Aile yaşasın, kadınlar ölmesin!

D. MEHMET DOĞAN
Abone Ol

Dünya Sağlık Teşkilatının verileri ortada. Türkiye kadın cinayetlerinde dördüncü sırada! En çok kadın cinayeti işlenen ülkelerin dördüncü sırasında değil, en az cinayet işlenenlerin dördüncü sırasında! Aynı hizada olduğumuz ülkelere bakalım: Almanya, Hollanda, Norveç, İspanya… ABD’de Türkiye’nin dört katından daha yüksek oranda kadın cinayeti işleniyormuş. Rusya’da durum daha fena.

Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmektir; kadın erkek fark etmez. Cinayet işlemekle varılacak yer yoktur. Öldürülen dünya kaydından kurtulmuştur, ya öldüren? Eğer varsa, ömür boyu vicdan azabı. Hukukun verdiği ağır cezalar vicdan azabı kadar insanı kahretmez, ağır ağır öldürmez. Yaşayan ölü olmanın kolay bir şey olduğunu mu zannediyorsunuz?

“Türkiye son yıllarda kadın cinayetleri haberleri ile sarsılıyor.” Bu basmakalıp cümleyi kurduktan sonra mesele üzerinde biraz düşünelim.

Bir erkek öldürülünce bu “erkek cinayeti” şeklinde haberleştiriliyor mu? Bu noktada islamofobi imalâtçılarının “İslâmî terör” iddiaları ile bir irtibat ister istemez kuruluyor. Yeryüzünde teröre yol açan tek din İslâm! Bir cinayete “kadın cinayeti” demek, onu bu şekilde kategorize etmek, ortada bir mesele varsa, çözümüne yardımcı oluyor mu?

Şiddet ailenin içinde mi, dışında mı?

Kadın cinayetlerinin aile içi şiddetin son safhası olarak gösterilmesi dikkat çekici. Aile kurumu böylece bir şiddet odağı olarak önümüze konuluyor. Aile çatısı altında bulunanlar, her an şiddete maruz kalabilir, imajı oluşturuluyor. Baba oğlunun kulağını çekmiş, kızına fiske vurmuş, bunlar dahi haber yapılıyor.

Bu haberlerin köpürtülmesinin asıl hedefi belli: Aileden kaçışı meşrulaştırmak!

Aileyi dağıtmak için çalışan çok güçlü bir mekanizma var. Bu mekanizma, her fırsatı değerlendiriyor, olmadığında kendi fırsatını kendi hazırlıyor.

Kadın cinayetlerinin aile içi şiddetin son safhası olarak gösterilmesi dikkat çekici.

Evet; kadınları eşleri, kocaları öldürüyor! Kadın cinayeti haberlerinden akılda kalan son zamanlara kadar buydu. Fakat kazın ayağının öyle olmadığı görülebiliyor: “Bu kadın bu adamın nesi?” sorusunu sorduğunuzda son zamanlarda “sevgilisi” cevabı ile az karşılaşmıyorsunuz. Sevgilisi, metresi, erkek arkadaşı… daha bilmem nesi!

İş icabı 1920’lerden 1970’lere kadar iki sürekli gazeteyi taradım. Kadın cinayeti denilebilecek çok az haberle karşılaştım. Bu az sayıda cinayetlerin çoğu aile dışı alanlarda, kadınların istismar edildiği çevrelerde işleniyordu.

Türkiye’de 1970’lerden sonra ne değişti?

Modernizim öldürür!

۰ İktisâdî hayatımızda ciddi bir değişme olduğu kolaylıkla görülüyor, refahın arttığından şüphe yok. Şehirleşmede büyük artış var, köylerimiz boşaldı.

۰ Öğretim seviyemiz yükseliyor. Okur-yazarlık oranı son yıllarda yüzde yüze dayandı. İlk ve orta öğretim mecburi, her yıl üniversiteye bir buçuk milyon kayıt yapılıyor. Üniversite mezunlarımızın sayısı 10 milyonu aştı. Yani her sekiz kişiden biri yüksek tahsilli.

  • ۰ Kadınların tahsil nisbeti büyük artış gösterdi. Yükseköğretimde bazı alanlarda kadınlar çoğunluğu teşkil ediyor.
  • ۰ Evlerimiz genişledi. Nohut oda bakla sofa evlerden üç odalı, beş odalı evlere taşındık.
  • ۰ Beyaz eşya satışları tam gaz, otomobilsiz ev yok!

