Arap İmparatorluğu rüyasından Failed State’lere...

HABER MASASI
Abone Ol

Aradan geçen koskoca yüz yıla rağmen Ortadoğu’da değişen bir şey yok, İngilizlerin döşediği taşlar yerli yerinde duruyor. Dün Şerif Hüseyin Lawrence ile omuz omuza saf tutuyordu, günümüz Arap yönetimleri de Siyonist Netanyahu ile sırt sırta vermiş durumda. Yalnız bir farkla...
Türkiye, o bildikleri eski Türkiye değil.

İngiltere’nin başkenti Londra pek çok özelliğinin yanısıra müzeler şehri olarak da bilinir. Dünyanın en büyük çalıntı eserler koleksiyonuna sahip meşhur British Museum’dan tutun Victoria&Albert müzesine, Doğal Tarih Müzesi’nden Bilim Müzesi’ne nâm yapmış pek çok mekana ev sahipliği yapan kentin bir de İmparatorluk Savaş Müzesi mevcuttur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına ilişkin pek çok objeyi barındıran müzenin bizi ilgilendiren nice hatıraya ev sahipliği yaptığı şöyle kısa bir tur atılınca hemen anlaşılır.

Bizi fazlasıyla ilgilendiren objelerin içinde bir de İngiliz yapımı Lee Enfield tüfeği bulunuyor. Müze kayıtlarına bakılırsa tüfek meşhur casus Lawrence’a ait görünüyor. Fakat yakından baktığınızda üzerinde Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış iki yazı hemen dikkati çekiyor. Bunların ilki tetiğin üst kısmında yer alıyor ve “Çanakkale muharebatında iğtinam olunmuştur” cümlesi okunuyor. İkincisi ise namluya yakın ve aynen şu ifade mevcut: “Enver Paşa tarafından Emir Faysal hazretlerine takdim olunur.”

BİR İHANETİN ANATOMİSİ

Şimdi bu ne mânâya geliyor diyeceksiniz, izah edelim. Londra’daki İmparatorluk Savaş Müzesi’nde Lawrence adına kayıtlı tüfek, aslında Çanakkale’de canına okuduğumuz bir İngiliz’den ele geçmiş ve cephede bulunan Enver Paşa’ya intikal etmiş.

  • Enver Paşa’da bu tüfeği o vakitler Mekke Emiri konumunda bulunan Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’a bir dostluk nişanesi olarak hediye vermiş.

Peki, Faysal ne yapmış? Bu hediyeyi aldıktan az zaman sonra babası Şerif Hüseyin ile birlikte velinimeti Osmanlı’ya kazan kaldırmış ve Lawrence ile omuz omuza vererek Türk askerini arkadan vurmaya başlamış. Üstelik Enver Paşa tarafından şahsına hediye edilen tüfeği “Çanakkale’nin intikamını al” dercesine İngiliz casusu Lawrence’a bağışlayacak kadar alçalmış. Ve o tüfek Arabistan çöllerinde nice Mehmetçiğin kanına girmiş.

ARAP HİLAFETİ VE BİR İMPARATORLUK RÜYASI

Rahat durmayacağı Sultan Abdülhamid tarafından anlaşılıp uzun yıllar İstanbul’da sürgün tutulan Şerif Hüseyin, İttihatçılar tarafından 1908 yılında Mekke Emiri olarak tayin edildi. Sultanın sürgün kararındaki isabeti kısa sürede anlaşıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla önüne çıkan fırsatı değerlendirme yoluna giden Hüseyin, Mısır’da bulunan İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon ile temasa geçti.

Kendi hükümetine ihanet edip İngiliz safına geçme niyetini izhar eden Mekke Emiri, 14 Temmuz 1915 tarihinde McMahon ile ilk yazışmayı yaptı. Osmanlı’ya karşı savaşmasına mukabil İngilizlerden kendisinin Halife sıfatıyla başında olacağı bir Arap İmparatorluğu istiyordu. Bu imparatorluğun sınırları kuzeyde Mersin ve Adana’dan başlıyor, Urfa-Birecik hattından Mardin ve Midyat’ı da içine alarak Suriye ile Irak’ın kuzeyi boyunca uzanıyordu. Güneyde ise Yemen dâhil bütün Arabistan yarımadasıyla birlikte Hint Okyanusu’na iniyordu.

Batı sınırları Filistin dâhil olmak üzere Mısır’a, doğu sınırları da Bağdat ve Basra vilayetleriyle birlikte İran’a dayanıyordu.

