Bağımsız Bosna’nın yazılmayan tarihi

DAVUT NURİLER
Abone Ol

Bağımsız Bosna-Hersek’in dağılması Balkanları kaosa sürükler. Silahlı çatışma dâhil istenmeyen birçok gelişmeye kapı aralar. 90’lı yıllardaki çatışmaların yaraları hâlâ kapanmış değil. Perde arkasında Rusya-Ukrayna savaşını tezgâhlayan güçler, ikinci bir savaş çıkartmak isterlerse en uygun bölgenin Balkanlar olduğu açıktır. Kosova ile Sırbistan arasında artan gerilim her an bir çatışmaya dönüşebilir. Ukrayna’dan sonra Balkanlardan gelecek yeni bir göçün mağdur edeceği ilk adres Avrupa’dır.

Milletlerin kimliğini oluşturan dil, din ve vatan coğrafyası gibi temel unsurların yanında ortak tarih önemli bir yer tutar. 20. asırla birlikte gelişen teknolojik imkânlar sayesinde dünyanın önde gelen milletleri kendi tarihlerini yazma yarışına girdiler. Özellikle başta İngiltere olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin evrensel bir tarih yazma konusunda dünyaya öncülük ettiklerini söyleyebiliriz.

Balkanlarda milli kimliklerini oluşturma sürecindeki milletler tarih yazımını kendi milli bilinçlerini oluşturmak ve yüceltmek için bir araç olarak kullanmışlardır. Bu sebepten olsa gerek Balkanlardaki tarih kitaplarında gerçeklerle efsaneler birbirine karışmış durumdadır.

Osmanlı idaresinin Rumeli’yi terk etmesiyle birlikte bölgede kalan Müslüman milletler, kendilerine yabancılaşmış devletlerde yaşamak zorunda kaldıkları için kendilerine ait tarih yazımında geri kaldılar. Mesela Balkan Türk dünyasının sadece kendilerine ait bir tarih kitabı olmadığı gibi Boşnakların da kendilerini konu almış bir tarih kitabı yakın zamana kadar olmadı.

Kasım ayı mühim

Devletlerin ve milletlerin geçmişlerinde bazı günlerin özel ve sembolik bir manası vardır. Bağımsız Bosna’nın ve Boşnak milletinin yakın tarihinde 25 ve 20 Kasım günlerinin özel bir önemi vardır. İkinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında 1943 yılının 20 Kasım günü Sancak’ın otonomisi ilan edildi. Beş gün sonra ise Bosna’nın Jajce şehrinde toplanan AVNOJ (Antifaşistiçko Vijeçe Narodno oslobadane Jugoslavije / Yugoslavya Antifaşist Ulusal Kurtuluş Konseyi) Komisyonu Bosna devletinin kuruluşunu ilan etti. 1992’de bağımsızlığını ilan eden Bosna-Hersek devleti ve sınırları, 25 Kasım 1943 tarihinde resmiyet kazanmış olan bu kararlar üzerine bina edilmiştir. Bundan sonraki Sosyalist Yugoslavya içinde varlığını sürdürmüş olan Bosna-Hersek’in aksine Sancak bölgesi otonomisini koruyamamıştır.

Saraybosna kuşatması, 2 Şubat.

1974 yılında kabul edilen yeni anayasa ile Kosova ve Voyvodina otonomilerine kavuşurken, Sancak otonomisini canlandırmaya muvaffak olamadı. 1991 yılında otoriter Miloşeviç yönetiminin tüm baskılarına rağmen Sancak’ta icra edilen referandumda oy kullanan yüzde 98 çoğunluğun desteğiyle otonomi ilan edilmiştir. Ancak zalim Miloşeviç, Sancak halkının bu meşru ve demokratik talebini tanımamış ve otonomi için mücadele veren Boşnak aydınlarını hapislere atarak cezalandırmıştır.

Miloşeviç yönetiminin devrilmesinden sonra demokratikleşme iddiasındaki hükümetler de Sancak halkının en doğal hakkı olan otonomiyi inkâr etmeye devam ediyorlar. Hatta “Sancak” tabirinin kullanılmasına bile tahammül edemeyen siyasî partilerin varlığı, Sancak “Boşnak Milleti”nin nasıl bir baskı altında olduğunun canlı bir ispatıdır.

Yugoslavya’nın dağılışı bitmedi

Her ne kadar 30 yıldan fazla bir zaman geçmiş olsa da Yugoslavya’nın dağılma süreci hâlâ sona ermiş değil. Uluslararası gündemden düşmeyen Kosova ve Bosna gibi iki kronik problemden sonra içinde yaşadığımız günlerde ortaya çıkan hükümet krizi ile Karadağ üçüncü bir problem olarak eklenmiş bulunuyor.