O zamanlar bunların neredeyse hiçbiri yoktu, ne hikmetse kadın cinayetleri de yoktu!

Modernizmin bizim için saadet vesilesi saydığı şeylere artık büyük nisbette sahibiz. Gelin görün ki, asıl bunlara sahip olmayan kesimlerde sıkıntı yok!

Mesele ne öyleyse? Neden kadınlar ölüyor/öldürülüyor?

Modernizm sinsi bir ideoloji olarak insanımızı kuşatıyor. Modernizmin lügatinde sevgi, saygı; büyük, küçük; rahmet, merhamet kelimelerine yer yok. Edep, hayâ, hicap, iffet, ismet… kelimelerinin miadları dolmuş, son kullanma tarihleri çoktan geçmiş. Aile mensubiyetinde ananın, babanın, çocukların, eğer varsa büyük ebeveynlerin kendine has konumları, birbirlerine karşı hukukları modernizmin mantığı ile bağdaşmıyor. Modernlikten kaçılamıyor, fakat onunla nasıl yaşanabileceği konusunda işe yarar bir tecrübeye de sahip değiliz!

Muhafazakârlık aileyi muhafaza edebilecek mi?

Bütün bu kelimelerle hiçbir işi olmadığı anlaşılan “evli” bir kadın bir televizyon programında komşusundan hamile kalmasını sevinçle karşıladığını ilan ediyor! Kötünün, menfinin, olumsuzun, çirkinin, ahlakdışının reklamı ölçüsüz şekilde yapılıyor ve bunu yapanlar kendilerini “muhafazakâr” olarak nitelendirebiliyor.

  • Modernizm erkeğimizi başkalaştırıyor elbette, kadını daha da başkalaştırıyor! Modernlik kadınlarda birçok sebeple öldürücü bir tesir yapıyor. Güzelleşmek için botoks yaptıran, operasyon geçiren genç kadınların ölüm haberleri kadın cinayetlerinin neresinde? Bu cinayeti işleyen güzellik merkezi yetkilileri cesedi evine bırakan elemanlarına “‘koronavirüsten öldü’” demesini tembihlemişler!

Koronovirüs salgın devam ettikçe öldürür, modernizm her zaman öldürebilir! Üstelik bu öldürücü modernizmin aşısını bulmaya çalışan da yok!

Gösterilen ve hakikat

Gelelim meselenin esasına… 1990’lı yıllarda Balkanlardan Türkiye’ye öğrenciler gelmeye başladı. Onlarla sohbetlerimizde öne çıkan konulardan biri şuydu: Biz Türkiye’ye gelmeden Türk televizyonlarını seyrediyor ve onların haberlerine bakarak Türkiye’de cinayetten, kavgadan gürültüden, trafik kazasından geçilmiyor sanıyorduk. Gördük ki, hakikat böyle değil. Bunlar her yerde az veya çok var. Hatta Türkiye birçok ülkeye göre, daha sakin bir ülke.

Hakikati bize gösterilen sanmak!

Elbette Türkiye’de zabıta vak’aları oluyor, her ülkede olduğu gibi. Cinayet de işleniyor.

Peki, bu Türkiye’nin cinayetle, kadın cinayetleriyle anılmasını gerektirecek oranda mı? Yani Türkiye hepten asayişi bozuk bir ülke mi? Türkiye cinayet işlemekte dünyanın en başında gelen ülkelerinden mi? Hele de kadın cinayetlerinde?

Dünya Sağlık Teşkilatının verileri ortada. Türkiye kadın cinayetlerinde dördüncü sırada!

En çok kadın cinayeti işlenen ülkelerin dördüncü sırasında değil, en az cinayet işlenenlerin dördüncü sırasında!

En çok kadın cinayeti işlenen ülkelerin dördüncü sırasında değil, en az cinayet işlenenlerin dördüncü sırasında!

Aynı hizada olduğumuz ülkelere bakalım: Almanya, Hollanda, Norveç, İspanya…

ABD’de Türkiye’nin dört katından daha yüksek oranda kadın cinayeti işleniyormuş. Rusya’da durum daha fena.

Mesele istatistik meselesi değil elbette. Yeryüzünde hiç kimse öldürülmesin! Hele de kadınlar öldürülmesin, fakat kadın cinayetlerinin aile kurumunun üzerine yıkılması üzerinde düşünmemiz lâzım. Kadını ailenin dışına çıkarmak, hatta karşısına koymak, derinden işleyen bir propaganda. Son zamanlarda buna kimler âlet olmuyor ki?