Muhteşem Yüzyıl ve Osmanlı geleneği

PROF. DR. YUSUF HALAÇOGLU
Abone Ol

Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve Şehzade Osman Selahaddin Osmanoğlu Derin Tarih okurlarıiçin döneminde en çok konuşulan Muhteşem Yüzyıl dizisini yorumladı.

Yayınlandığı zamanda dünyanın en pahalı yapımlarından biri olan Muhteşem Yüzyıl dizisinin daha fazla izlenmesi için tarihi olaylarda oynamalar nedeni ile tartışmalara sebep olmuştu. Muhteşem Yüzyıl dizisi yapımcılarının en büyük savunması, belki de sığınağı "Bu bir tarih dizisi değil,kurgu!" şeklindeydi.

0. Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: 'Osmanlı geleneği hiçe sayıldı'

Bu bir tarih dizisi değil, kurgu!” İşte Muhteşem Yüzyıl dizisi yapımcılarının en büyük savunması, belki de sığınağı. Madem böyle bir kurgudan bahsediyorsunuz, o halde tarihî figürler neden bu kurguya alet ediliyor? Niçin Kanuni, Hürrem Sultan, Sadrazam Piri Paşa, Cafer Paşa ve daha pek çok tarihî sima bugünün oyuncularınca canlandırılarak her hafta sözümona bir kurgunun parçası olarak burnumuza sokuluyor? Eğer yapım içinde bu isimlere yer verecekseniz o halde tarihî gerçeklerle bağdaşan kompozisyonlar, sahneler ve diyaloglar sunmalısınız. Batılılarca ‘Muhteşem’ unvanına layık görülen, koyduğu kanunlarla ‘Kanuni’ adıyla anılan bir büyük sultan, uçkuruna düşkün biri olarak gösteriliyor dizide.

Kanuni Sultan Süleyman’ı ve onun nezdinde diğer Osmanlı padişahlarını kutsallaştırdığım sanılmasın. Onlar da insandı ve elbette hata yaparlardı. Zaten hata yapmamış olsalardı devlet yıkılmazdı.

Ancak bu durum günümüz yapımlarında seyirci çekmek adına onların ve saray erkânının gerçek dışı öğelerle tasvir edilmesini meşru kılmıyor. Kanuni şehzadeliği döneminde son derece iyi eğitim görmüş, gerek yönetim kaidelerini, gerekse saray usullerini bilen bir müstakbel sultandı. 15 yaşına geldikten sonra önce Şebinkarahisar, ardından Bolu ve Kefe Sancakbeyliğine getirildi. Son olarak da Manisa Sancakbeyliğiyle görevlendirildi. 1514 ve 1517 yıllarında, yani Çaldıran ve Ridaniye savaşlarının gerçekleştiği dönemde ise İstanbul kaymakamlığı ve Edirne muhafızlığında bulundu. Yani 26 yaşında padişah oluncaya dek hem iyi bir eğitim görmüş, hem de devletin farklı kademelerinde görev alarak tecrübe kazanmıştı. Ayrıca İstanbul’a gelmeden önce her şeyi yaşamıştı. Kudret, kadınlar ve dünya nimetleri zaten tahta oturmadan çok daha önce sahip olduğu şeylerdi. Dolayısıyla padişah olur olmaz haremle ilgilenecek biri değildi Kanuni. Ancak dizide saraya gelir gelmez teamüllerden haberi yokmuşçasına, kendi dönemine kadarki 200 yıllık Osmanlı geleneğinde oturmuş olan sistemi adeta hiçe sayarak doğrudan hareme girdi.  

Top yerine havai fişek attılar

Osmanlı sistemine göre şehzade cülus için İstanbul’a geldiğinde önce babasının cenazesinde bulunur, namazını kılar, defneder. Ondan sonra Babüssade önünde önce nakîb’ül-eşraf, sonra saray halkı biat eder. Bu sırada divanda bekleyen sadrazam ile şeyhülislam ise en son biat ederler. Ancak dizide ilk olarak sadrazam biat etti. 

Ayrıca babasının cenazesi sırasında Kanuni’yi bir eğlence ortamında görüyoruz ki, bunun da Osmanlı geleneğiyle uzaktan yakından alakası yok. Halbuki babası Yavuz Sultan Selim’in Çorlu’da vefat haberini aldıktan sonra Kanuni Manisa’dan İstanbul’a padişah olarak gelir. Böylece Yavuz’un ölümü ilan edilir. Kanuni cenazeyi Edirnekapı’da karşılar, Fatih Camii’nde kılınan namazın ardından cenaze Fatih Çarşamba’daki Yavuz Selim Camii haziresinde bulunan kabrine defnedilir. Görüldüğü üzere Sultan Süleyman’ın böyle bir dönemde eğlence düzenlemesi söz konusu değildir.

