‘Aileyi koruyacağız’ dediler evden uzaklaştırdılar

DR. AKİF DURSUN
Abone Ol

Diyelim ki evliliklerin azalması ve boşanmaların artması ile evden uzaklaştırma başta olmak üzere 6284 kapsamında alınan kararların etkisi yok. O zaman şunu soralım: Bu ve önceki 4320 sayılı Kanun “aileyi koruma” iddiasında değil mi? Bu iddianın yerine gelmediği çok net olarak görülmüyor mu? Konuya ideolojik bakılmadığı zaman Kanun’un getirdiği sıkıntılar, uygulama problemleri tarafsız bir şekilde tartışılır ve gereken değişiklikler yapılır. Kırmızı çizgi ailedir, 6284 sayılı Kanun değil!

Geçtiğimiz sayıda 6284 sayılı Kanun’un amacı ve şiddet tanımı üzerinde durmuştuk. Bahse Kanun’un topluma yansıyan en sıkıntılı taraflarından biri olan tedbir kararları konusunu ele alarak sürdürelim. Kanun’da koruyucu ve önleyici olmak üzere iki çeşit tedbir kararı var. Koruma kararları şiddet mağduruna, önleyici kararlar ise şiddet uygulayana dönük. Tedbir kararlarını hâkimin vermesi esas olsa da bazı kararlara mülkî amir ve gecikmesinde tehlike görülen durumlarda kolluk amiri de karar verebiliyor.

Bunlardan koruyucu olanlar mağdura; önleyiciler ise şiddet uyguladığı iddia edilene dönüktür. Bunlar içinde “müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi” (m. 5/1b); “korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması” (m. 5/1c); “çocuklarla ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması” (m. 5/1ç); “çocuklarına yaklaşmaması” (m. 5/1d) gibi maddeler de vardır.

Koruyucu tedbir kararları açısından Kanun, herhangi bir belge veya delil aramıyor. Buna karşılık önleyici tedbirler için Kanun’da böyle bir hüküm yok. Bu nedenle, önleyici tedbir kararlarının Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde ve hukukun genel ilkeleri ışığında delil esas alınarak verilmesi gerektiği düşünülebilir. Ne var ki uygulamada “geciktirilmeksizin” karar verilmesi şartı, çoğu durumda dosya üzerinden, yalnızca başvuranın beyanı esas alınarak karar verilmesine yol açıyor.

Bu durumun, savunma hakkı ve âdil yargılanma ilkeleriyle ne ölçüde bağdaştığı tartışma konusudur.

Özellikle müşterek konuttan uzaklaştırma ve çocukla ilişkinin sınırlandırılması gibi kararlar, niteliği itibariyle ağır tedbirlerdir ve âdeta cezalandırıcı bir yön taşıyor. Türk Ceza Kanunu’nda (m. 53/1-c) ancak kasten işlenen suçtan hapis cezası kesinleştiğinde uygulanabilen “velayet hakkından yoksun bırakma” gibi yaptırımların, 6284 sayılı Kanun çerçevesinde yalnızca bir şikâyetle ve delil aranmadan gündeme gelebilmesi, hukûkî açıdan da problemleri beraberinde getiriyor.

Önleyici tedbir kararlarındaki temel problem, delil şartı aranmaksızın başkasına dair bağlayıcı sonuçlar doğurmasıdır. Uygulamada çoğu kez yalnızca başvurucunun beyanı yeterli görülmektedir. Bu durum İslam hukuku açısından sıkıntılı olduğu gibi hukukun genel ilkelerinden, “masumiyet karinesi”, “ispat yükünün iddia edene ait olması”, “kanun önünde eşitlik” ve “silahların eşitliği” ilkelerine; hatta bizatihi Kanun’un kendisine de aykırıdır. Özellikle tedbir kararlarının cezalandırma içerenleri için muhakkak belge ve delil aranmalıdır.

