O yalnız yürüdü, yalnız öldü ve yalnız dirilecek

PROF. DR. ADNAN DEMİRCAN
Abone Ol

Kimileri için mazlumların temsilcisi, kimileri için yalnızlık ve zühdün sembolü. İnandığı doğruları söylemekten çekinmeyen, Hz. Peygamber’in (sav) dediği gibi yalnız yaşayan ve yalnız ölen biri. Yaşarken dünyadan vazgeçen bir ruh kahramanının ölümsüz portresi...

Sen yalnız olarak yürürsün, yalnız olarak ölürsün ve yalnız olarak diriltilir­sin!” hitabına mazhar olan bir Peygamber dostuydu. Ca­hiliye döneminde dahi tek ilaha iman eden, Müslümanların en zor günlerinde İslamı seçen haniflerden biriydi. Adı: Ebu Zer Gifarî.

Asıl adı Cündeb b. Cünâde olan Ebu Zer gerek hayatı, gerekse sözünü sa­kınmayan iddialı çizgisiyle farklı bir portre çizmiştir. Kanaatkârlığı, dün­yaya dalmış olanlara mesafeli duruşu onu çoğu çağdaşlarından ayırmış ve 21. yüzyılda dahi insanları etkileyen müstesna bir şahsiyete dönüştürmüştür.

Yol kesip talancılıkla geçinen bir kabileye mensup olma­sına rağmen kendini Allah yoluna adamaktan geri durma­mıştı. Bir Mekkeliden Resulullah’ın (sav) nübüvvetini ilan ettiğini duyması üzerine onu bulmak için adeta çırpınması bunu ispat etmiyor mu sizce de? İsterseniz bu konuşmaya kulak verelim:

“Ey Ebu Zer! Mekke’de bir adam senin dediğin gibi Al­lah’tan başka ilah olmadığını söyleyerek kendisinin Peygam­ber olduğunu iddia ediyor!”

“Kimlerdenmiş?”
“Kureyş’ten!”

Durumu araştırmak üzere hemen Mekke’ye gitti. Hz. Ebubekir’i (ra) insanlara kuru üzüm ikram ederken gördü; kendisi de yedi. Ertesi gün Haşimoğullarından birine sordu:

“Siz hiç Mekke halkından birinin bir şeyini reddettiniz mi?”
“Evet! Benim bir amca oğlu, Allah’tan başka ilah olmadığı­nı söyleyerek Peygamber olduğunu iddia ediyor!”
“Onu bana göster!”

Bunun üzerine adam ona Resulullah’ı gösterdi. Hz. Pey­gamber o sırada bir seki üzerinde elbisesini yüzüne örtmüş, uyuyordu. Ebu Zer onu uyandırıp şöyle dedi:

“Getirdiğini iddia ettiğin şeyi bana oku!”
“Ben şiir söylemiyorum, okuduğum Kur’an’dır. Onu ben söylemedim, Allah söyledi!”
Ebu Zer ısrar etti: “Bana oku!

Hz. Peygamber Kur’an’dan bir sure okudu. Ebu Zer hemen Müslüman oldu.

Peygamber Efendimiz sordu: “Kimlerdensin sen?”
“Gıfaroğullarından!”

Hz. Peygamber kabilesini öğrenince şaşırdı. Çünkü Gıfaro­ğulları yol kesip hırsızlık yaparak geçiniyorlardı. Şaşkınlığını şöyle ifade etti: “Allah dilediği kim­seyi hidayete erdirir.”

İslamla şereflenen Ebu Zer bir­kaç gün daha Mekke’de kaldı. Bir gün Kâbe’yi tavaf edip dua eden bir kadın gördü. Şöyle diyordu: “Bana şunu şunu ver ve benim hak­kımda şunu şunu yap! Ey İsaf ve ey Naile!” (bunlar Kâbe’nin etrafındaki putlardı). Ebu Zer ona seslendi: “Onlar­dan birini arkadaşına nikahla!” Kadın “Sen dinsizsin!” diye tepki gösterdi.

Bunun üzerine Kureyşli delikan­lılar gelip kadınla atışan Ebu Zer’i dövdüler. Bekroğullarından bir kısım insan da ona yardım ederek dövenle­re sitem ettiler:

“Sizden olup dinini terk edenlere dokunmadığınız halde ne diye arkadaşımızı dövüyorsunuz?”