İngiltere adına yazışan Sir McMahon 30 Ağustos 1915 tarihli cevabî mektubunda hilafet iddiası başta olmak üzere Şerif Hüseyin’in isteklerini kabul ettiklerini bildirdi. “İslam dünyasının liderliğini ifade eden hilafet makamına Türkler değil, gerçek Arap ırkından birisi daha fazla yakışır” diyerek Arap hilafetine yeşil ışık yakan İngiltere, Şerif Hüseyin’in ağzına böylece bir parmak bal çalmayı ihmal etmiyordu.

McMahon tarafından gönderilen 24 Ekim 1915 tarihli ikinci mektupta ise Şerif Hüseyin’in gönlündeki Arap İmparatorluğu’nun sınırları İngiltere tarafından yeniden belirlendi. İngiltere, Mersin ve Adana’dan başlamak üzere Şam’ın batısına düşen Hama-Humus-Halep hattında Arapların çoğunluğu oluşturmadığını söylüyor ve buranın hariç tutulması gereğini ifade ediyordu.

  • Bu, Filistin dâhil Ortadoğu’da bulunan tüm Arap topraklarının Şerif Hüseyin’e bırakıldığının teyidi oluyordu aynı zamanda.

RÜYA KÂBUSA DÖNDÜ, SEFİL OLDULAR

Mısır Yüksek Komiseri Sir McMahon, Şerif Hüseyin’e Arap hilafeti ve bir imparatorluk vaat ediyorken Londra’da başka işler görülüyordu. Şerif Hüseyin İngiliz casusu Lawrence ile kolkola Türk askerine kurşun yağdırırken Birinci Dünya Savaşındaki müttefikleri Fransa ve Rusya ile pazarlığa oturan İngiltere Ortadoğu’nun sınırlarını çoktan belirlemiş, geriye sadece 16 Mayıs 1916’da atılacak imza kalmıştı. Tarihe Sykes-Picot anlaşması olarak geçen paylaşımdan haberi olmayan Şerif Hüseyin İngiltere tarafından aldatıldığını çok geç öğrenecek; bırakın İslam dünyasına halife, Arap coğrafyasına imparator olmayı İngilizler tarafından Kıbrıs’a sürgün gönderilecekti.

İngilizler aslında ne bir Arap hilafeti, ne de Arap imparatorluğu peşindeydi.

Tek amaçları vardı; hırsı boyunu aşan Şerif Hüseyin’i kullanıp Osmanlı’yı zengin petrol yataklarının bulunduğu Ortadoğu coğrafyasından söküp atmak. Sonrası nasıl olsa kolaydı.

Nitekim çok kolay oldu. İngiliz casusu Lawrence ile yarenlik edip Enver Paşa tarafından kendisine hediye edilen Çanakkale yadigarı tüfeği ‘Türkleri öldürsün’ diye Lawrence’a bağışlayan Emir Faysal’ın Suriye krallığı pek kısa sürdü. Fransızların elinden zor bela canını kurtaran Faysal, Şam topraklarını terk ederken İngilizler ardından kıs kıs gülüyordu.

İngilizlere Irak’ta kral lazım olunca akıllarına kullanışlı kukla sıfatıyla Faysal geldi. Fakat Şerif Hüseyin soyunun Irak krallığı rüyası da fazla sürmedi. Şaibeli ölümlerle önce Faysal, sonra da oğlu Gazi can verdi. Torun İkinci Faysal ise 1958 darbesiyle tahttan indirilip 23 yaşında katledildi. Evet, Arap hilafeti ve imparatorluk hayaliyle yolan çıkanların ellerinde bugün sadece Ürdün krallığı var.

‘Churchill’in hıçkırığı’ rivayetiyle meşhur, varlığını dış yardımlar olmadan sürdürmesi imkansız Ürdün devleti.

OSMANLI GİTTİ, İSTİKRAR BİTTİ

Lawrence ile çıkılan maceranın sonunda Arap coğrafyası cetvelle çizilen devletçiklere bölündü. Ve dikkat edin: Bu devletlerin neredeyse tamamı Şerif Hüseyin’e en büyük kazığı atan Sykes-Picot anlaşmasının mimarı Mark Sykes tarafından dizayn edilen paçavrayı milli bayrak olarak kullanıyor. Ve Ortadoğu, Osmanlı coğrafyadan çıkalı beri bir felaketten diğerine savruluyor.

