Sarayın çilekeş ve hayırsever şairi: Adile Sultan

FERDA OLBAK MAZAK
Abone Ol

Yıl 1826, serin bir bahar gecesi. Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nde II. Mahmud ile Zernigâr Kadın’ın Âdile Sultan adlı kızı dünyaya gelir. Adet olduğu üzere 3’er gün 3’er nevbet top atışıyla duyurulur.

Hayata ihtişamlı bir başlangıç yapan Âdile Sultan, özel hocalardan din, edebiyat, musikî, Arapça, Farsça ve hat dersleri alır. Gençliği Beylerbeyi Sarayı'nda geçer. Devrin en meşhur hattatlarından Ebûbekir Mümtaz Efendi'den icazet alır. Aldığı eğitim hassas kişiliğiyle birleşince duygularını şiirle ifade etmek ihtiyacını duyar. Ancak annesi Zernigâr Kadın'ın ömrü Âdile'sinin yetiştiğini görmeye vefa etmez. Kendisi 4 yaşında iken vefat eden annesini bir şiirinde şöyle anlatır:

Vâlidem sevgili cânım Zernigâr
Hâl-ü ahlâkı güzel takvâ şiâr
Gitti dünyâdan beni koydu yetim
Meskenin yâ Rabbî kıl dârü'n-naîm

Âdile Sultan'ın hayatını Divân'ından okumak mümkün. Babasının başkadını Nevfidan Kadın tarafından nasıl bir ihtimamla büyütüldüğünü şöyle anlatır:

Sonra oldu Nevfidan Kadın bana
Kendi evlâdı gibi sâdık ana
Kimseye çeşmim yaşın sildirmedi
Vâlidem olmadığın bildirmedi.

Balon eşliğinde benzersiz bir düğün Âdile Sultan ile Mehmed Ali Paşa’nın evlilik merasimi için Haydarpaşa Sahrası’na çadırlar kurulur ve 7 gün, 7 gece boyunca şenlikler düzenlenir. Bu düğünü tasvir eden çizimde, çadırlar yanında şenliklerin en ilgi çekici kahramanı olan balon da görülüyor. Balon birazdan gözden kaybolacak ve nereye gittiği anlaşılamayacaktır

Muhteşem düğün, hazin hayat
Âdile Sultan 20 yaşına geldiğinde kardeşi Sultan Abdülmecid tarafından 12 Haziran 1845'te Tophane müşiri Mehmed Ali Paşa'yla evlendirilir. Beylerbeyi Sarayı'ndan alınan Âdile Sultan, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan'ın Koçili sandalına bindirilerek kendisine tahsis edilen Neşatâbad Sahil Sarayı'na götürülür.

Bu, 19. yüzyılın en muhteşem saray düğünlerindendir. Haydarpaşa Sahrası'na çadırlar kurulur. 7 gün devam eden şenliğe devlet erkânı ve İstanbul halkı davet edilir. Saraylar, kışlalar, karakollar, yalılar kandillerle aydınlatılarak şehrâyinler yapılır. Gösterilerin en ilginci ise İstanbul semalarında uçurulan balon olur. Balon Haydarpaşa'dan havalandıktan sonra gözden kaybolur ve bir daha haber alınamaz.

İsmail, Sıdıka, Aliye ve Hayriye adlarında 4 çocuğu olur Âdile Sultan'ın. Ancak Hayriye dışında kiler çocuk yaşta vefat ederler. Hayriye Hanım Sultan da yeni evliyken ince hastalığa yenik düşer.

Âdile Sultan’ın ve eşi Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa

Mehmed Ali Paşa müsrifliği ve damatlığa yakışmayan tavırları yüzünden Padişah tarafından defalarca azarlanır ve rütbesi düşürülmekle cezalandırılırsa da, Sultan Efendinin hatırı için görevine iade edilir. Çapkınlıklarıyla meşhur Mehmed Ali Paşa'nın arabasının Kağıthâne gibi mesire yerlerinde sık sık görüldüğü ve güzel hanımlara alaka gösterdiği söylentileri

Âdile Sultan'ın kulağına gelir. Bunun üzerine kocasına bir oyun oynamaya karar verir. Şehirli bir hanım kıyafeti ve arabasıyla Kâğıthane'ye giden Âdile Sultan, Paşa'nın dikkatini çekmeyi başarır. Mehmed Ali Paşa şehir arabasındaki yüzü kapalı, şık ve narin hanıma türlü diller döker ve nihayet arabasını yaklaştırıp ayaklarının ucuna doğru çevresini atar. Gece Mehmed Ali Paşa yatak odasına girdiğinde Âdile Sultan'ın uyuduğunu ve kendi yastığının üzerinde o gün arabaya fırlattığı çevrenin katlanmış olarak durduğunu görür ve oyuna geldiğini anlar. Bir uyarı bu kadar zarif bir şekilde ancak ahlakı ve iç güzelliği, zarafeti ve dış güzelliğiyle tam bir ahenk içinde olan biri tarafından yapılabilirdi. Âdile Sultan benzer birçok durumla karşılaşmasına rağmen, 1868'de vefat eden ve Eyüb Bostan İskelesi'ne defnolunan kocasına karşı hislerini şöyle dile getirir:

Devlet ü dine sadakatle ederdi hıdmet
Emr-i Peygamberi icrâye kılurdı gayret
Bir özü doğru, sözü doğru muhibb-i devlet
Öyle bir yâr içün Âdile ağlar elbet.