Sonra aralarında barış yaptılar. Ebu Zer de Peygamber Efendimiz’e gelip dedi ki:

“Ey Allah’ın elçisi! Onlardan intikam alıncaya kadar Ku­reyş’i bırakmayacağım. Beni dövdüler!”

Sonra Usfân’a gidip yerleşti. Ne zaman Kureyş’e ait yiye­cek taşıyan bir kervan geçse onlara saldırıp yüklerini alırdı.

Ebu Zer’in Hz. Peygamber hicret ettiğinde memleketin­den hemen ayrılmadığını görüyoruz. Kabilesi içinde tebliğ faaliyetine devam etti. Uhud ya da Hendek gazvesinden son­ra hicret etti. Resulullah onu Sideoğullarından el-Münzir b. Amr ile kardeş ilan etmişti.

Ebu Zer’in Şia’nın da saygın kabul ettiği sahabelerden olduğunu belirtelim. Hz. Ali’nin (ra) halife olması gerektiği kanaatinde olmasına rağmen Hz. Ebubekir’e (ra) biat ederek ona karşı herhangi bir muhalefette bulunmadı. Suriye ve Mı­sır’ın fetihlerinde görev aldığını biliyoruz. Bir süre Mısır’da ikamet ettikten sonra Medine’ye döndü.

Hz. Ömer (ra) döneminde Ebu Zer’e yıllık 4 bin dirhem maaş bağlandı (dirhem dönemin gümüş parasıydı). Maaşını aldığı zaman hizmetçisini çağırır, bir yıllık gıda ihtiyacını so­rup onları satın alırdı. Sonra geriye kalanıyla dağıtılmak üze­re madeni para satın alıp şöyle derdi: “Kim ağzı bağlanacak bir altın veya gümüşü bir kap içinde toplarsa mutlaka o mal, sahibi için ateş olarak tutuşur.”

Suriye ve Mısır’ın fetihlerinde görev alan Ebu Zer, bir süre Mısır’da ikamet ettikten sonra Mediye’ye geri dönmüştü. Müslüman nüfusun yoğun olarak bulunduğu bölgeleri gösteren bir harita.(İslam’ın Büyük Peygamberi Hz. Muhammed, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1971).

Hz. Osman (ra) döneminde gerçekleştirilen Kıbrıs’ın fet­hine ve Anadolu’ya yönelik bazı seferlere katıldı. Râşid Ha­lifeler döneminin ardından yöneticilerin dünya malına had­dinden fazla kıymet verdiğini görünce yöneticilerle arasına mesafe koymak istedi. Vali Ebu Musa el-Eşarî kendisine iltifat edip yanından ayırmamaya çalıştı. Ne var ki o, yöneticilere yakın olmak istemedi. Ebu Musa’ya kızdı:

“Uzaklaş benden!” dedi.

Kendisine “Kardeşim hoşgeldi!” di­yen Ebu Musa’ya “Ben senin kardeşin değilim! Ben ancak (idareci olarak) çalıştırılmandan önce kardeşindim!” diye tepkisini belli etti.

Bir gün karşılaştıklarında Ebu Hu­reyre sarılarak kendisine şöyle dedi: “Kardeşim hoş geldi!”

Ebu Zer “Uzaklaş benden! Sen bun­lar için çalışmış mıydın?” diye tersledi. “Evet!” deyince:

“Hiç bina kurmaya kalkıştın veya bir ekili toprak veya çiftlik hayvanı edindin mi?”
Ebu Hureyre: “Hayır!”
Ebu Zer “Benim kardeşimsin, karde­şimsin!” diye sevindi.

Ebu Zer, Hz. Osman’ın hilafet yıl­larında Muaviye’nin valilik yaptığı Şam’a göç etmişti. Buradaki yönetici­lerin bazı harcamalarından rahatsızlık duyuyordu. Ona göre Müslümanlar ihtiyaçlarından fazlasını biriktirmeyip dağıtmalıydılar.

  • Bir peygamber tavsiyesi
  • Ebu Zer dedi ki: Dostum bana 7 şeyi tavsiye etti:
  • Bana fakirleri sevmeyi ve onlara yakın olmayı emretti.
  • Bana benden aşağıda olana bakmamı, benim üstümde olana bakmamamı emretti.
  • Bana hiçbir kimseden bir şey istemememi emretti.
  • Bana sırtını dönse bile akrabalık bağlarını korumamı emretti. Bana acı bile olsa hakkı söylememi emretti.
  • Allah için kınayanın kınamasından korkmamamı emretti. Bana, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah sözünü çokça söylememi emretti. Zira bunlar arşın altındaki bir hazinedendir.

