Anne Nedir ?

HASANALİ YILDIRIM
Abone Ol

Biz neredeyse ülkece bütünleşmiş bir tarzda kadın cinayetleriydi, kadın haklarıydı, cinsiyet eşitliğiydi, sosyal cinsiyetti; ilerlemeydi, gelişmeydi, çağdaş uygarlık düzeyiydi demekten gurur duyuyoruz. Öte yandan yüzlerce yıldır hiçbirisinin üzerine bize mahsus bir leke bile ekleyemediğimiz bütün bu kavramları devraldığımız zihin coğrafyasında hepsi de teker teker zihin imbiğinden geçirilmekte. Ve his. Bir müessese olarak annelik de, bizde asla tahammül edilemeyecek bir şekilde teşrih masasına yatırılmakta. Sebastian Schindel’in yönettiği Evlât adlı film, içi boş yüceltmecilik yerine zamanımızda anneliğin nasıl bir mahiyet aldığına sarsıcı bir nazar.

Evlât (El Hijo) 2019 tarihli bir Arjantin filmi. Sebastian Schindel’in yönettiği filmin senaristi Leonel D’Agostino. Filmin uyarlandığı hikâyenin yazarıysa Guillermo Martinez. Meşhur bir film değil Evlât. Hatta şöhret ne kelime, gözlerden ırak kalmayı hakkeden bir yapım.

Şehrin dışında bir kâşanede yaşayan Lorenzo Roy adlı bir ressam, bir akşamüstü sevgilisi Sigrid’le arkadaşlarını ziyaret etmek ister. Ama ertesi sabah kendisini hapishanede bulur. O gece ne olmuştur da buraya düşmüştür?

  • Şurası kesin ama: Ressamın başına ne geldiyse artık, ona avukatı dahi inanmamakta. Üstelik avukatlığını üstlenen ev sahibesi, ressamın eski sevgilisi ve eski bir talebesidir de.

Arkadaşı avukat Julieta’dan yardım istediği sahnenin ardından tekrar olay gecesine döneriz. İki sevgili, elele, ressamın arkadaşının evinin önündedirler. Bir havuz partisinde. Gecenin ilerleyen saatlerinde de oradan ayrılırlar.

Hollywood’un cılkını çıkardığı şu iki ileri-bir gerili, gel-gitli tipik filmlerden biriyle mi karşı karşıyayız yoksa?

Evlât (El Hijo) 2019 tarihli bir Arjantin filmi. Sebastian Schindel’in yönettiği filmin senaristi Leonel D’Agostino. Filmin uyarlandığı hikâyenin yazarıysa Guillermo Martinez. Meşhur bir film değil Evlât. Hatta şöhret ne kelime, gözlerden ırak kalmayı hakkeden bir yapım.

Sonra ressamın sergisinin açılış gecesine geçeriz. Ressam gergin ama mizahiliğini muhafaza etmektedir. Az sonra sevgilisinin hamile kaldığını öğrenecektir. Bir sonraki sahnede de ressamın hapsedilmesinin, oğlunu görememesiyle alâkalı bir duruma dayandığı ortaya çıkacaktır.

Doğru, hem atmosferi dağıtmakta şu gel-git, hem de anlamayı çetinleştirmekte. Çetrefillik mi bu yoksa?

Ne Çeşit bir Çetrefillik?

Şaşırtıcı husus şu: Bir filmden, yavaş yavaş ilerledikçe ne bekleriz? Karakterlerin arasındaki esas meselenin mahiyetini, sebeplerini, muhtemel neticelerini ve mukadder sona doğru ilerlerken kimin, niçin, hangi tercihlerde bulunduğunu evvelâ tahmin etmeyi, peşinden de tahminimizin isabetini öğrenmeyi. Fakat Evlât’ta işler hiç de öyle ilerlemiyor. Şu mahut gel-git zihninizi karıştırıyor bir kere; sezginizi muğlaklaştırıyor.

İnsan bir maymun mudur?
Gerçek Hayat

Dolayısıyla öğrendiğiniz bilgilerin hangisi ne kadar doğru, kestiremiyorsunuz. Aynı zamanda bu bilgi parçalarından hangisini yapbozun neresine yerleştireceğinizi de. Bu sizi filmden soğutuyor mu? Asla! Tersine, içine çekildiğiniz bulmacada kendinize sağlam bir yer, her şeyi doğru anlayacak isabetli bir bakış açısı sunan bir mevkiin ihtiyacını hissediyorsunuz. Ve ısrarla o mevkii arıyorsunuz.

Filmin ilk çeyreğinde gene elimizde hayli malzeme birikiyor. Sigrid’in biyologluğunu, takıntılı mizacını, kendi kendini teşhis ile tedaviyi tercih ettiğini ve elbette bebeğini evde doğuracağını. Ve daha önceki çocuğunu düşürdüğünü. Gelgelelim bütün bu bilgilerin hangisinin doğru, hangisinin hayal mahsulü olduğundan da şüpheleniyorsunuz alttan alta. Sigrid’de bir tuhaflık var ama ne? Veya niye yönetmenin eliyle kabahati onda arayacak tarzda yönlendirildik?

