Turgut Özal’ın 1980 ekonomik reformları Türkiye’nin kaderini değiştirdi
Bu ayın genç ekonomi bölümünde bu konu üzerine eğilmeye karar vermemde, günümüzde dünyanın ve Türkiye’nin içerisinden geçtiği iktisadi dönüşüm etkili oldu diyebilirim. Çünkü dünya, şu anda her ne kadar farkında olmasak da yavaş yavaş yeni bir devrimi yaşıyor. Bir devir bitiyor, bir başka devir başlıyor. Mevcut sisteme olan güven azalırken, yeni sistemler üzerinde çalışılıyor. Türkiye özelinde, özellikle 2019 sonrası ekonomi politikalarını takip edersek bunun izlerini rahatlıkla görebiliriz. Bugün gerçekleşmekte olan değişimi görebilmek için ise geçmişte yaşadığımız iktisadi kırılımları incelememiz gerekiyor. Dolayısıyla bugün yaşananları anlayabilmek için, 1980’de Türkiye’de ve dünyada ne olduğuna bakacağız.
Dünyada devrim
Şubat sayısında detaylıca ele almıştım. Fakat kısaca bahsetmek gerekirse 1971 yılında Bretton Woods Sistemi'nin sona ermesi ile doların altına endeksli oluşu kidesi ortadan kalkmış oldu. Yani Amerika, artık yeteri kadar altını olmasa bile karşılıksız dolar basabilecekti. Bu da tüm dünyada finansal kapitalizmin önünü açtı.
Peki, nedir bu finansal kapitalizm? En kısa hâliyle para kazanmak, parayı katlamak ama bunu reel bir varlığa bağlı olarak değil, soyut bir varlık olan para üzerinden yapmak. “Herkes aynı anda parasını çekse bankaların elinde bunu karşılayacak kadar kaynak yok,” teorisini eminim duymuşsunuzdur. Bu da aslında yine finansal kapitalizmin bir sonucu. Finansal kapitalizm ise Batı ülkeleri ile Arap ülkeleri arasındaki Yom Kippur Savaşı gerginliği ve ambargosu sonrasında merkez kapital ülkelerde enflasyonun yükselmesi, Bretton Wood Sistemi'nin çökmesi gibi nedenlerden ötürü geliştirilen neoliberalizm isimli çarenin direkt sonucudur. Bu çözüm, sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasını ve devletin küçülmesini içeriyordu. Zira devlet küçülmeliydi ki harcamalar azalsın.
Türkiye'de devrim
Batılı ülkelerde başlayan bu anlayış, dünyaya yayılmaya başladı ve nihayet Turgut Özal aracılığıyla Türkiye’ye de geldi. Süleyman Demirel, 1965’te başbakan olarak başa geldiğinde ekonomi çok kötüydü. Türkiye en karanlık, en istikrarsız dönemini yaşıyordu. 70 sente muhtaçtık. Demirel, bu durumu düzeltmek için farklı bir şeyler yapmak istiyordu. Bu isteğini yerine getirmesi için akla gelen ilk isim, Dünya Bankası’nda çalışmış, mevcut ekonomik düzeni, dünyayı iyi bilen Turgut Özal’dı. Başbakanlık müsteşarlığına getirilen Özal, Türkiye’nin ekonomisini yeniden tesis etmekle görevliydi.
Göreve gelen Turgut Özal, yoğun çalışmalar neticesinde bir ekonomik kalkınma planı hazırladı. Hızla yürürlüğe konulan bu program temelde, Türkiye’nin dış ticarete açılmasını ve dünya ekonomisine entegre olmasını sağlamak amacıyla tasarlanmıştı. Ana hatlarıyla alınan bazı kararlara bakacak olursak; daha önce önünde çok sıkı engeller bulunan uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi, devlet sübvansiyonlarının* kaldırılması, gümrük muafiyetleri, ithalat serbesitesi, yabancı sermaye yatırımlarına teşvik, faiz oranlarının serbest bırakılması gibi birtakım kararları sayabiliriz.
