Sultan II. Selim'in unutulmaz eseri çölden cennet bahçesine: Karapınar

HABER MASASI
Abone Ol

Sultan II. Selim’in Orta Anadolu’nun kurak ve ıssız bir bölgesine yeni bir şehir inşa ettirmiş olması, ‘Osmanlı’nın Anadolu’ya çivi çakmadığı’ efsanesini tekrarlayanlara verilebilecek en veciz cevaptır.

Prof. Dr. Semavi Eyice yazdı.

Kaynak: Derin Tarih, Ağustos-2014

Kanunî Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olan oğlu Selim’e Osmanlı tarihinde her nedense pek fazla değer verilmemiştir. “Sarı Selim” lakabıyla anılan II. Selim’in kısa süren iktidarı sırasında bazı önemli olaylar da yaşanmıştır.

Sultan Selim ecdadı gibi cengâver bir komutan değildi. Zaten her padişahın elinde kılıç, at üstünde akınlara koşan birer kahraman olması beklenemez. Onun şair ruhlu olduğu ve güzelliklerden hoşlandığı açıktır.

II. Selim’in şahsiyeti üzerinde pek durulmaz. İçkiyi sevdiği, hatta Kıbrıs’ı bu yüzden fethettiği söylenir. O, Osmanlı’nın büyüdüğü ve genişlediği bir dönemde yaşadı. Babası gibi hayatının son günlerine kadar serhatlerde at koşturmamış, buna karşılık istikrarlı bir gelişme safhası meydana getirmişti. Onunla ilgili üzerinde pek durulmamış önemli bir nokta da babasından kendisine adeta miras kalan Sokullu Mehmed Paşa gibi gerçekten değerli bir sadrazamı, değiştirmeye lüzum görmeden saltanatının sonuna kadar makamında bırakması ve onu oğluna devretmesidir.

Sultan Selim büyük bir heyecanla Edirne’deki eserinin açılışını yapacağı ve namazını kılacağı anı bekliyordu. Ancak beyin kanaması sonucu caminin açılışını göremeden vefat etti.

Osmanlı dönemi Türk sanatının zirvesinde bulunan Edirne’deki Selimiye Camii gibi bir eseri yaptırmış olması Sultan Selim’in imar faaliyetlerine ne kadar önem verdiğinin en büyük delilidir. Kudretli mimar Koca Sinan’ın ellerinden çıkan bu eserin yapımı ve bezenmesinde Selim’in şahsen direktifleri olmuştur.

Başka bir örnek de Konya-Ereğli arasında çorak, eski bir volkanik arazi üzerinde yaptırdığı menzil külliyesidir. Evvelce adı ‘Sultaniye’ iken sonra ‘Karapınar’a dönüştürülen, ıssız bir yerde yapılan külliye, bölgenin canlanmasını ve ana yolun güvenilir hale gelmesini sağlamıştır.

Büyük iktisat tarihçisi Prof. Ömer Lütfi Barkan’ın bir makalesinde etraflı surette incelenen Sultaniye ilçesi, eski adıyla Karapınar, bugün Konya-Ereğli yolu üzerinde bulunmaktadır. Hatta bu iki şehri bağlayan yol, kasabanın tam ortasından geçer. Bu küçük özellik bile Karapınar’ın bir menzil yeri olduğunun bariz işaretidir.

Yıllar önce Karapınar hakkında bazı gazetelerde, bu tarihî Orta Anadolu kasabasının çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna dair yazılar çıktı. Karapınar’ın erozyon sebebiyle karşılaştığı kum altında kalma tehlikesi bazı endişelere yol açmış ve ilgilileri düşünceye sevk etmişti. 1950 ve 1964 yıllarında iki kez ziyaret ettiğimiz Karapınar’ı, dikkate değer bulduğumuzdan bir sanat tarihçisi gözüyle tanıtmayı faydalı görmekteyiz.

