Genç yaşta kitap sevgisi kazanma: Kurstan kaçma ve abinin anlaşmalı yöntemi
1998 yılının kavurucu yazında, güneş her sabah biraz daha erken doğarken ben de her sabah arkadaşlarımla yaz kursunun yolunu tutardım. Bir gün mahalledeki beş altı kafa dengi arkadaşla bir araya gelip bir plan yaptık. Yarın sabah çok erken saatte yola çıkıp, köydeki tarlaları sulamak amacıyla yapılan yüzme havuzuna gidecektik. Kur’an kursunun bitmesine yakın saatlerde de o gün kursa gitmediğimiz anlaşılmasın diye kursa tekrar gelip oradan evlere dağılacaktık. Bu, bizim için heyecan verici bir plandı.
Evdekilerin sabah namazına kalkma sesiyle uyandım. Onlar namaza geçince fırsat bu fırsat deyip yataktan kalktım ve ayakkabımı hızlıca giyip sessiz adımlarla evden ayrıldım. Boynuma astığım kuş sapanı, cebime koyduğum ve hafif şıngırtı sesi gelen misketlerle buluşma yerine vardım ki herkes oradaydı. Hafifçe gülümseyerek ve el hareketleriyle birbirimize “Hadi, hadi gidelim artık,” dedik. Herkes nasıl yüzeceğini, nereden dalıp nereden çıkacağını ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Sonunda havuza vardık. Sırasıyla suya atladık, çıktık ve tekrar tekrar daldık. Her atlayışımızda suyu dalgalandırıyor, coşkumuzu suya karıştırıyorduk. Arka arkaya atlayıp suda izler bırakıyor, çocukça bir neşeyle kahkahalara boğuluyorduk. O anlarda mutluluğumuz tarifsizdi. Bir müddet sonra havuzun içinde bulunan amcaoğlu, bana bir şaka yapmak istedi. Biraz direneyim ve havuzun içine düşmeyeyim diye kendimi olabildiğince geriye çekmeye çalıştım. Bu sırada amcaoğlu elimi bırakıverdi ve ben üç metre yükseklikteki betondan havuzun arkasında bulunan çalılıklara yüzüstü düşüverdim. Düşmenin etkisiyle kollarımda ve yüzümde çizikler oluştu, biraz da yüzüm kanadı. Dönüş zamanı gelmişti, havuzdan ayrılıp gizlice kursun yoluna koyulduk. Kursta son saat, sohbetti. Biz de bu esnada kursa girip bir kenara oturduk ve sohbeti dinlemeye koyulduk. Arada hoca ile göz göze geliyorduk ve hoca bize, “Siz neredeydiniz, niye geç kaldınız?” bakışı atıyor; bizse başımız eğik şekilde hocadan gözlerimizi kaçırıyorduk
Nihayet çıkış saati geldi ve koşa koşa kurstan ayrıldık. Bakkal dükkânımıza vardığımda, babam değil de abim vardı ve beni yanına çağırdı. Yüzümdeki çiziklere bakıp ne olduğunu sordu. Ben de yalan söyleyemedim hâliyle ve “Havuza gittik” dedim. Olanı biteni anlattım. Biraz fırça, biraz kulak ağrısı, biraz da nasihatle o günü atlattık. Ertesi gün yine havuza gittik ve dönüşte sohbete katıldık. Fakat bu sefer de hocamızdan tatlı ikazlarını ve öğütlerini alarak kurstan ayrıldık.
Bakkalda yine o vardı. Siz anladınız... Beni yanına çağırdı. Kurstan geliyordum, fakat bu sefer de beni ele verecek olan başka bir şey vardı. Havuza girmiş ve güneşlenmiş olmanın verdiği hafif bir kızarıklık ve esmerlik. Abim, “Havuza gittin mi?” diye sorunca ben de dürüstlükten taviz veremedim. O da dürüstlüğüme hayran kalıp, bu sefer kulağıma değil yanağıma çalıştı. Ben bu fiskenin acısıyla cebelleşirken abim, âdeta teselli edercesine masadaki “15 Yaşında Bir Kaptan” kitabını alıp okumamı istedi. Ya da hayır, aslında bu bir cezaydı ve 100 sayfa okumamı istemişti. Neyse en azından babam duymamıştı. Ben de mecburen okumaya başladım. Uykum geldiği için bakkalın arka tarafında bulunan ve takas için getirilip karşılığında dükkândan ürün alınan buğday çuvallarının üzerine uzanıp okumaya başladım.
Kitabın henüz yirminci sayfalara gelmiştim ki aşırı derecede yorgun olan bünyem kendisini uykunun kollarına teslim etti. Abim de okuduğum sayfaları fark etmiş olmalı ki beni uyandırmadı. Sonra kalkıp, “Abi bugün az okudum, daha sonra devam etsem olur mu?” diyerek anlaşma yolunu aradım. Ağabeyim insaflıydı. “Kaldığın yeri akşam evde okursun,” dedi. Ben de öyle yapıp kalan 80 sayfayı evde okudum ki ummadığım şekilde kitap beni içine çekiyor, kahramanlarla beraber maceradan maceraya atılıyorduk.
Huylu huyundan vazgeçer mi? İlerleyen haftalarda kurstan tekrar kaçıp yüzmeye gittik ve yine yakalandım. Bu sefer acısız bir anlaşma yaptık abimle. Kur'an kursundan sonra arkadaşlarımla birlikte havuza gitmeme izin verdi. Lakin eve gelip yemeğimi yiyecek sonra da bakkala gelip kırk sayfa kitap okuyacaktım. Bu anlaşma tabii ki çok hoşuma gitti. Günde 40 sayfa kitap okuyordum. İlk kitap bitti, ardından Robert Louis Stevenson'un “Hazine Adası”na romanına başladım. O da bitince bir Robinson Crusoe kitabıyla devam etti. Abim, birbirinden sürükleyici kitapları bana anlaşma karşılığında birer birer okutturuyordu.
Zamanla fark ettim ki hafta sonları kurs olmasa da havuza gitmesem de abimin bana verdiği kitapları, kimse zorlamadan okumaya başlamıştım. Neredeyse elimden kitap düşmüyordu. Bu şekilde başlayan okuma serüvenim, zamanla romanlar, gezi yazıları, denemeler, makaleler ve ansiklopedilerle devam etti. O ilk zamanlarda kitap okumaktan aldığım keyfi ve lezzeti, bugün hâlâ sürdürüyorum. Ülkemizdeki insanların ulaşmakta zorlandığı okuma zevkine küçük yaşlarda ulaştığım için kendimi nasipli hissediyorum. Abimin nevi şahsına münhasır eğitim metodu ve yaptığımız anlaşma beni hâlâ güldürüyor. Kim bilir, belki genç arkadaşlarımın da böyle bir anlaşmaya ihtiyacı vardır.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.