Eleştirdiği konulardan biri de Mu­aviye’nin inşa ettirdiği Yeşilsaray (el-Hadra) idi. Doğru bildiğini söyle­mekten sakınmayan Ebu Zer, sarayın yapımında kullanılan paranın bey­tülmalden alındıysa haram, kendi ce­binden harcandıysa da israf olduğunu söyledi.

Hz. Peygamber, “Gökkubbenin al­tında ve yeryüzünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur” buyurarak onun bu özelliğini vurgulamıştır.

Ebu Zer’in eleştirileri özellikle top­lumun fakir kesimi tarafından ilgi gör­meye başlayınca Muaviye insanların onunla görüşmesini engellemeye çalı­şacaktı. El-Ahnef b. Kays Ebu Zer hak­kında şöyle bir hatırasını anlatır:

Medine’ye vardım, sonra Şam’a gidip Cuma namazını kıldım. Bir de baktım ki, bir adamla birlikteyim, var­dığı her sütunun halkı mutlaka ondan kaçıyor. Namaz kılıyor ancak namazını kısa tutuyordu. İsmimi öğrenince “Ya­nımdan kalk, seni lekeleyemem!” diye cevap verdi. Şaşırdım:

“Beni nasıl lekeleyebilirsin?”
Muaviye’yi kastederek, “Bu adamın tellalı hiçbir kimsenin benimle otur­mamasını ilan etti!”

Muaviye, Ebu Zer’in insanları icra­atına karşı muhalefete teşvik ettiğini düşündüğünden Hz. Osman’a bir mek­tup yazıp onu Medine’ye çağırmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Osman, Ebu Zer’i Medine’ye çağırdı (650-51) ve onu ikna etmeye çalıştı. Hiç olmazsa gö­rüşlerini insanlara anlatmamasını isti­yordu. Ebu Zer fikirlerini korkusuzca savunmaya devam edince onu Medi­ne’ye yaklaşık 6 km mesafedeki Rebe­ze’ye sürgün etti. Sürgünün Ebu Zer’in rızası alınarak gerçekleştiğine ilişkin rivayetler varsa da bunların sonraki dönemlerde Hz. Osman’ın bu icraatına yöneltilen eleştirilere karşı bir savun­ma olarak ortaya çıkmış olması muhte­meldir. Vefat edinceye kadar yaklaşık iki yıl burada kaldı.

Rebeze’de bulunma sebebiyle ilgili bir soruya şöyle cevap vermişti:

“Şam’daydım. Muaviye ile Tevbe suresinin ‘Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, ...’ ayeti üzerinde anlaşamadık. Muaviye, ‘Ayet Ehl-i Kitab (gayri Müslimler) hakkında indi!’ dedi. Ben de, ‘Hem bizim hakkı­mızda, hem de onlar hakkında indi!’ dedim. Sonra aramızda bu konuda bir tartışma oldu.

Bunun üzerine beni şikayet için Os­man’a mektup yazdı. Osman da bana bir mektup göndererek Medine’ye gel­memi bildirdi. Medine’ye gittim. Ora­ya gidince sanki beni ilk kez görmüş gibi etrafımda toplanmaya ve çoğal­maya başladılar. Bu gelişme Osman’a anlatılınca dedi ki: ‘İstersen bir köşeye çekilip yakın olursun!’ Beni bu eve yer­leştirdi. Şayet üzerimde bir Habeşliye yönetme yetkisi verilse elbette dinler ve itaat ederim!”

  • Geri çevrilen talep
  • Ebu Zer, bir gün Resulullah’tan (sav) emir olarak görevlendirilmesini istedi. Hz. Peygamber onun bu talebine şöyle cevap verdi: “Sen zayıfsın. Emirlik ise bir emanettir ve kıyamet gününde bir utançtır. Onu hakkıyla alan ve onda yükümlü olduğu şeyi yerine getiren kimse hariç!” Ebu Zer muhtemelen Hz. Peygamber’in bu değerlendirmesini dikkate alarak bir daha hayatı boyunca herhangi bir görev talep etmedi.