Karapınar Orta Anadolu’da değerli bir iskân yeridir. Büyük kervan yolu üzerinde emniyeti sağlayan bir menzil yeri olarak kuruluşu, Osmanlı şehirciliğinin tanınması bakımından dikkat çekicidir. 16. asırda yeniden doğan kasabanın çekirdeğini, güzel bir külliye ve bunun ortasındaki zarif bir cami teşkil eder ki, bunlar Mimar Sinan’ın eseri olması bakımından ayrı bir değeri haizdir.

» Âlicenap bir hükümdar: Sultan II. Selim, etrafında her zaman âlim ve şairlerin bulunmasını ister, onlara karşı çok cömert davranarak çeşitli ihsanlarda bulunurdu. Solda Nakkaş Osman’ın Şemâ’ilnâme adlı eserinde bulunan bir II. Selim portresi.

Türklerden önce Karapınar nasıldı?

Düz bir ovada kurulmuş olan Karapınar’ın 10 km kadar doğusunda çok derin iki krater gölü vardır. Şehrin bugün içinde sayılan güneydeki bir kısmında bir tepecik görülür. Ali Tepesi denilen bu yüksekliğin üstünde ve yamaçlarında bugün herhangi bir yapı izi görülmüyor. Fakat 22 Haziran 1964 günü bu tepeye tırmandığımızda bilhassa kuzeye bakan yamacın yukarı kısımlarında hayli çanak ve çömlek kırıklarıyla karşılaşmıştık. Gelişi güzel toplanan bu parçalar arasında üzerlerindeki süslemeler bakımından devir ve üsluplarını açığa vurabilecek kadar iyi örnekler de vardı.

İÜ Önasya Tarihi ve Kültürleri Kürsüsü mensupları tarafından incelenen bu küçük koleksiyon bize Karapınar’ın çok eski zamanlardan beri iskân alanı olduğunu ispat etmektedir. Karapınar kasabasına hakim tepeciğin tarihin erken çağlarından itibaren üst üste insanların yerleştirildikleri bir yükseklik, bir höyük olduğunu bu küçük parçalar göstermektedir.

Toplanan kırıklar arasında Bronz Çağı’na ait Kapadokya seramikleri denilen ve Alişar III’de benzerleri bulunan örnekler kronolojik bakımdan en eski parçalardır. Demir Çağı’na ait eserlere gelince, Kilikya tipine giren kaplar bulunmaktadır. Daha yakın çağlarda Karapınar’daki bu tepecikte insanların yaşadığını gösteren parçalar da mevcuttur. Nitekim Anadolu’da benzerlerine çok rastlanan Helenistik tipte siyah astarlı mahallî çanak-çömlek parçalarından başka, burada Roma tipi kırmızı cilâlı ve Megara kâseleri parçaları da tespit edilmiştir.

Karapınar’ın Ali Tepesi’ndeki iskân, topladığımız parçaların kronolojisine göre Roma Çağı’ndan ileri gitmemektedir. 12 kişilik grubumuzun bir saat kadar süren satıh araştırmasında toplayabildiği kırıklarının içinde Roma çağını aşan hiçbir parçanın bulunmayışı önemlidir. Diğerlerine nazaran daha üst tabakada olması gereken Bizans ve Türk kaplarının bulunmayışı, Ortaçağ başlarından itibaren Karapınar’ın artık bir iskân alanı olarak kullanılmadığını göstermektedir. Bu hususta daha inandırıcı bilgiler birkaç sondaj ve kazıyla kolaylıkla elde edilecektir.

» Karapınar’ın şehadet parmağı: II. Selim’in yaptığı en hayırlı işlerin başında Konya’daki Karapınar bölgesini şenlendirmesi gelmektedir. Sultan’ın emriyle Sinan’ın yaptığı Selimiye Camii’nden bir kesit ve göğe doğru yükselmiş minaresi.