Bağımsızlığını kazanan Hırvatistan ve Slovenya ile eski Yugoslavya’nın batısıyla ilgili tarihi ihtilaf sona ermiştir. Gerek Hırvatistan, gerek Slovenya’nın Belgrad merkezli Sırplarla ortak bir devlet içinde yer almaktan hiçbir zaman memnun olmadıkları biliniyordu. Belgrad merkezli Yugoslavya’dan çıkmak onlar için bir idealdi. 2016 yılında Hırvatistan’ın AB ve NATO’ya girmesiyle bölgede Sırp ve Hırvat ihtilafının köklü çözüme kavuştuğu söylenebilir. Bölgenin barış ve istikrarı açısından bu gelişme olumlu olmuştur.

Ancak Balkanlarda barış ve istikrarın temini için yapılacak çok iş var. Bunlar arasında yıllarca gündeme bile gelme imkânı bulamayan Boşnak Milleti’nin problemleridir. Birinci Dünya Savaşı’ndan 90’lı yıllara kadar dünya siyasetinin gündemine bile gelme fırsatı bulamayan Boşnak Milleti, bağımsız Bosna-Hersek’in uğradığı saldırı ve uğradıkları soykırımlar neticesinde dünya kamuoyunun gündemine gelmeye başladı.

En çok Boşnak Türkiye’de

Anavatan Bosna’da iki milyon civarında bir nüfusa sahip olan Boşnak Milleti; Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Kosova gibi komşu ülkelerde ciddi bir nüfusa sahiptir. Osmanlı idaresinin bölgeden çekilmesi ile başlayan göçler sebebiyle Avrupa, Amerika hatta Avustralya gibi kıtalarda sayıları yüzbinlerle ifade edilebilecek bir Boşnak nüfus yaşamaktadır. Tüm bunların dışında en fazla Boşnak nüfusun yaşadığı ülke kendi anavatanları Bosna derseniz, yanılırsınız. Evet, dünyada en çok Boşnak nüfusun yaşadığı ülke Türkiye’dir.

Anadolu’nun birçok vilayetinde yıllar önce zorunlu göçe tabi olmuş Boşnakların yaşadığı köy ve kasabalar vardır. Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan idaresine terk edildiği 1878 yılından bu tarafa süren göç dalgaları hâlâ devam ediyor. Süren bu göç dalgalarının sebepleri üzerine yapılacak sıradan bir araştırma, Boşnak Milleti’nin yakın tarihinin sürgün ve soykırımlarla dolu olduğunu ortaya çıkarır. Bosna-Hersek ve başta Sancak olmak üzere Boşnaklarla ilgili konuları konuşurken bu tarihi gerçekleri dikkate almak gerekir.

Bosna-Hersek’le ilgili en son ve en önemli anlaşma 1995’teki Dayton Anlaşması’dır. ABD’nin ön alması ile dayatılan bu anlaşma, silahlı çatışmalara son vermek dışında bölgeye kalıcı bir istikrar getirmemiştir. Çünkü Boşnak Milleti’nin yaşadığı soykırım ve sürgünler dikkate alınmamış, adalet gözetilmemiş, çatışmaların bir an önce durdurulmasına öncelik verilmiştir.

Bosna Hersek.

Dodik’e kim dur diyecek?

Dayton Anlaşması’ndan bu yana geçen çeyrek asırdan beri Sovyetlerden ayrılan eski sosyalist ülkelerin tamamı siyasî ve ekonomik gelişme kaydederken, Bosna-Hersek yerinde saymaya devam ediyor. Eski Yugoslavya coğrafyasında azınlık olarak yaşayan Boşnakların maruz kaldıkları siyasî ve insanî baskıların, batılı insan hakları savunucularının ilgisini çekmediği görülüyor.

İki sınır komşusu Sırbistan ve Hırvatistan’ın bağımsız Bosna devletinin varlığına tahammül edememeleri ve soydaşlarının ayrılıkçı hareketleri desteklemeleri birçok sorunun kaynağıdır. Gerek Sırbistan, gerek Hırvatistan Bosna’yı kendi haline bıraksa ve karışmasa birçok problem kendiliğinden çözülür.

