Sultan Süleyman nasıl ‘Kanuni’ oldu

PROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ
Abone Ol

Sultan Süleyman’a ‘Kanuni’ unvanının verilmesi kanunname yetkisini kullanarak en fazla sayıda kanunun onun zamanında konulmuş olmasındandır. Kanuni’nin, meşhur Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvalarına dayanarak hazırlattığı kanunnameler, yalnızca o dönemde değil, sonraki dönemlerde de alaka görmüştür. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz Derin Tarih dergisinde Kanuni'yi farklı perspektiften kaleme aldı.

Kanuni Sultan Süleyman'ın 'Kanuni' unvanını, İslam hukuku, yani şer'î hukukun hükümlerini bir tarafa bırakıp kendi iradesiyle kanun yaptığından ötürü aldığı, hatta büyük İslam âlimlerinin bu meseleden dolayı Kanuni'ye diğer padişahlar gibi sıcak bakmadıkları ifade edilmekte ve bu hususta Zenbilli Ali Efendi'ye ait şu hakikatli fıkra dile getirilmektedir:

“Sultan Süleyman Kanuni, kesretli Kırkçeşme sularını İstanbul'a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: Hilâf-ı şerî'at kanunları Avrupa'dan getirdiğin cihetle, İstanbul'a öyle bir pisledin ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyemez.”

Sultan Süleyman'a 'Kanuni' unvanının verilmesinin asıl ve birinci sebebi, Fatih, II. Bayezid ve Yavuz zamanında, İslam hukukunun ulü'lemre tanıdığı sınırlı yasama yetkisi kullanılarak kanunnâmeler hazırlanmış olsa da, İslam ve dolayısıyla Osmanlı hukuk tarihinde, sınırlı yasama yetkisine dayanarak sayıca en fazla ve en muntazam kanunların onun zamanında konulmuş olmasıdır. Devrinde hazırlanan kanunnâmelerin, 12 ciltlik Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserimizin 3 cildini teşkil etmesi ve 200'den fazla muntazam kanunnâmenin bulunması da bu gerçeği teyîd etmektedir.

Bir kısım büyük İslam âlimlerinin fevkalâde bir latife üslûbu içinde de olsa, Avrupa'dan bazı kanunları getirdiği için Sultan Süleyman'ı tenkit etmeleri, onun bu unvanının, şer'î kanunlara aykırı ve kendi irâdesiyle bazı Avrupâî kanun koymasından kaynaklandığı kanaatini doğurmuş bulunmaktadır. Hemen şunu ifade edelim ki, Zenbilli'nin yukarıda naklettiğimiz sözü, bir lâtifedir; ancak bir hakikati de tazammun etmektedir: Kanuni Sultan Süleyman, açıktan şerî'ata aykırı kanunlar hazırlatmamıştır; ancak şer'îliği tartışmalı olan bazı meselelerde, Ebussuud gibi büyük İslam hukukçularının fetvalarına dayanarak ve İslam hukukunun kendisine tanıdığı sınırlı yasama yetkisini kullanarak kanun hükümleri ortaya koydurtmuştur. İslam hukukunda râcih kavil vardır; mercûh kavil vardır. Sultan Süleyman, bazı konularda asrın maslahatlarını da göz önüne alarak, Ebussuud gibi âlimlerin kanaatiyle mercûh, yani zayıf olan görüşü, râcih, yani kuvvetli olan bir görüşe tercih yolunu seçmiştir.

Fetvalarla birlikte gömülmek istedi

Şer'îliği tartışılan bu meseleler arasında, asrımızda bir kısım insanlarımızın meselenin aslını bilmeden “Osmanlı Devleti'nde de faiz vardı” demelerine sebep teşkil eden “mu'âmele-i şer'îyye” mevzuu; mîrî arazinin ve icâreteynli vakıfların sınırsız süreli kira akdiyle işletmeye verilmesi; bazı esaslarının şerî'ata açıkça aykırı olmayacak şekilde Avrupa esnaf kidelerinden alınmış olması mümkün olan gedik müessesesi; kalpazanlar, cinsî sapıklar ve benzeri cemiyet hayatını bozan suçları işlemeye devam edenlerin ta'zir bi'l-katl yetkisine dayanılarak idam edilmesi; son olarak irsâdî vakıflar da denilen tahsîsât kabîlinden vakıflar bulunmaktadır.

Bütün bunlarda tamamen müftülerin fetvalarına dayanan Sultan Süleyman'ın açıkça şerî'ata muhalif bir hükmü kanun haline getirttiği söylenemez. Ancak zayıf görüşlerin kabulü, zaruret veya amme maslahatı gibi esâsları bazen bilmeyerek veya ilim adamlarının vasıtasıyla suiistimâl ettiği, dolayısıyla zımnen şer'î hükümlere aykırı davrandığı da muhtemel ve mümkündür; elbette Kanuni masum değildir.

Kanuni unvanının verilmesine bir diğer sebep, kanunların onun zamanında hiçbir fark gözetmeksizin herkese âdil bir şekilde tatbik edilmesindendir. Nitekim kanun nâmesinde yer alan şu madde bu konuda iyi bir delil teşkil eder:

“Cinayetler karşılığında vaz' olunan cezalar konusunda kide sabit oldu ki, sipahi, ra'iyyet, şerîf, vazî', denî ve mücrim arasında müşterektir ki, her kim ki bu suçlardan birisi ile mücrim ola, mukabelesinde ta'yin olunan ceza ile cezalandırılır.”

Bütün bunları yaparken de, şerî'ata muhalefet olmaması için titiz davrandığını; manevî mesuliyetten kurtulmak gayesiyle, vefatı anında Ebussuud'dan aldığı fetvaların kendisiyle beraber defnedilmesini vasiyet eylediğini ve en önemlisi de kendi devrindeki kanunları kendisi değil, zamanındaki Ebussuud gibi İslam âlimlerinin hazırladığını da burada hatırlatmak istiyoruz.

Şunu da hatırlatalım ki, sayıları 200'ü geçen bu kanunnâme, Osmanlı hukuk sisteminin tamamı değildir. Belki yüzde 10'u bile değildir. Zira Osmanlı hukuk sisteminin yüzde 90'ı fıkıh kitaplarında ifadesini bulan şer'î hükümler, yani şerî'attır. Kanuni döneminde de durum böyledir.