Bu kararların ortak noktasına baktığımızda ise devletin ekonomideki payının küçültülmeye çalışıldığını, kontrol ve sınırlamaların kaldırıldığını söyleyebiliriz. Kısacası o dönem için serbest piyasa ekonomisine atılmış ve Türkiye’nin iktisadi kaderini değiştiren büyük bir adım görmekteyiz. Bugün bize ilginç gelse de Özal öncesi Türkiye’de sıradan bir vatandaşın döviz alım satımı yapması, döviz barındırması serbest değildi. Yani bugün hayatımızın ve ekonomimizin olağan bir parçası olan “yatırım yapmak için dolar alayım, euro artacakmış, sterlin düşecekmiş,” gibi ifadeler, Özal’dan önce Türk halkının gündeminde değildi. Ek olarak günümüzde son derece yaygın olan hisse alımsatım işlemlerinin ülkemize gelişi de yine 1981 yılında SPK’nın (Sermaye Piyasası Kurulu) kurulması ile o döneme tekabül etmektedir.
Özal’ın kendisiyle birlikte getirdiği bu çözüm reçeteleri, halk tarafından olumlu karşılanmadı. Siyasi çekişmeler, ekonomik belirsizlikler gibi faktörlerden ötürü kötü ekonomik koşullarla yaşam mücadelesi veren halka, kısa vadede alım gücünü doğrudan düşürecek bu tedbirleri kabul ettirmek kolay olmayacaktı. Halk, onu anlamıyordu. Anlaması da beklenemezdi. 24 Ocak Kararları gereği kamuda tasarruf kapsamında, devletin ürettiği ürünlerin fiyatları artırıldı. Anakronizm yapmamak adına, dönemin halkının gözünden olaya bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bir başkanlık müsteşarı göreve gelecek ve adı sanı duyulmamış “liberalizm”, “serbest piyasa” gibi kavramlarla çaya, şekere zam yapacaktı. Buna isyan edilmemesine şaşırmamak gerek.
Nitekim halk da tam olarak öyle yaptı ve işçiler, sendikalar aracılığıyla grevler düzenledi. Kepenk kapatan esnaf, hükûmete isyan etti. O dönem batan işletmelerden birisi de dedemin büfesiymiş. Ki dedem, konusu açıldığında hâlen o dönem hakkında iyi konuşmaz. Dolayısıyla o dönem alınan kararlar, halk tarafından tam anlaşılabilmiş değildi diyebiliriz.
Tam da bu çalkantıların ortasında, 12 Eylül Darbesi gerçekleşti. Başa geçen ordu, pek çok şeyi değiştirdi ama Turgut Özal’a ve onun fikirlerine müdahale etmedi. Bunun sebebi de darbe gerçekleşmeden önce Süleyman Demirel’in Turgut Özal’ı Genelkurmay Başkanlığına göndererek fikirlerini anlatmasını istemesiydi. Turgut Özal, onlara 24 Ocak Kararları'nın neden önemli olduğunu anlattı. Ve onlara, “Başa gelmeyi düşündüğünüzü biliyorum. Eğer bu kararları hemen uygulamazsak, şu anki bozuk ekonominin faturası size kesilir,” dedi. Böylece daha sonra darbeyi gerçekleştirecek paşalar, Turgut Özal’ı dinleyip ikna oldular. Başa geldiklerinde ise ona müdahale etmediler. Aksine askerî güç ile halkı bastırarak halkın sesinin çıkmasına engel oldular. Bizzat Kenan Evren’in de dediğine göre, “12 Eylül Darbesi olmasaydı, 24 Ocak Kararları muvaffak olamazdı.” Çünkü insanlar, 24 Ocak Kararları'nı kabul etmeyecekti. Orada alınan kararlar, uzun vadede faydalı olmayı hedefleyen, fakat kısa vadede halkı zora sokabilecek kararlardı.
Bu kararlar 32. Gün programında Mehmet Ali Birand tarafından şu şekilde ifade edildi: “Demokrasi tarihimizin sayfalarında dolaşırken sağ-sol kavgaları gördük, ihtilaller yaşadık. Kan aktı, idam sehpaları kuruldu. Ancak bunlar, ülkenin yolunu hiçbir zaman değiştiremedi. 1980’lere geldiğimizde ise bir kişi çıktı ve sistemi kökünden sarstı, insanların dünyasını değiştirdi. Bu kimine göre büyük bir devrim, kimine göre bazı değerlerin yıpranmasıydı. Ne olursa olsun Turgut Özal, Türkiye’nin bir dönemine damgasını vurdu.
*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.