıl pırıl oğulmuş bir mangal vardı, biz gösterdiği yer minderine henüz kurulmuştuk ki mangaldan daha parlak bir cezve küllenmiş ateşe sürüldü. Maşalıktan şeker ve kahve kutularını aldı, bu işi sık sık tekrarlamaya alışık olduğu bir bakışta belli olan tertipli eller kallavi fincanları bir bir misafirlere uzattı.

Mehmed Dede Efendi bize kimsiniz, nesiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, diye sormadı. Biz de ondan üzerimize dökülen o latif cemal ve kemal havası içinde, nereden gelip nereye gittiğimizi unutur olmuştuk. Sorsaydı belki de bir an verecek cevap bulamayacaktık, lakin o bu bahse yanaşmadı bile. Sanki demek istiyordu ki: yol da O'nun yolcu da, han da O'nun hancı da. Birinin konup birinin göçtüğü bu dünya misafirhanesinde isimler değişir, suretler değişir lakin mana ve siret hep O'dur.

Mehmed Dede Efendi'nin el öptürüşünden kahve uzatışına, latife edişinden sitem edişine kadar her hal ve kârında insan aklının almayacağı bir ahenk ve tevâzün, bir karar ve üslup vardı. Gerek onun yanındayken, gerek aylar sonra ve kilometrelerce uzaktan şu satırları yazarken, aklım gıpta ve ibretle hep bu ahenk ve tevâzün meselesine takılıyor. Zira ondan süzülüp akan bu nizam ve üslup, iç dünyasında kurmuş olduğu kararlı, huzurlu ve latif bir orkestranın ifadesi idi.

Bizler, yirminci asrın üslupsuzluğa ve nizamsızlığa giden devirlerinin döl bereketiyiz; kendi kendimizle barışa varamadığımız için birbirimizle de çekişme halindeyiz. Üstünlük duygularına esir değilsek aşağılık duygularının zebunuyuz! Bu da tez yoruyor, tez yıpratıyor bizi.
Mehmed Dede Efendi bir ihlas nefhası gibi varlığımdan esip geçti ve davasız dünyasında vardığı huzur ile içimi dışımı yıkadı ise bu yüzdendir. Onda ifratlar ve tefritler tasfiye edilmiş; ne türlü hareket ederse içinde bulunduğu camianın hayrına, ne türlü hareket ederse şerrine varacağı en aydınlık ölçülerle tespit edilmişti. Yüzündeki huzurlu ve rahat ifade bu yoldaki tutumunun, güveninin açık ifadesiydi.

Mehmed Dede Efendi canlı bir tarihtir. Konya Mevlana Müzesi'nde mensup olduğu kapıya içten bir vefa göstermesine karşılık, hücresinde oturmaya izinli müstesna bir yadigârdır.

Elini öpenlere 'yok ol evladım' diye dua edişinde bile ancak masal kahramanlarının revişi var. 'Yok ol evladım' onun lisanında 'kendi nefsini camianın menfaati namına ve o yolda sil, benliğini kendi benliğinden daha şümullü ve daha büyük bir varlık uğruna yok et' demektir."