Bugün Ortadoğu denince akla gelen; birbirine diş bileyen devletçiklerden oluşan düşman kardeşler coğrafyası. Yakın tarihe şöyle bir bakın, yönetimlerinden memnun olmayan Arap halkları ikide bir kazan kaldırıyor. Çünkü petrol parasıyla zar zor ayakta duranlar dâhil neredeyse bütün Arap coğrafyası ‘Failed State - Başarısız Devlet’ manzarası veriyor. Sözde ‘baharlar’ yaşanırken kör topal Arap yönetimlerinin biri gidiyor, yerine daha beteri geliyor.

Sadece 2019 yılı içinde yaşananlar bile coğrafyanın hal-i pür melalini fazlasıyla ortaya koyuyor. Nisan ayındaki protesto gösterileri Sudan’daki 30 yıllık Ömer el Beşir yönetimiyle Cezayir’deki 20 yıllık Buteflika iktidarını yerinden etti. Geçtiğimiz günlerde Lübnan’ı sallayan protestolar Başbakan Hariri’yi istifaya zorladı. Uzunca süredir Irak’ı sarsan protesto gösterilerinin hedefinde kitleleri tatmin etmekten uzak performansıyla Başbakan Adil Abdülmehdi bulunuyor.

Suriye, Yemen, Mısır ve Libya’nın içler acısı hali orta yerde duruyor.

‘TOPUNUZ TÜRKİYE ETMEZ’

Merkezi Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Arap Birliği’nin 22 üyesi mevcut. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı ile terör örgütü PKK/YPG’ye savaş açmasından en fazla rahatsızlık duyan mihrakların başında 4 ülke (Filistin, Katar, Somali ve Libya) haricinde Arap Birliği’nin bulunuyor oluşu tesadüf değil.

Şerif Hüseyin’den itibaren yuları İngiltere’ye, Fransa’ya ve de Amerika’ya kaptırmış olanlardan başka netice beklenmez zaten.

Arap halklarını elbette kardeşlerimiz olarak görüyor ve selamlıyoruz. Fakat Arap yönetimlerini ayrı bir yere koyuyor, tıpkı PKK/YPG terör örgütü gibi sırtını kendi halkına ve değerlerine değil küresel çıkar çevrelerine dayamış, gerçek mânâda temsil değeri olmayan oluşumlar olarak telakki ediyoruz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu yönetimler hakkında aynen şöyle demişti:

“Arap Ligi kalkıyor, Türkiye aleyhine oradan karar çıkartıyor. Şimdi bunlara ne denir? Sizin topunuz bir araya gelseniz zaten bir tane Türkiye etmezsiniz. Buna rağmen siz petrolünüzle konuşuyorsunuz, dolarınızla konuşuyorsunuz ve belli takıntılarınız var. Bu takıntılara dayalı olarak konuşuyorsunuz. Ama Türkiye duruşu ile konuşuyor. ‘Nereye ne kadar dolar verirsek oradan ne cevap alırız’, siz buna bakıyorsunuz. Bizim böyle bir derdimiz yok. Biz şu andaki duruşumuzla herhangi bir ülkeyi değil, mazlumların hakkını almak için bu mücadeleyi sürdürüyoruz.”

DÜN LAWRENCE, BUGÜN NETANYAHU

4 Kasım günü İsrail Başbakanı Netanyahu Kudüs’te Hristiyan Medya Zirvesi’yle Siyon Dostları Müzesi’ne ait yeni medya merkezinin açılışını yaptı. Davetlilere hitabında ne dedi, bilin bakalım?

“Büyük bir hâdise meydana geliyor. Ortadoğu coğrafyasındaki çoğu kimsenin kafasındaki İsrail imajı değişiyor. İsrail artık düşman olarak görülmüyor. Biz ‘Militan İslam’ tehlikesine karşı bölgedeki Arapların vazgeçilmez müttefiği haline geldik. Buradaki devletler elbette Batı demokrasileri değil. Fakat bizimle işbirliği yapmazlarsa büyük bir şerli gücün tehdidi altında olduklarını anlamış durumdalar.”

Görüyorsunuz değil mi? Aradan geçen koskoca yüz yıla rağmen Ortadoğu’da değişen bir şey yok, İngilizlerin döşediği taşlar yerli yerinde duruyor. Dün Şerif Hüseyin Lawrence ile omuz omuza saf tutuyordu, günümüz Arap yönetimleri de Siyonist Netanyahu ile sırt sırta vermiş durumda.

Yalnız bir farkla...

Türkiye, o bildikleri eski Türkiye değil.