Osmanlı’da cülusun, yani sultanın tahta geçişinin duyurulması için 101 pare top atılması geleneği vardı. Fakat dizide Kanuni’nin tahta çıkışı havai fişekler atılarak kutlandı. 

Kanuni’nin 26 yaşında tahta geçtiğini biliyoruz; ancak dizide karşımızda gerçekte olduğundan çok daha olgun bir Kanuni var. Üstelik Kanuni ince ve uzun boyluydu, dizideki oyuncuya fiziksel yönden benzemiyordu. Hürrem Sultan ise saraya geldiğinde 14’ündeydi, çocuk denecek yaşta… Ama bu da dizide yansıtılamadı. 

Şehzadeler sakal bırakmaz

Dizide sıklıkla unutulan bir gerçek var; o da haremin disiplinli bir eğitim kurumu olması. Cariyeler en az 3 yıllık özel bir eğitimin ardından padişahın huzuruna çıkabilirlerdi. Oysa dizide görüyoruz ki Hürrem neredeyse hiç eğitime ihtiyaç duyulmadan Kanuni’nin karşısına çıkabildi. 

Dizide tahta çıkmaya hazırlanan Kanuni’yi sakallı olarak görüyoruz. Fakat Osmanlı’da şehzadeler sakal bırakmaz; ancak tahta cülus ettikten sonra sakal bırakma izni vardır. 

Osmanlı’da devletin şekillenmesi I. Murad döneminde gerçekleşmiştir. Kanuni döneminde ise teşrifat-ı kadime, yani devlet protokolü oluşmuştur. Bunlar Osmanlı’da olmazsa olmazlardandır. 

Nasıl bugün meclise takım elbise olmadan girilemiyorsa, padişahın karşısına da rütbenizin göstergesi olan kavuğunuz olmadan çıkamazdınız. Ancak dizide bu protokolün yelinde yeller esiyor; has odabaşı ve vezirler kavuksuz geziyorlar; hatta padişahın karşısına kavuksuz çıkmakla kalmıyor, bu şekilde onunla aynı sofraya bile oturuyorlar. Oysa o dönemde padişah kimseyle birlikte yemek yemezdi. 

Dizinin tarihimizle uzaktan yakından ilgisi yok. Haremde dolaşan yeniçeriler, saray hanımlarının üstünde Osmanlı edep ve ahlakına uymayan giysiler… O dekolteli elbiseleri gördüğümde inanın, intihar edesim geliyor. Gerçek, ancak bu kadar çarpık yansıtılabilir.

Dizide saray hanımları 19. yüzyıl Fransız modasına uygun giyiniyorlar; bu da haliyle 16. yüzyıl Osmanlı’sındaki giyim tarzına uymuyor. 17. yüzyılda İngiliz sarayından ziyarete gelenlerin izlenimlerini içeren belge ve kayıtlara baktığınızda da Osmanlı sarayında böyle giysilerin olmadığını görebilirsiniz. 

Dizide hareme yeniçeriler dahil herkes girip çıkıyor; ancak hareme kimlerin gireceği sarsılmaz kurallara bağlıdır ve bu kuralları padişah dahil kimse aşamaz.  

Kanuni elbette cariyelerle ve Hürrem Sultan’la ilgilendi. Fakat Harem gibi sıkı kuralların işlediği bir kurumda dizideki gibi şirret bir Hürrem’in ömrünün sonuna dek kalması mümkün değildir. Orada herkes haddini bilmek zorundadır; bunun istisnası olamaz. 

Üstelik dizide Kanuni’yi devlet işlerinde manüple etmeye çalışan bir Hürrem var. Gerçekte bir dereceye kadar etkin olduğunu söyleyebiliriz; çünkü Kanuni kendisine aşıktı. Bunu da Kanuni’nin şiir ve mektuplarındaki ifadelerden açıkça anlıyoruz. Ancak Hürrem Sultan’ın Kanuni’yi dizide gösterildiği denli kolayca etkisi altına aldığını ima etmek doğru olmaz. O zamanlar Osmanlı’da pantolon yoktu Osmanlı’ya pantolon 1800’lerde, II. Mahmud döneminde geldi. Yani Kanuni’den yaklaşık 300 yıl sonra. Ancak dizide Kanuni de, diğer erkek karakterler de pantolon giyiyorlar. 

Dizideki önemli karakterlerden biri de Matrakçı Nasuh Efendi. Dönemin önemli ilim adamlarından olan Nasuh Efendi, özel bir teknik kullanarak minyatür çizimleriyle haritalar yapardı. Dizide gösterildiği gibi belli bir meşgalesi olmayan, meczup tipli, sinik biri değildi. Tam tersine ilmî faaliyetlerde bulunan ve eserler veren bir zattı. Ayrıca İstanbul’da, Kanuni padişah olduktan sonra tanışmamışlardır; Matrakçı Nasuh Manisa’dan beri Kanuni’nin yanındadır.