Bosna’daki ayrılıkçı hareketler son yıllarda uluslararası bir nitelik kazandı. Ayrılıkçı Sırp lider Milorad Dodik, Bosna’nın NATO üyeliğini engellemek için Rus lider Vladimir Putin’in desteğini almış bulunuyor. Günümüzde SDA ve Bakir İzzetbegoviç’e asılsız suçlamalarla saldıranların, Dodik’in alenen NATO düşmanlığı yapan söylemleri karşısında susmaları düşündürücüdür. 2 Ekim seçimlerinden sonra başta ABD büyükelçisi olmak üzere batılı diplomatların alenen SDA düşmanlığı yapmaları, sokaktaki sade vatandaşa kadar tüm Bosna vatanseverlerinin endişelerini artırmaktadır.

Barış uygulama konseyi (P.İ.C.) Bosna-Hersek’i nereye götürüyor?

Eski Yugoslavya’dan bağımsızlığını kazanan diğer beş ülkeyle karşılaştırdığınızda Bosna’nın farklı bir devlet yapısına sahip olduğunu görürüz. Slovenya Slovenlerin, Hırvatistan Hırvatların, Sırbistan ise Sırpların ulus devletidir. Bosna-Hersek ise Boşnakların, Sırpların, Hırvatların birlikte anayasada kurucu unsur olduğu bir nüfus yapısından oluşur. Son nüfus sayımında, Boşnakların demografik oranının yüzde 50’nin oldukça üzerinde olması bazı güç merkezlerini rahatsız ediyor.

Bağımsızlığının; BM Güvenlik Konseyinin garantisi altında olması hususunu dikkatlerinize arz etmek isterim. Daha doğru bir ifadeyle Bosna, 15 devletin büyükelçilerinin oluşturduğu Barış Uygulama Konseyi’nin vesayeti altındadır. Devletin işleyişi (yasama, yürütme ve yargı), Konsey’e bağlı çalışan yüksek temsilcinin gözetim ve denetimi altında yürür. İstedikleri anda her çeşit müdahale yapmaya yetkileri vardır.

Sırp lider Milorad Dodik.

Ancak yüksek temsilciler son 10 yıl içinde bu yetkilerini kullanmaktan kaçınmakta, demokratik yollarla seçilmiş hükümetlere meydan açmaya çalışmaktadırlar. Mesela geçen yıl yüksek temsilcilik görevini Alman Christian Schmidt’e devreden Avusturyalı Valentin İnzko, Srebrenica soykırımının inkârını suç sayan kanunu yürürlüğe koymak dışında hiçbir yetkiyi kullanmamıştır. 25 yıldan beri ülkede göreve gelen farklı yüksek temsilcilerle Boşnaklar iyi ilişkiler içinde olmuşlardır. Ayrılıkçı Sırp tarafı ise yüksek temsilcilik makamı ile iyi ilişkiler içinde olmamıştır.

Ancak geçen Ekim ayında yapılan seçimlerden önce Bosna’nın gündeminde iki yıl boyunca ısrarla yer alan bir konu, seçim kanunu olmuştur. Ülkedeki Hırvatları temsil eden ırkçı HDZ Partisi kaybettiği siyasî gücü yeniden kazanmak için bir Hırvat oyunun, yedi-sekiz Boşnak oyuna eşit olacağı ırkçı bir seçim kanununu dayatmak için tüm kozlarını kullandı. Hatta devlet kurumlarını işlemez hâle getirecek akıl dışı hamleler yaptı. Taleplerine evet demeyen başta SDA ve Bakir İzzetbegoviç olmak üzere siyasetçilere karşı savaş açtı. Ancak hedefine ulaşamadı ve 2 Ekim’deki seçimlere mevcut seçim kanunu ile gidildi.

Bosna’da seçim kanunu bahanesiyle sun’i olarak artan gerilimin giderilmesi için diplomatik çabalar devam etti. Yoğun bir diplomatik trafikten sonra Eylül başında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan’ı kapsayan üçlü bir balkan turu ile gerilimi düşürmeye çalıştı. Ancak ırkçı HDZ’li siyasiler amaçlarından vazgeçmediler. Brüksel ve Berlin gibi Avrupa merkezlerini etkileri altına alarak istedikleri seçim kanununun bir bölümünü yüksek temsilci eliyle dayatmaya muvaffak oldular. Yüksek temsilcilik makamının bu tasarrufu, Bağımsız Bosna-Hersek için kötü bir sürpriz olmuştur. Bu hamle, batı dünyasının Bağımsız Bosna-Hersek’e şimdiye kadar verdiği destek politikasından vazgeçme ihtimalini bile akla getirmeye başladı.

Bağımsız Bosna-Hersek’in dağılması, