Ateşin yakmadığı ümmet olabilmek
Enbiyâ Suresi 68-71’inci Âyet-i Kerimleri Hz. İbrahim (a.s.)’ın ateşe atılması ve ateşin onu yakmaması hâdisesini anlatır. Pek bilinmese de bunun bir benzeri de Asrı Saadette gerçekleşir.
Adı Ebu Müslim El-Havlânî (r.a.)’di. Yemen’in Havlân kabilesindendi. Ağırlıklı rivayete göre Peygamber (s.a.v.) zamanında yani 630 yılında Müslüman olmuştu. Rasülullah (a.s.v.)’ı görmek için Yemen’den yola çıkıp Medine’ye doğru ilerlerken yolda Resûl-i Ekrem (a.s.v.)’in ahirete irtihal ettiği haberini aldı. Yemen’e geri döndü. Bu sebeple Sahabi değil Tâbiîndir.
Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in halifeliği döneminde Ebu Müslim El-Havlânî (r.a.) Medine’ye yerleşti.
Peki, Ebu Müslim Yemen’i neden terk etti ve burada neler yaşanmıştı?
Rasülullah (a.s.v.)’ın ahirete irtihali üzerine Esved el-Ansî adlı bir zındık Yemen’in başşehri San‘a’da peygamberliğini ilân eder.
Ebû Müslim (r.a.) ise o günlerde de şöhreti bilinen bir Müslümandır. Ebû Müslim’i saflarına katarsa kendisine inanılacağını düşünür. Ebû Müslim (r.a.)’in bu sahtekarın peygamber olduğu iddiasını reddetmesi üzerine yalancı zındık Esved büyük bir ateş yaktırarak, tıpkı Hz İbrahim (a.s.) hâdisesinde olduğu üzere Ebû Müslim (r.a.)’i ateşin içine attırır. Ancak ateş tıpkı Hz İbrahim (a.s.)’ı yakmadığı gibi Ebû Müslim’i de yakmaz.
Foyası ortaya çıkan Esved adlı sahte peygamber Yemen’den kaçmak zorunda kalır.
Bu hâdiseden sonra Ebû Müslim (r.a.) Medine’ye hicret eder.
Hz. Ömer (r.a.) Mescid-i Nebevî’de yabancı bir adam görür. Yanına gidip nereli olduğunu sorar. Yemenli olduğunu öğrenince orada yaşanan bu hâdiseyi sorar. Ebû Müslim (r.a.) o kişinin kendisi olduğunu söylemez ancak Hz. Ömer (r.a.) hâlinden onun Ebû Müslim (r.a.) olduğunu anlar, kucaklayıp ağlar ve şükreder.
Hemen elinden tutup Halife Hz. Ebû Bekir (r.a.) efendimize götürür. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise Hz Muhammed (a.s.v.)’ın ümmetinden ateşi yakmayan bir Müslüman’ı görmekten dolayı Allah’a şükreder.
Pek çok muteber hadis kaynağında yer alan bu hâdise Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde detaylıca anlatılıyor. Ansiklopedideki maddeye göre Hz. Ebû Müslim el-Havlânî, Medine’den sonra Dımaşk yakınlarındaki Dâriyyâ köyüne yerleştiği için Şamlılardan sayılıyor.
Bu şerefli Müslüman güzel Kur’an-ı Kerim tilavetiyle de biliniyor. Ayrıca Hz. Ömer, Muâz ibni Cebel, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Ebû Zer el-Gıfârî, Ubâde b. Sâmit, Avf b. Mâlik ve Muâviye b. Ebû Süfyân’dan hadis rivayet etmiş, kendisinden de amcazadesi Ebû İdrîs el-Havlânî, Cübeyr b. Nüfeyr, Ebü’l-Âliye er-Riyâhî, Atâ b. Ebû Rebâh gibi Tâbiî âlimlerden hadis rivayetinde bulunmuş. İbn Sa‘d, Yahyâ b. Maîn ve İclî onun sika/güvenilir/muteber bir kimse olduğunu söyler.
Bizanslılarla yapılan çeşitli savaşlar başta olma çok sayıda harbe katıldığı biliniyor. Onun bu harplerde bizzat bulunması İslâm askerlerine cesaret verirmiş. Bu sebeple de ordu kumandanları kendisini öncü kuvvetlere emîr tayin ederlermiş. Bizans ile yapılan savaşların birinde şehid düşmüştür. Kabri Suriye sınırları içindeki Dâriyyâ’da olduğu sanılıyor.