İslam hukuku aileyi ve mahremiyeti korur

İslam hukukunun aile ile ilgili hükümlerine baktığımızda evlilik birlikteliğini korumaya dönük hükümlerin olduğunu görürüz. Mesela bir erkek karısından ayrılmak istediğinde ric’i (geri dönülebilen) talakla boşaması istenir ve olağanüstü bir durum olmadıkça kadın iddet müddeti içerisinde aynı evde kalmalıdır. Bu süreç hem erkeğin kararını gözden geçirmesine hem de kadının varsa hatasını telafi etmesine imkân tanır. Buna karşılık günümüzde yalnızca taraflardan birinin (çoğunlukla kadının) beyanı ile altı ay süreyle uzaklaştırma kararı verilmesi, aile bağının kopmasına hükmetme anlamı taşır.

Kanun yalnızca mağdura değil; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı birimlerine, kolluk kuvvetlerine ve Cumhuriyet savcılarına da tedbir kararı talep etme yetkisi vermektedir (m. 8/1). Bu ise aile mahremiyetine çok sayıda dış aktörün müdahil olmasına yol açmaktadır.

Bir başka problem, aile içi şiddet suçlarının şikâyete bağlı olmaktan çıkarılmasıdır. Şikâyet geri çekilse bile yargılamanın devam etmesi, aile içi meseleleri kamu meselesi hâline getirmektedir. İlginçtir ki,yabancı bir kimsenin uyguladığı şiddet şikâyete bağlı iken, aile bireyinin şiddeti bu kapsamda görülmemektedir.

İslam’da ise aile mahremiyetine âzâmî ihtimam gösterilmiştir. Peygamberimiz (a.s.v.);

- Eşlerin kendi aralarındaki özel hususları başkalarına anlatmalarını yasaklamış. (Müslim, “Nikâh”, 123-124),

- Kur’an’da tecessüs (başkasının özelini araştırma) haram kılınmış (Hucurât 49/12).

- Bakara suresi 187. ayette eşlerin “birbirinin örtüsü” olduğu vurgulanmıştır.

Bu hükümler karı-koca arasındaki sırların ifşasını engellemeyi amaçlar.

Bu sebeple, doğrusu aile içi şiddet iddialarının da öncelikle tarafların şikâyetine bağlı kılınması,dış müdahalelerin en aza indirilmesi ve mümkün oldukça uzlaştırma yollarının işletilmesidir.

Fıkıh literatüründe “şiddet” terimi birebir kullanılmasa da şiddet kapsamında değerlendirilebilecek pek çok fiilin karşılığı vardır ve bunlara bazı cezalar da öngörülmüştür. Ancak esas ilke, aile mahremiyetine müdahaleyi en aza indirmek ve ihtilaflarda doğrudan ceza yerine önce sulh ve ıslah yollarını denemektir.

Tedbir kararları ve topluma etkisi

1998 yılında yürürlüğe giren 4320 sayılı Kanun’la birlikte Sulh Hukuk Hâkimi, 2003 yılında bu Kanun’da yapılan değişiklikle Aile Mahkemesi Hâkimi, 2012’de yürürlüğe giren 6284 sayılı Kanun ile de hakimler yanında kolluk amirleri tarafından önleyici tedbir kararları verilmektedir.

Bu kararların verilmeye başladığı tarihten günümüze kadar bu konuda hangi türde ne kadar karar verildiği hususunda düzenli bir istatistik ilgili kurumlarca yayımlanmış değildir. Özellikle son yıllarda verilen tedbir kararlarının niteliği ve niceliği hakkında ne kurumlardan ne de yetkililerden bir açıklama yapılmamaktadır.

Bununla birlikte zaman zaman farklı açıklamalardan bu hususta bazı bilgiler ortaya konulabilir. Bunlara göre her iki tedbir kararlarının sayısı her yıl artmakta; ancak önleyici tedbir kararlarındaki artış çok yüksek. Mesela 2020 yılında dönemin İçişleri Bakanı tarafından açıklanan bilgilere göre, Kanun’a istinaden kolluk tarafından şiddet uygulayanlara yönelik;

- 2019 yılının ilk iki ayında 60 bin 523 önleyici tedbir kararı verilirken,

- 2020 yılının aynı döneminde 103 bin 334 önleyici tedbir kararı verilmiş.