Camide Bizans izleri

Satıhta bu derece karakteristik, zengin çanak-çömlek parçaları olduğuna göre daha derinlerde tek parça halindeki kaplara rastlanabilir. Ne olursa olsun bu küçük koleksiyon dahi İlkçağ sonlarına kadar bölgede insanların yaşadığını, burada en azından küçük bir kasabanın bulunduğunu ispat etmektedir.

Çanak çömlek kırıkları sayesinde İlkçağ boyunca iskân edilmiş bir yer olduğunu kesinlikle tespit ettiğimiz Karapınar’ın Ortaçağ’da bir Bizans şehri veya kasabası olarak kullanılıp kullanılmadığını bilemiyoruz. Ancak Bizans devrinde höyüğün üzerinde artık iskân olunmadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Aksi takdirde oldukça eski çömlek kırıkları bu derece satıhta bulunmaz ve bol miktarda Bizans seramik kırıkları ile karşılaşırdık. Fakat Karapınar’da Bizans devrine işaret eden izler tamamen yoktur diyemeyiz.

Buradaki Sultan Selim Camii avlusunda Bizans devri sütun başlıkları ve çeşitli mimarî parçalar koleksiyonu bulunmaktadır. Bu sütun başlıklarını tiplerine göre şöylece ayırmak kâbildir: Birbirine benzeyen üç kompozit (karma) başlık, üç tanesi satıhları işlenmemiş veya tezyinatı kazınmış kompozit, iki tane kompozit varyasyonu başlık; üç tanesi protomlu (hayvan tasvirli) başlık. Bunlardan ikisinin köşelerinde kırılmış kartal kabartmaları fark edilmektedir. Nihayet bir tane de sade impost tipi başlık vardır ki, bunun satıhlarının ikisinde silinmiş haçlar, öteki ikisinde ise madalyon içinde bir monogram görülür.

Kuvvetli surette mahallî bir üslubu aksettiren bu sütun başlıklarından başka burada merdivenin iki yanına dikilmiş, mermer bir korkuluk payesi de mevcuttur. Bunlar İstanbul’daki benzerlerinden farklı değildir. Avlunun yan kapısının yanında kaba bir başlık üzerine dikilmiş üzeri tezyinatlı taş ise tamamen mahallî bir üslubu aksettirir.

Böylece Karapınar’da Sultan Selim Camii avlusunda hepsi de Bizans devrine ait fakat değişik üsluplarda 15 kadar mimarî parça toplanmış bulunmaktadır. Sütun başlığı ve tezyinatlı mimarî parçalar en kolay nakledilen eserler olduklarından bunların Karapınar’da mı bulundukları, yoksa başka bir yerden mi buraya taşındıkları karşımızdaki problemlerden biridir. Bunlar Karapınar menşeli oldukları takdirde Bizans devrinde aynı yerde birtakım binaların muhakkak olması gerekir. Çevrede birtakım Bizans devri yıkıntıları olduğu da bir vakıadır. Nitekim Karapınar’ın bir nahiyesi olan Gülviran’da böyle izler olduğunu biliyoruz.

» Selimiye’deki kubbeli hamam: Sultan Selim Külliyesi’nde yer alan hamam (üstte) klasik devrin külliyelerinde usulden olduğu üzere tamamen sınır dışında inşa edilmiştir. Soldaysa artık suyu akmayan çeşme.

Ortaçağ’ın korkulu bölgesi

Karapınar’a yepyeni bir menzil şehrinin kurulması zarureti 16. asırda Anadolu ve Rumeli’de büyük kervan yollarının yeniden düzenlenmesi sırasında kendini göstermişti. Bölgenin Ortaçağda ‘korkulu’ bir yer olduğu ve bilhassa su sıkıntısı çekildiği bilinmekteydi.

Nitekim 1. Haçlı Seferi sırasında 1097 yılı Eylül ayı başlarında Latin ordusu Konya’dan sonra susuz, kurak bir bölgeden geçerek Ereğli’ye varmıştı. Haçlılar Konya’da ikaz edildiklerinden yanlarına kırbalarla su almış ve yol üzerinde bir dere kıyısında da iki gün konaklamışlardı. Selçuklu idaresinde Anadolu’nun yol şebekesinin muntazam bir şekle sokulması ve emniyetli yolculuk yapılabilmesi için kervansarayların kurulmasından bu tehlikeli bölgenin bir geçit yeri olarak düşünülmediğini anlıyoruz.