“Giydiklerinizden giydirin!”Günün birinde Ata b. Ebi Mervan, Ebu Zer’i üzerinde siyah-beyaz çizgili bir örtü olduğu halde ve onu peştemal gibi tutarak namaz kılarken gördü. Bu­nun üzerine şöyle dedi:

“Ey Ebu Zer! Bu siyah-beyaz çizgili örtüden başka bir elbisen yok mu?”
Ebu Zer cevap verdi:
“Bir elbisem olsaydı elbette onu üs­tümde görürdün!”
Ata “Oysa birkaç gün önce senin üzerinde iki elbise gördüm!” dedi.
Ebu Zer ise “Ey kardeşimin oğlu! Ben o ikisini, benden daha muhtaç birine verdim!” diye karşılık verdi. Ata ise “Vallahi, doğrusu sen o ikisine muhtaçsın!” deyince Ebu Zer’in cevabı şu oldu:

“Allah’ım! Bağış­lanma dilerim. Doğ­rusu sen dünyayı gözünde büyü­tüyorsun! Üze­rimdeki bu örtüyü gör­müyor mu­sun? Benim mescide giderken giydiğim bir elbisem daha var. Sağdığımız birkaç keçi, üze­rinde erzağımızı taşıdığımız birkaç eşek, yanımızda hizmet eden ve bizi yemeğin meşguliyetinden kurtaran bir hizmetçi var. Hangi nimet bizim içinde bulunduğumuzdan daha üstün?”

Kendisine bir şeyler vermek isteyen birine Ebu Zer’in şöyle dediğini rivayet ederler:

“Üzerlerinde yükümüzü taşıdığımız birkaç eşek, sağdığımız birkaç keçi, hizmet eden bir azatlı hizmetçi ve el­bisemizin haricinde fazla bir aba var. Doğrusu fazlasıyla hesaba çekilmekten korkuyorum!”

Bir defasında Ebu Zer’e iki parça elbise verilmişti. İkisinden birini peşte­mal gibi tutarak bir pelerinle örtündü; diğerini kölesine giydirerek halkın kar­şısına çıktı. Bunun üzerine kendisine şöyle denildi:

“O iki parça elbiseyi beraber giysey­din daha güzel olurdu!”
“Kesinlikle haklısınız!” dedi. “Fakat ben Resulullah’ın ‘Yediklerinizden on­lara yedirin ve giydiklerinizden onlara giydirin!’ dediğini işitmiştim.”

Hz. Peygamber dünya malına önem vermediğini belirtmek için “Ebu Zer yeryüzünde İsa b. Meryem’in zühdüyle yürür” buyurmuştur (Tirmizî, Menâkıb, 35). Böylesine kendine özgü bir şahsi­yete sahip olan Ebu Zer’in vefatını Ab­dullah b. Mesud şöyle anlatır:

Osman, Ebu Zer’i Rebeze’ye sürgü­ne yolladığı, orada onun başına kaderi geldiği ve beraberinde hanımından ve kölesinden başka kimsenin olmadığı vakit Ebu Zer yanındakilere şöyle bir vasiyette bulundu:

“Beni yıkayın, kefenleyin ve yolun ortasına koyun. Sonra size uğrayacak ilk kafileye ‘Bu, Resulullah’ın arkadaşı Ebu Zer. Bize onun defni için yardım edin!’ deyin.”

Vefat edince vasiyeti gereği kefenle­yip yolun ortasına koydular. Abdullah b. Mesud Irak halkından umreci olan bir cemaatle birlikte geldi. Köle, Abdul­lah b. Mesud’a gidip şöyle dedi:

“Bu, Resulullah’ın arkadaşı Ebu Zer’dir! Onun defni için bize yardım edin!”
Abdullah ağlamaya başladı:

“Resulullah doğruyu söyledi: Sen yalnız yürürsün, yalnız ölürsün ve yal­nız olarak diriltilirsin!”

Sonra arkadaşlarıyla birlikte cenaze namazını kılıp defnettiler (Temmuz 653). Ebu Zer’in cenaze namazının Ce­rir b. Abdullah tarafından kıldırıldığı­na dair bir rivayet de mevcut.

Birçok sahabenin birden fazla me­zar ya da makamının olduğu bilinir. Ebu Zer’in de farklı mezar ve makam­ları vardır. Bunlardan biri, Adıyaman merkeze bağlı Payamlı köyündedir. Bundan dolayı Adıyaman’da Ebuzer (Abuzer) adı oldukça yaygındır. Bir di­ğer mezar da İstanbul’da Ayvansaray semtindedir. İstanbul’a düzenlenen ilk seferden yıllarca önce vefat edip Re­beze’de defnedilmesine rağmen halk arasında onun adına İstanbul’da bir türbesinin bulunduğuna inanılması ne kadar sevildiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.