Yine İslam Ansiklopedisi’ndeki maddede yer aldığına göre Tâbiîn neslinin meşhur sekiz zâhidinden biri olan Ebû Müslim (r.a.), sıkıntı çektirilmeyen nefsin Allah’ın huzurunda sahibinden şikâyetçi, ibadetlerle yorulan nefsin ise hoşnut olacağını, nitekim semiz atların yarışta zorlandığını, idmanlı atların ise daha iyi koştuğunu söylermiş.
Devlet adamlarının karşısına çıkıp onlara nasihatten çekinmezmiş. Hz Muâviye (r.a.)’ye nasihat ettiğinde hep “ey ecîr” diye hitap edermiş. Yanındakiler ise “ey emîr” demesi gerektiğini söylermiş. Hz. Muâviye (r.a.) her defasında onun nasihatini talep eder ve ey ecîr demesine ses çıkarmayıp, onu ikaz edenleri sustururmuş. Hz. Ebû Müslim (r.a.) de ona öğüt verir ve âdil olmasını tavsiye edermiş.
Medine’de bulunduğu sırada Hz. Osman (r.a.)’ın aleyhinde konuşan birini duyunca Medinelilere Semûd kavminden daha kötü olduklarını, çünkü Semûd kavminin Allah’ın devesini, kendilerinin ise Allah’ın halifesini öldürdüklerini söylemiştir.
‘Ümmetin hakîmi’ diye de anılan Ebû Müslim’in pek çok hikmetli sözünden biri şöyledir:
“Yeryüzündeki âlimler gökyüzündeki yıldızlara benzer. Ortaya çıkarlarsa halk onlara bakarak gideceği yönü bulur; ortaya çıkmazlarsa şaşırıp kalır. Sâlih kişiler de yoldaki işaretlere benzer. Âhiret yolcusu onlar sayesinde şaşırmadan yoluna devam eder.”
Gazze hâdisesi başta olmak üzere ümmetin pek çok derdi bize ümmetin bir hâkiminin olmadığını gösteriyor. Yani emirlere/devlet ricallerine çekinmeden nasihat edip yol gösterecek, büyük hatalar yaptıklarında masaya yumruğunu vuracak dirayetli âlimlerin olmadığına işaret ediyor.
Buradan hareketle, bugünün Gazzelileri ateşin yakamadığı bir ordu gibidir.
Ümmetin temel meselesi: Ümmete ve devlet ricallerine rehberlik edecek dirayetli âlimlerin yokluğudur.
Bugün böyle âlimler yetiştirmek güçtür. Çünkü ümmet, tedrisat hususunda da düşmanı Batıyı taklitle meşguldür. Rızık ve kariyer endişesi bağımsız dirayetli âlimlerin yetişmesini engellemektedir.
Ümmetin meseleleriyle ilgilendiği iddiasındaki vakıfların hemen hepsi keyfiyet değil kemmiyet ve rant derdindedir.
Güçlü devlet adamlarının ardında hep güçlü âlimler, güçlü ârifler, güçlü edipler, güçlü mimarlar bulunmuştur. Ne Yazık ki her sultanın ardında bir Ebû Müslim, Dursun Fakıh, Akşemseddin, Molla Gürânî, Yahya Efendi, Kör Muslihiddin, Mimar Sinan, Sedefkâr Mehmed Ağa yok…
Yok çünkü ne pek çok sultan, emir, devlet başkanı böylelerinin yetişmesi için çabalamış, ne de şartlar buna imkân vermiştir.
Silahlar şüphesiz güvenlik için şarttır ama güçlü âlimler o güvenliğin şartlarını hazırlayan, pekiştiren şahıslardır ve onlar yoksa hilafet de olamayacaktır.
Mürüvvetli bir toplum olan Gazzelilerin bizlerden temel farkı, yokluğu umursamayıp direnmeleri, artan şehadeti kalıcı varlığın nişânesi olarak görmeleridir. Bu zor zamanda bile hafız, dirayetli âmir ve âlim yetiştirmekten geri durmamalarıdır.
İçinden geçtiğimiz buhran ise ümmetin çöküşünden çok dirilişine işaret ediyor. Gazze’de yaşananlar karanlığın aydınlığa dönme üzere olduğunun işaretidir!