Sultaniye’nin kurulmadan çok önce 1430’lu yıllarda Anadolu’dan geçen Fransız gezgin Bertrandon de la Broquière kervan yolu olarak Karaman yolunu takip etmiştir. Broquière, Essers (İvriz) üzerinden Ereğli’ye varır. Karaman’dan Rumların “Quhongnopoly” dedikleri Konya’ya ulaşır.

Nasuh es-Silâhî ya da yaygın ismiyle Matrakçı Nasuh, Kanunî Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi için hazırladığı Menzilnâme adlı eserinde ordunun Karapınar’dan geçtiği bildirmekte, hatta buranın bir minyatürünü de vermektedir. Fakat bu resmin yukarı kısmında dağlarla, dibinde su kaynayan “Kırkpınar nam-ı diğer Karapınar” olarak bir yer gösterilmiştir. Bu pınardan iki kol halinde akan suların arasındaysa Akçaşehir adında ufak bir kasaba vardır. Resmin alt kısmında “Tuz gölü nam-ı diğer Ulakî çayırı” adında bir göl veya bataklık işaret edilmiştir.

Bu minyatürün Konya ile Ereğli arasındaki bir köşeyi tasvir ettiği kesin olmakla beraber neresi olduğunu tayin etmek zordur.

» Osmanlı’nın Koca Sinan’ı: Sinan , mimarî alanındaki marifetiyle Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad zamanında nefis âbideler meydana getirdi. Karapınar Külliyesi de ancak onun elinden çıkabilirdi.

Koca Sinan’ın maharetli elleri

Sultaniye’nin merkezini teşkil eden Sultan Selim manzumesinin bitmesi epey sürmüş ve şehre yerleştirilen ilk göçmenler pek çok sıkıntı çekmiştir. 1684’de buradan geçen Evliya Çelebi, “ab u havası ve bağ ve bahçeleri lâtif bir kasaba” olarak bahseder. Mescitlerinden başka üç tekkesi ve sıbyan mektebiyle dükkânlarının olduğu bilinir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun bilhassa 16. asırda Anadolu’da büyük yollar üzerinde menzil tesisleri kurduğunu biliyoruz. Bunlar bazen küçük köprüler, bir ağaç gölgesine sığınmış mütevazı namazgâhlar, sıkça rastlanan çeşmeler veya bazı hallerde kuyular gibi küçük yapılardır.

Karapınar’daki külliyeyi yapan veya projesini tasarlayan Mimar Sinan’dır. Nitekim Sinan’ın eserlerini bildiren muhtelif listelerde bu eserin adına rastlanır. Bilinen Tezkiretü’l-Ebniye baskısında “Karapınar’da merhum Selim Han Camii”, “Karapınar’da merhum Sultan Selim Han imareti” ve nihayet “Sultan hamamı Karapınar’da” kayıtları bunu gösterir. Topkapı Sarayı’nda müsvedde halinde bulunan ve “Adsız Risale” denilen bir diğer Tezkiretü’l-Ebniye nüshasında ise “Hamam-ı Karapınar” kaydı ile karşılaşılır. Yine Topkapı Sarayı’ndaki Tuhfetü’l-Mimarîn adlı risalenin camiler bölümünde “Cami-i şerif ve İmaret ve Han-ı Sultan Selim Han der-Karapınar”, imaretler bölümünde de, “Karapınar’da Sultan Sultan Selim-i Sâni Hamamı” kayıtları görülür.

Böylece Karapınar’daki Sultan Selim manzumesinin yapılışıyla Mimar Sinan’ın ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu ilginin derecesini tayin edebilmek için önce eseri tahlil lazım gelmektedir.

