Hayat Ağacı Hareketi

GÖKHAN ÖZCAN
Abone Ol

Etrafımdakilerin konuşmalarından anladığıma göre, son zamanlarda internetteki sosyal mecralardan biri, diğerlerinden daha fazla öne çıkıyordu.

Hangi ortama girsem, kimlerle iki muhabbet etsem, laf dönüp dolaşıyor o mecrada olup bitenlere geliyordu mutlaka. Hemen telefonlar çantalardan, ceplerden çıkarılıyor, orada yapılan paylaşımlar bu defa sözlü olarak milyonunca kere yeniden paylaşılmaya başlanıyordu. Sırf o mecrada bulunmadığım için konuşulan hiçbir konuya dahil olamadığımı, her şeyin dışında kalmaya başladığımı fark ettim bir süre sonra. Bu böyle olmayacaktı, bir ucundan sessizce girip oradaki boş sandalyelerden birine usulca oturmalıydım ben de. Hiçbir başka şey için değilse bile, hayatta neler olup bittiğinden haberdar olabilmem ve insanlar konuşurken bir şekilde sohbete dahil olabilmem için gerekliydi bu.

Öyle yaptım, hemen bir hesap açtım ve kim bilir kaç milyonuncu üye olarak o mecrada yerimi aldım.

Sanıyordum ki beni hemen aralarına alacaklar, normal hayatımdaki gibi sanal hayatımda da istediğim zaman sosyal ortamlara akacağım, birileriyle takılacağım.

Öyle olmadı ama...

İlk birkaç gün boyunca hiç kapımı çalan olmadı. Nihayetinde fark edip bir hoş geldin derler, bir merhabayı esirgemezler diye bekledim durdum ama nafile, orada olduğumun hiç kimse farkına varmadı. Doğrusu büyük hayal kırıklığıydı benim için. Normal hayatta bir yere yeni bir aile taşındığında, bir sınıfa dışarıdan bir öğrenci transfer olduğunda, işe yeni bir personel alındığında hemen fark edilir bu. Herkes yeni olana karşı nasıl bir tavır takınacağına karar verebilmek için uzaktan sessizce izler, hareketlerini, tepkilerini filan gözlem altına alır. Sonunda onunla ilgili iyi kötü bir kanaate varır ve iletişime geçmek üzere ilk adımını atar. Burada öyle değildi demek ki durum. Bırakın uzaktan onu tanımaya çalışmayı, yeni gelenin geldiğinden haberdar bile olunmuyordu burada.

Düşününce, bunun biraz da benim suçum olabileceği fikri uyandı zihnimde. Öyle ya, insanların geldiğimi fark etmeleri için bir şeyler yapmalıydım. Dikkat çekmeyecek kadar sıradan bir nickname seçmiştim: hayatagaci123tıppp! Avatarım da keza yoldan geçenin dönüp bakacağı bir şey değildi: Sabah ışığında duvara vuran gölgem! Kim bilir buna benzer kaç bin avatar vardı buralarda. Bu devasa dijital cangılın içinde fark edilmem, hatta bırakın fark edilmeyi göze çarpmam bile mümkün olamazdı bu şekilde.

Belki de bir şey paylaşmalıyım diye düşündüm. Dedemin köydeki evinin bahçesinde bir armut ağacı vardı, küçük bir çocukken gölgesinde oyunlar oynardım. Hafızamda iz bırakan şeylerden biriydi benim için. Geçen yaz dedemin vefatı üzerine köye gittiğimizde belki bir daha göremem diye o armut ağacının, üstündeki sarı sarı armutlarla birlikte güzel bir fotoğrafını çekmiştim. Bir şey paylaşacaksam, o şey bu fotoğraf olmalı diye düşündüm.