- Bu sayı aynı yılın beşinci ayı dolduğunda 256.460’a çıkmış.

- İlk beş aylık dönemde 2019 yılında 19.562 koruyucu tedbir kararı verilirken,

- 2020 yılının aynı döneminde 33.351 olmuş.

İlgili yerde bir açıklama olmasa da bu kararların tamamına yakınının mahkemelerce onaylandığını söyleyebiliriz. Bu sayılara doğrudan mahkemelerce verilen kararlar dâhil değil.

Bu sayıları dikkate aldığımızda her yıl 600 binden fazla önleyici tedbir kararı alındığını söyleme imkânımız var ki bunun önemli bölümünü eşin (genellikle kocanın) evinden uzaklaştırılması oluşturuyor.

Aynı dönemdeki evlilik ve boşanma sayılarına da bakmakta fayda var: 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği;

- 2012 yılında 603.751 evliliğe karşı 123.325 boşanma varken,

- 2024 yılında 563.395 evlilik, 187.343 boşanma var.

Aynı dönemlerde nüfus 75.627.384 ve 85.664.944’tür. Yani nüfus yaklaşık 10 milyon artarken evlilik sayısı 50 bin civarında azalmış,boşanma ise 60 binden fazla artmış.

İlginç olan 2012 sonrası bir daha evlilik sayısı o rakama ulaşamamış ama boşanmalar mütemadiyen artmaya devam etmiş. Halbuki nüfus artış hızına oranlandığında 2024 yılında 680 bin civarında evlilik olmalıydı. Hatta boşananların sayısı düşünüldüğünde bu sayının daha da fazla olması beklenir.

Belki denebilir ki evliliklerin azalması ve boşanmaların artmasının sosyal, ekonomik, psikolojik çok sayıda nedeni var; bu sebeple tedbir kararları ile doğrudan ilgi kurulamaz. Bu hususta doğrudan bir araştırma bulunmamakta. Her nedense 6284 sayılı Kanun’un aileyi koruduğunu (!) söyleyenler sadece retorik ile konuşmakta, sayıları ortaya koyduğunuzda da Kanun’un halen yeterince uygulanmadığını ileri sürmekteler (daha nasıl uygulanacaksa!).

Evet, ailelerin zayıflaması, boşanmaların artması ve evliliklerin azalmasında tek başına 6284 sayılı Kanun belirleyici değil. Başka nedenler ve kanûnî düzenlemelerin de etkisi yüksek. Ancak medyadan veya çevremizden öğrendiğimiz kadarıyla Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu’nda yer alan çeşitli hükümler yanında kadının beyanı esas alınarak, başta evden uzaklaştırma olmak üzere çeşitli kararların alınması da boşanmalara yol açmakta ve bu sebeplerle azımsanmayacak miktarda kişi evlilikten uzak durmaktadır. Bunun yol açacağı hatta açtığı;

Birinci felaket: Fuhşun artması,

İkincisi felaket ise: Çocuk sayısının azalmasıdır.

Diyelim ki evliliklerin azalması ve boşanmaların artması ile evden uzaklaştırma başta olmak üzere 6284 kapsamında alınan kararların etkisi yok. O zaman şunu soralım: Bu ve önceki 4320 sayılı Kanun “aileyi koruma” iddiasında değil mi? Bu iddianın yerine gelmediği çok net olarak görülmüyor mu?

Konuya ideolojik bakılmadığı zaman Kanun’un getirdiği sıkıntılar, uygulama problemleri tarafsız bir şekilde tartışılır ve gereken değişiklikler yapılır.

Kırmızı çizgi ailedir, 6284 sayılı Kanun değil!