II. Selim tarafından Karapınar’da yaptırılan tesislerden baş çeşmeler ve suyollarını inceleme imkânını bulamadık. Karapınar’a hakim tepede inşa olunan yel değirmenleri yarı yıkık bir halde hala durmaktadır. Konya’dan gelen ve Ereğli istikametinde devam eden yolun kenarında uzanan esas külliye ise kısmen mamur bir haldedir. Elimizde gerekli vasıtalar bulunmadığından ve araları kısmen yıkıldığından, kısmen de duvarlarla bölündüğünden ölçülerinin alınması çok zorlaşan bu külliyenin tamamının bir rölövesini çıkartamadık.

Caddeye açılan kemeri alternatif renkli taşlardan örülmüş, güzel ve heybetli bir kapı, düz bir yolla caminin önüne bağlantıyı sağlamaktadır. Bu ikinci kapının, caminin dış avlusuna irtibatı sağlamak düşüncesiyle yapılmış olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir. Böylece iki kapı arasında kalan yol parçasının iki tarafında evvelce sağa ve sola doğru uzanan iki yapının bulunduğu anlaşılıyor. Bunlardan sağdaki tamamen ortadan kaldırılmış ve dümdüz edilen arsası, caddeye bakan yüzündeki çirkin demir parmaklıklarıyla caminin ve kapının asil taş mimarisiyle tam tezat halde olan, ortası havuzlu sevimsiz bir bahçe haline getirilmeye çalışılmıştır.

» Matrakçı Nasuh’un Karapınar yöresini tasviri

“Bu makam-ı dilguşâda...”

Külliye çerçevesinde olmakla beraber ikinci bir kapıyla cami hariminden ayrılarak cami ve etrafındaki hayır binalarının tecridi düşünüldüğüne göre burada sağlı sollu çarşı ve kervansarayın bulunduğuna ihtimal vermek yerinde olur. Büyük ihtimalle her iki tarafta kervansarayın yola bakan yüzünde dükkân gözleri sıralanıyordu.

İkinci avlu kapısından geçildiğinde sağlı sollu uzanan harap, kubbeli ve bacalı binalar ise imaret-misafirhane ve imaret-aşevinin kalıntıları olmalıdır. Bunların 8 köşeli olarak tuğladan yapılan bacaları, tam ortalarında dikine yerleştirilen tuğlalarla meydana getirilen kuşakları zarif porfirli taştan işlenmiş, duman menfezleriyle cazip görünüşlü unsurlardır.

Kapıların ekseni üzerinde olan cami cephesinin bu muntazam tertibini bozan tek unsur, geç bir devirde şimdiki şeklini aldığı sezilen şadırvandır. Bugünkü şadırvanın su haznesi duvarı üzerine yaptırılmış, klasik üslupta işlenmiş bir kitabe taşı, şadırvanın eski bir tamirine sarih olarak işaret etmektedir.

Çok silik olduğundan tam olarak okunamayan 1596 tarihli manzum kitabe şu surette tespit edilmiştir:

Han Selim İbn-i Süleyman merkadi olsun cinan

Bu makam-ı dilguşâda eylemiş havz-ı revân

Kıldı [tecdid-i piyale] hem dedi tarihi

Olmalıydı bu cihanda böyle bir şâdırevân

Cami kısmen bu bölgede rastlanan ve “göktaş” denilen koyu gri renkli taşın kullanılması suretiyle inşa edilmiştir. Çok temiz ve itinalı bir işçilik gösteren inşaatta bu koyu renkli taşların dekoratif bir unsur gibi kullanıldığı görülür. Nitekim dış cephelerde en alttan itibaren üç dizi taş bu renktedir. Ayrıca burada kullanılan mermerin de gri renkte olduğuna işaret edebiliriz.