Hasta Kim?

Nihayet ressamı akıl hastanesinde görürüz. Epeydir oradadır ve doktoruna göre durumu istikrara doğru gitmektedir. Bir teşhise de kavuşmuştur üstelik: Capgras Sendromu. Bu ne mi demek? Görünenlerin idraki ile hissedilenlerin hafızada tutulması arasında kopukluk yaşanması durumu demek. Kimilerine göre bir zan bozukluğu, kimilerine göreyse bir şizofreni belirtisi. Doktora göre hastalık, ressamımızda hisleriyle hatıraları arasında inhilâl şeklinde tezahür eder. Ve geçici.

Sigrid’in ressamdan boşandığını da çıkarsarız bu arada. Ve buradan hamileliğe dönüş... Ayrıca Sigrid alenen huysuz biridir de. Ama bunun sebebi mizacı mı yoksa hamileliği mi?

Sıra ‘Fransızlaşma’yı boykotta
Gerçek Hayat

Demek istediğim, filmin izleyicisine dayattığı bir tenakuz var: Gösterilende sorun Lorenzo’da iken ima edilende Sigrid’de. Acaba hangisinde haklıyız? Müşahede ettiğimizde mi yoksa ihsas ettiğimizde mi?

Ben Kendimin Efendisiyim

Bir gün ressam hamile karısının bedenine bir iğne yaptığını görür. Meğer kadın kafasına göre bir tedaviye devam ediyordur. Böyle bir müstakbel anneyi müşahede eden biri, daha sonra kocasının “Annesi çocuğumu eve hapsediyor. Bana göstermiyor. Oğlum o evde zorla tutuluyor. Evlâdım tehlike altında.” beyanına hak vermez de ne yapar?

Mahkeme sürerken tedaviye devam şartıyla akıl hastanesinden taburcu edilen ressam, kendilerini karşılayan dostlarını daha ilk dakikada küstürür. Adım adım tuhaflaşmasını izleriz çünkü.

Annesi çocuğumu eve hapsediyor. Bana göstermiyor. Oğlum o evde zorla tutuluyor. Evlâdım tehlike altında.” beyanına hak vermez de ne yapar?

İsveç asıllı Sigrid, kendisine hemşehrisi bir ebe bulur. Yaşlı ebe, daha sonra bakıcıya dönüşecektir. Ama ressam bu durumu da bir oldu-bittiyle öğrenir. Yani adam kendi evinde adım adım yapayalnızlaştırılmaktadır. Biri genç, öbürü yaşlı iki kadın arasında, anne-kız arasındakinden çok daha kavi bir dayanışma vardır. Ve dışlama. Çocuğunun kendisinden koparılmasının zemini hazırlanmaktadır adeta.

Nihayet bir geceyarısı ressam uyandığında karısının yatakta olmadığını farkeder. Doğurmaktadır meğer. Ama kocasına bir haber bile vermeden; gizliden gizliye. Onca ısrara rağmen adam dışarıda bırakılır. Bir dolaplar dönmektedir ama ne?

Tebrik için gelen arkadaşlarına da bebek gösterilmez. Evde garip ve örtük bir anne şiddeti esmekte; çocuğun sıhhatini korumanın arkasına saklanan bir şiddettir bu. Ressamın tahammül, gelenlerin taaccüp ettiği yumuşak ve örtülü bir şiddet esintisi. Ressam dayanamaz; dostlarına içini döker. Güya bebekte falanca hastalığı vardır. O yüzden ne bebek, ne de anne günlerdir dışarı çıkmamakta, evde bile loş bir ışıkta yaşamaktadırlar. Görülmemiş tedbirler de cabası. Bu kadarına abartma demek bile caiz değil. Bir his ve zihin hastalığı anaforudur bu.

  • Filmin muhatabını en fazla sarsan kısımları, merhamet ve muhafaza kılığına bürünmüş anne zulmüne müşahitlik edilen sahneleri. Sigrid anneliğe kapı aralar aralamaz kocasını alenen dışlar. Bebek ile kurduğu bu yeni dünyada ona yer yoktur; ihtiyaç da. Bu çeşit sahneler muhtemelen her izleyicide başka bir tesir uyandırır. Beherimizin hissi tecrübeleri biriciktir çünkü. Ne ki günümüz Türkiye’sinde meseleye içtimai açıdan baktığımızda annenin bu tavrının kolaylıkla onun hastalığıyla irtibatlandırılabileceğini, dolayısıyla bütün annelere veya kadınlara teşmil edilemeyeceğini söyleyecek devcileyin bir cepheyle karşı karşıya kalırsınız.

Acaba sahiden de öyle mi? Annelik, en azından modern annelik, kof bir yüceltilmenin ötesinde sıkı bir sorgulanmayı hakketmeyecek bir sığlıkta mı sahiden?