Hatırlarsınız, Kaptan-ı Derya Cafer Paşa kılıçla idam edilmişti dizide. Oysa Osmanlı’da üst düzey görevliler kementle boğularak idam edilirdi. Kaldı ki idam edilecekse bile bu, balta ile olurdu ve baltacı adı verilen görevlilerce gerçekleştirilirdi. Paşanın kafası ibret taşı üzerinde kesildi; ancak bu taş, başı kesmek için değil, kesildikten sonra teşhir etmek içindir. Adetlere göre padişah idamı seyretmez. Onun yerine infazdan sonra ölen kişinin kanlı gömleği kendisine gösterilir. 

Dizide yabancı ülkelerin elçileri yerlerde süründürülerek padişahın huzuruna alınıyor. Osmanlı’da böyle bir şey söz konusu değildi. Ayrıca Türk boylarından gelenler ve Türkmenler hariç hiçbir elçi divanın toplandığı odaya giremezdi. Dizide bu kaideye de dikkat edilmediği görülüyor. 

Son olarak Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Sultan’a gelirsek… Çocuklarının art arda vefat etmesi, onun da bu acılara dayanamayarak intihara kalkışması tarihî gerçekliğe ait olmayıp senaristlerin hayal dünyalarının bir ürünüdür.

Görüldüğü gibi Muhteşem Yüzyıl, tarihî duyarlılık süzgecinden geçirilerek izlenmesi gereken bir yapım. Aksi takdirde gerçekle bağdaşmayan bir kurgunun bize sunduğu eksik gedik tarihî malumata yenik düşmek işten bile değil!

0. Şehzade Osman Selahaddin Osmanoğlu: 'İmparatorluk haremde oturarak yönetilmez'

Bu gibi yapımların ne kadar bahsi olursa onlar için biblisite söz konusu olur; yani yapımcılar iyi ya da kötü bahsedilmekten, bir şekilde gündeme gelmekten memnundurlar. Yapımın sadece bir dizi olduğu, hakikati yansıtmadığı unutulmamalı, bu gerçek göz önünde bulundurularak izlenmelidir. Komedi dizilerini kahkahalarla izliyor, dolayısıyla da ciddiye almıyoruz. Ancak Muhteşem Yüzyıl türündeki yapımların bir kurgu olduğunu unutuyoruz. 

Halkın, ecdadımızın vaktinin büyük bir kısmını haremde geçirdiğini sanması doğru değil. Kaldı ki, seferler ve sefer dolayısıyla yapılan yolculuklar uzun sürdüğü için sultanların haremde bu kadar uzun zaman geçirdiği bilgisi doğru değil. İmparatorluk haremde oturarak yönetilmez!

Osmanlı sarayında hanımlar ve erkekler nasıl giyinirlerdi, bunu kimse tam anlamıyla bilemez. Ancak şurası kesin ki, haremde sadece kadınlar vardır; koridorlarda dahi olsa erkek olmaz, bu mümkün değil. Ancak dizide bir bakıyorsunuz, Hürrem Sultan ile İbrahim Paşa koridorda karşılaşıp uzun uzun konuşuyorlar. 

Ayrıca padişah devlet adamlarını has odasına değil, arz odasına kabul eder. Bu durumda erkeklerin yolunun hareme düşmesi imkansız. Gelin görün ki, dizide devlet adamları haremden geçip padişahın karşısına çıkıyorlar. Olacak iş deği! Zaten o dönemde harem Topkapı Sarayı’nda da değil. 

Bir bölümde ise haremde Kanuni’nin büstü gösterildi izleyiciye. Atatürk büstü gibi… O devirde padişahın büstü yapılacak, sonra da sarayda teşhir edilecek. Böyle bir durumu aklımız almadığı gibi kayıtlarda da rastlamıyoruz zaten. 

Bir de İbrahim Paşa’nın sarayının bahçesinde devasa heykellerle karşılaştık dizide. Hatırladığım kadarıyla Peçevi’de okumuştum; Mora yakınlarında bir seferden dönerken bazı heykeller getirilmiş ancak bunlar insan değil, hayvan heykelleriymiş. En azından metinden bunu anlıyoruz. İbrahim Paşa bu hayvan heykellerini getirip sarayının önünde dikince de halktan tepki almış haliyle.

Dizideki saray hanımlarının dekolte giysileri de çokça tartışılıyor. Taş duvarlar arasında, sarayın soğuk ve nemli havasında o giysilerle dolaşsalardı hasta olur, zatürreden fazla yaşamazlardı. Kaldı ki, Sultan Reşad döneminde saray haremine hoca olarak giren Safiye Ünvar da hatıratında saray hanımlarının yazın palto, kışınsa kürkle dolaştıklarını yazar.