Çift minareli ve üstü kurşun kaplı olan cami, 5 kubbeli bir son cemaat yerini takip eden tek kubbeyle örtülü basit bir mekândan ibarettir. Kare esas mekânın her bir kenarı içten 15 m kadar bir uzunlukta olup tek kubbeye pandantifler yardımıyla geçirilmiştir. Dışarıdan fazlaca taşkın payelerle takviye edilen cepheler mütevazı ve iddiasız bir mimarî özelliği gösterirler.

Fakat ahenkli nispetler, temiz ve itinalı işçilik bu sade yapının başlıca vasıflarıdır. Mermerden işlenmiş mihrap, cümle kapısı, müezzin mahfeli ve minber binanın sade mimarisine uygun surette nispetli, zarif ve iddiasızdır.

Caminin normal olarak en dikkat çekici tarafı giriş cephesidir. Bu cephenin cadde üzerindeki tesislerin arasındaki çifte kapılı geçitten görüleceği düşünülerek mimarî kompozisyonu buna göre ayarlanmıştır. Son cemaat yeri revakı stalâktitli (sarkıt) başlıklı, çifte bronz bilezikli mermer sütunlara sahiptir. Bu revakın beş bölümü de eşit beş kubbeyle örtülmüştür.

Caminin mihrabıyla cümle kapısı devrin tezyinatını aksettiren unsurlardır denilebilir. Mermer kapı kemerinin üstünde 11 dilimli istiridye kabuğu veya yelpaze şeklinde bir kapı alınlığı bulunmaktadır. Bunun da üzerinde iki sıra halinde 8 kartuş içine yerleştirilmiş ve çeşitli zamanlarda tamir gören esas kitabe yer almaktadır.

Bilhassa Abdülmecid zamanında koyulan manzum kitabeler vardır. Caminin tek muhteşem kısmı olan büyük ahşap kapı kanatları geçmeli olarak yapılmış, bronz kilit ağızları ve halkalarla bezenmiştir. Ne yazık ki, bu harikulade güzellikteki bronz aksam iyi korunmadığından bazı halkaları sökülmüştür.

Dr. Osman Şevki Uludağ’ın 1941’de kaleme aldığı bir yazıda bu halkalardan bahsedilmiş, hatta bunların resimleri de yayınlanmıştır. Üsluplaştırılmış ejder şeklindeki bu halkaların 1941’den bu yana sökülüp çalınmış olmalarına üzülmemek elde değildir. Bunlar eğer bir müzeye girmemişse eski fotoğraflarından istifade etmek suretiyle yeniden dökülerek yerlerine takılmalarını temenni etmekten başka çaremiz kalmıyor. Kapının iki yan sövesinin üst kısmı stalâktitler ile bezenmiştir.

Klasik devrin külliyelerinde usulden olduğu üzere hamam manzumenin tamamen sınır dışında, sol taraftaki sokağın karşı sırasında inşa edilmiştir. Hayli harap bir durumda olan bu eserin duvarları cami kadar itinalı bir işçilik göstermektedir. Soyunma yeri, yani camekân kısmının büyük kubbesi, hiç değilse caddeye ve camiye bakan yüzünün, mimarî bakımdan ifadeli olmasının istenildiğini gösterir.

Karapınar’daki Sultan Selim Külliyesi’nin son bir parçası daha vardır ki, bu da çeşmedir. Cadde üzerindeki büyük girişin tam karşısındadır. Evvelce çeşmenin yanında hayvanların sulanması için yapılan yalaklar, son yıllarda yol düzenlemeleri sırasında kaybolmuştur. Çeşme nevi içinde muhakkak ki güzel bir anıt olan bu eserin, tarihî değerini ve güzelliğini daha iyi belirtecek şekilde etrafının tanzim edilmeyişi üzücüdür. Karapınar’ın yapılmasına sebep olan bu eserin daha saygılı bir çerçeve içine alınması yerinde olurdu. Kitabedeki nazmın şairi Meşamî, Konyalı’dır. Yazının da devrin iyi hattatlarından birinin elinden çıktığına ihtimal verilebilir.

İstilacı diyenler ne cevap verecek?