Saraylı hanımların sandal sefası 1891 yılında İstanbul’a gelen ve II. Abdülhamid tarafından saray ressamlığı unvanına layık görülen Fausto Zonaro’nun fırçasından, sandalla gezintiye çıkmaya hazırlanan feraceli ve yaşmaklı saraylı hanımlar…

Gönül zenginliğini kesesiyle birleştirdi
Âdile Sultan, nuranî ve pek güzel yüzlü, orta boylu, ela gözlü, narin, asil ve vakur bir Sultan Efendidir. Ağır kumaşlardan 4 etekli entari, güderiden pabuç giyer, beline şaldan kuşak bağlar, üzerine salta denilen bol kollu bir ceket geçirir, başına fes gibi bir başlık takıp etrafına oyalı ipek yemeni sarardı. Üzerine zümrüt ve lâllerle yapılmış ikisi küçük, ortadaki büyük gül şeklinde kıymetli iğneler takar, başka mücevher veya nişan kullanmazdı. Giyimi tamamen alaturka ve sadeydi.

Zaman zaman Cağaloğlu'ndaki sarayda, Silâhtar Ağa'daki yazlık kasırda, Küçük Çamlıca'da Vâlide Bağı köşkünde yaşardı. Son yıllarını Kandilli'deki saray ile Salıpazarı'ndaki sahil sarayında geçirmiştir.

Her muhtaca, misafire, dertliye açıktır saraylarının kapıları. Özellikle de kadınlara… Görgü ve bilgilerini arttırmak, dertlerine çözüm bulabilmek için çalarlardı Sultan'ın kapısını. Ufkunu genişletmeyi gözleyen, Fındıklı'daki Sarayı'nda yapılan sohbetlere misafir olurdu. Kandilli'de icrâ-yı sanat eyleyen sâzende ve hânendeye kulak vererek iç âlemini sükûna erdirmeyi murad edenler de davetlidir. İstanbul'a has leziz yemeklerin sunulduğu sofraların ardından sâzende ve hânendeleri mest ederdi misafirleri.

Hanım Sultanlar, devlet ricali ile yabancı elçilerin eşleriyle kızları da davetlileri arasındadır. Zengin ve hatırı sayılır kişiler, din ve tarikat ehli insanların katıldığı ve sabahlara kadar süren sohbetler sırasında sarayların duvar ve kubbeleri güzel sesli hâfızların okuduğu Kur'an-ı Kerim ve ilahi sesleriyle çınlar.

Âdile Sultan yaz aylarını geçirdiği Valide Bağı'na gidişi sırasında kendisine bahşedilen nimetlerin bir şükrü olarak araba vapurunun kaptan ve tayfasına, iskele memurlarına, yol üzerindeki karakol görevlilerine ihsanlar dağıtır, yoldaki fukaranın hepsine sadaka verirdi.

O sosyal bir hanımdır; alır çevresindeki hanım ve kızları yanına, mesirelere uzanırdı. İstanbul'un güzelliklerini, Boğaziçi yalılarını temaşa ederken, geçmişi öğrenmelerini, geleceğe farklı bakmalarını sağlar. Suya tutkundur; sarnıçlar, kuyular, şadırvanlar, çeşmeler, namazgâhlarla donatır İstanbul'u. Mektep yaptırır, öğrencileri giydirir, harap dergâhları ihya eder. Mübarek beldelere giden yolun başlangıç noktası kabul edilen Üsküdar'dan sürre alaylarıyla hediyeler gönderirdi Mekke'ye, Medine'ye. Ömrünün sonuna kadar her yıl Muharrem ayında kazanlarla aşure pişirterek halka dağıtırdı. Kısacası, gönül zenginliğini kesesiyle birleştiren bir güzel insandı. Ve şiirle kendini pek güzel ifade etmeyi bilirdi:

Dervişim, kendi başıma yine sultân gezerim.
Âlem-i aşkda seyyâh olup her ân gezerim.
Pâdişâh saltanat-ı dehr için kayd çeker,
Kayd-ı nâmûsu geçip ben dahî üryân gezerim.
Ne safâdan geçerim vaz, ne cefâdan hazerim
Emr-i teslim-i rızâ, mülkünü hayrân gezerim.
Kimsenin hayr ile şerrine yokdur nazarım,
Serseriyim geleli âleme hayrân gezerim.
Ne dilimde olur evrâd, ne elimde tesbih,
Ne velîyim, ne deliyim, yine vîran gezerim.
Gâh olur kendimi idrâk ile efgân ederim,
Gâh isyânım anıp derdile nâlân gezerim.
Gâh Mecnûn gibi dağlar aşarım Âdile ben,
Aşka sûzân olup gamla perîşân gezerim.