Birkaç hamlede bu herkesten gizli armut ağacı operasyonunu gerçekleştirdim ve fotoğrafı paylaştım. Altına da "İşte bu benim hayat ağacım..." notunu düştüm. Fotoğrafı sözde bütün dünyayla paylaştım ama ben paylaştım diye fotoğrafın gizliliğine herhangi bir halel gelmedi. Günler boyunca paylaşımıma ilgi gösteren tek bir kişi bile olmadı. O zaman anladım, iç içe, tıklım tıklım yaşandığını sandığım bu sosyal mecraların çok tenha, hatta tamamen ıssız kıyıları, köşeleri vardı. Burada hayata katılabilmek, gerçek hayattakinden daha kolay değildi, hatta belki daha da zordu.

Genel olarak bu kötü bir şeydi tabii ama düşününce bu tenhalığın öyle kolay ele geçirilemeyecek bir nimet olabileceği geldi aklıma. Burada tamamen yalnızdım, başkalarının yadırgayacağını, yaptıklarıma neler diyeceklerini hiç düşünmeden, bunun için hiç kaygılanmadan her istediğimi yapabilir, kendi kendime konuşabilir, kendimden kendime paylaşımlarda bulunabilirdim. Ama ne yapacaktım? Ne paylaşacaktım? Hayat ağacımın fotoğrafını bir kere daha paylaştım, altında aynı notla birlikte... Bunu ertesi gün yine yaptım. Sonraki gün yine... Birkaç ay boyunca aynı fotoğrafı, aynı notla birlikte paylaşıp durdum. Biri farkına varsaydı, muhtemel ki delice bulurdu bu yaptığımı. Obsesif bir kişiliğim olduğunu düşünürdü. Ne yazık ki ya da neyse ki o birkaç ay boyunca hiç kimse yapmadı bunu. Biraz yılgınlığa düşer gibi oldum, yalan yok. Ama sonra toparlandım, kendime geldim ve başlattığım bu 'hayat ağacı hareketi'ni inatla sonuna kadar sürdürmeye karar verdim. Rahmetli dedemin bahçesindeki o armut ağacının kulakları olsaydı, herhalde çın çın çınlardı.

Günler sonra sayfaya baktığımda, hayat ağacı paylaşımımın bir kez görüntülendiğini fark ettim. İşte dünya artık farkıma varıyordu. Yolum açılmıştı, kim tutardı artık beni. Tarzımı korumalıydım ama... Şöhret sarhoşluğuna kapılıp asla çizgimi bozmamalıydım. Henüz tek bir kez tıklanmıştım ama olsun!

Birkaç gün sonra fotoğrafımı görüntüleyen kişi, "Bu da benim hayat ağacım..." notuyla bir dut ağacı fotoğrafı paylaştı. Hemen beğendim. Bunun üzerine o da daha önce görüntülediği fotoğrafımı beğendi. İşte bu gerçek bir temastı. Çift kişilik bir iletişim dünyası kurmuştuk aramızda. Fotoğraflarımızı her gün hiç değiştirmeden paylaşmaya devam ettik. Altı hafta kadar sonra bir söğüt ağacı fotoğrafıyla hareketin üçüncü neferi katıldı aramıza. Beğeniştik karşılıklı hemen... Sonra aynen devam... Bugün itibariyle dedemin bahçesindeki armut ağacının fotoğrafını ilk paylaştığım günün üzerinden tam altı ay geçmiş bulunuyor. 'Hayat ağacı hareketi'nin katılımcı sayısı on sekizi bulmuş durumda. Nar ağacımız, elma ağacımız, çınar ağacımız, servi ağacımız ve başka bir çok başka ağacımız var artık sanal bahçemizde. Her gün paylaşıp duruyoruz hepsini. Bir tür ağaçlandırma faaliyeti bu... Yakında umuyorum ki koca bir ormanımız olacak. Ondan sonra belki tavşan, sincap, ceylan, keklik, kunduz gibi hayvanların fotoğraflarını salacağız o ormana. Allah aşkına söyleyin, aklından geçirince bile heyecana kapılmıyor mu insan?