Karapınar’daki Sultan Selim Külliyesi’yle Sinan’ın bizzat ilgilendiğini, hiç değilse ana kompozisyonu onun tasarladığını kabul etmek zarureti vardır. Külliyenin tertibi bu çorak ve ücra köşedeki çevreye uygun sade ve iddiasız mimarisi, ahenkli nispetleri ile Sinan’ın üslubunun başlıca delilleridir.

Osmanlı Devleti’nin istilacı bir güç olmadığı Karapınar gibi yok olmuş eski bir yerleşim yerini canlandırmasıyla görülmektedir. Karapınar’ın bir insanın isteğiyle yoktan var edilişi ve buranın iskânı için sarf olunan gayretler de ayrı bir inceleme konusudur.

Yazımız, yukarıda belirttiğimiz gibi 50 yılı aşkın bir süre önce yerinde yaptığımız incelemeye dayanmaktadır. Aradan geçen zamanda pek çok şeyin değişmesi tabiidir.

1960 yılında durumu tehlikeli olan Karapınar toprağının aradan geçen süre içinde nasıl bir gelişme gösterdiğini, çölleşme tehlikesinin hala geçerli olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak bölgenin aradan geçen yarım asırlık süre içinde öncesine nazaran daha da geliştiği bir gerçektir. Karapınar buradan geçen seyyahların yazdıklarından da anlaşılacağı üzere zaman zaman boşalmış, hatta harap olmuş ve külliyenin vakıfları dağılmıştır.

Yazımızda kısaca üzerinde durduğumuz Karapınar’ın vakıf vesikalarıyla tapu defterleri etraflı surette incelenip gerek İstanbul, gerekse Ankara arşivlerinde araştırmalar yapıldığında kuruluşundan itibaren geçirdiği evreler ortaya konulabilir.

Ancak bir tarihçi tarafından yapabilecek bu çalışma, sanat tarihçilerinin derlediği bilgileri tamamlayacaktır. Böylece çölün ortasına inşa edilen bu şehrin doğuşu ve macerası meydana çıkaracaktır.

Çöl nasıl şenlendirildi?

Sultaniye’nin kuruluşu hakkında Seyyid Lokman tarafından 1583’de yazılan Silsilenâme’de etraflı bilgi verilmiştir. Kanunî Sultan Süleyman’ın şehzadelerinden Bayezid ile Selim arasındaki mücadeleyi müteakip, Selim “Adana yolundan Karaman’a muavedet kılıp kasaba-i Ereğli ve Ilgın mabeyninde olan Karapınar dedikleri deşt-i hemvârede çadır kurduklarında bu sahrayı imaretten hâlî ve ziraattan ârî” gördüğünden burada bir şehir ve bir imaret kurulmasını emrederek bina emini ve mimar tayin etti.

Silsilenâme’nin yazarı ardından emsali hiçbir diyarda olmayan Sultaniye’nin nasıl kurulduğunu anlatır. Dikkat çeken husus “Kerbelâ gibi bir katre su bulunmaz bir yer olan Karapınar’a hayır dualara” mazhar olmak için 30 yükten (1 yük 100 bin akçedir) fazla akçe ve altın sarfı ile 360 pınarın Karacadağ’ın Ovacık adındaki yaylağında yapılan birçok baş çeşmede toplanarak buradan kasabaya su getirilmiş olmasıdır. Türk tarihinde pek itibar gören bir sima olmasa da II. Selim’in yurdun en çorak ve yol emniyeti bakımından tehlikeli köşesinde kurduğu şehir ve bunu süsleyen eserler manzumesi muhakkak ki, onun yapıcı bir tarafı olduğunun delilidir. Selim Orta Anadolu’nun kurak bir bölgesinin ortasında yeni bir şehir yaratmakla Osmanlı’nın kuruluş ve yükselme devrinin yapıcı gelenek ve sistemli ‘imar’ ve ‘şenlendirme’ politikasının güzel bir örneğini vermiştir.