Eşini ve kızı Hayriye Hanım Sultan'ı kaybettikten sonra kendini ibadet ve hayır işlerine adar. Nakşibendîliğe bağlanan Âdile Sultan'a 'Râbiâtü'd-devrân', yani zamanının Râbiâtü'l- Adeviyyesi denilir. Aynı zamanda tamir ettirdiği bu mescitte Eyüb Sultan'a ithafen,

Budur lûtf-u kerem-kârı Ebâ Eyyübe'l-Ensârî
Resûlullah alemdârı Ebâ Eyyûbe'l-Ensarî

diye başlayıp şöyle biten kasidesini yazar:

Sana bu Âdile bende, kapında has efkende
Kerem kıl etme şermende, Ebâ Eyyûbe'l-Ensârî.

Şair ve bestekâr bir hayırsever
Âdile Sultan'ın eğitim ve duyarlılığı, yaşadıklarını mısralara dökmeye yöneltir. Devrinin olaylarına ışık tutan Divan'ı, onu saray kadınları arasında divanı olan tek şaire yapar. Hacı Faik Bey tarafından bestelenen şu Hüzzam ilahinin güftesi ona aittir:

Yüzün mir'ât -ı Kibriyâdır yâ Rasûlallah
Vücûdun mazhar-ı nûr-ı Hüdâ'dır yâ Rasûlallah
Kabûl eyle onu, aşkından âzâd eyleme bir an
Kapında Âdile, kemter-gedâdır yâ Rasûlallah.

Birçok şiiri bestelenmiş olduğu gibi kendisi de bestekârdır. TRT repertuarında yer alan Hicaz Hümâyûn bestesinin sözleri şöyledir:

Gizlice şâha buyur
Hâne-i tenhâya buyur
Sevdiğim aman kerem et
Lutf ile cânâna buyur
Halk uyur, ağyâr uyur
Ey gül-i rânâ buyur.

Âdile Sultan’ın mühür yüzüğü Âdile Sultan’a ait, üzerinde ‘Ismetlü Âdile Sultan Aliyyetüşşân Hazretleri’ yazılı bu mühür yüzüğü, Topkapı Sarayı’nda açılan Padişahın Evi: Topkapı Sarayı Harem-i Hümayunu Sergisi’nde yakından görülebilir.

Aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman'ın Muhibbî Divanı'nı 1890'da ilk defa o bastırmıştır.

Âdile Sultan kalıcı eserler bırakmayı ihmal etmez. Kurduğu vakıflar yoluyla mektepler yaptırır, susuz yerlere su getirtir. Yaptırdığı türbeler ve sosyal tesislerde hizmetlilere iş imkânı sağlar. Fakir halkın ihtiyaçlarını karşılayarak devletin yükünü malî yönden bir nebze olsun hafifletir. Medine'de kurduğu Sebilhâne vakfı ile açılan kuyular ve yapılan sarnıçlarla bölgenin su ihtiyacını karşılar. Medine'de kimsesiz ve çaresiz kadınların barınması için haneler vakfeder.
Galata Mevlevihanesi ve Arap Camii'nin şadırvanı, çeşitli yerlerde yaptırdığı çeşme, kuyu ve sarnıçlar, Seyyid Nizam, İstavroz ve Bâlâ dergâhlarında muhtaçların doyurulması için ödenekler onun vakıflarındandır. Seyyid Nizameddin dergâhını yeniden yaptırır. Anadoluhisarı, Galata Arap Camii ve Küçük Mustafa Paşa'daki sıbyan mekteplerindeki öğrencilere yılda bir defa elbise ve eğitim yardımı yapılır. Dudullu'da yaptırdığı namazgâh, ağaçlı yeşil alan görüntüsüyle şehircilik ve çevreciliğe de katkıda bulunur. Vakıfları ve hayratı, yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaya, sosyal bünyede meydana gelebilecek mali dengesizlikleri azaltmaya yardımcı olur.

Yalnız saray çevresinde değil, halk arasında da sevgi ve saygıyla anılan Âdile Sultan'ın 73 yıllık ömrü 12 Şubat 1899 (1 Şevval 1316) günü Salıpazarı sahil sarayında sona erer. Eyüp Bostan İskelesi'nde, eşi ve çocuklarının yanına defnedilir. Bu ganî gönüllü, hayırsever Sultan Efendinin ölümüyle halk adeta öksüz kalır ve dünyasını değiştirdiği 1316 yılı Ramazan bayramı 'Kara Bayram' olarak yıllarca anılır.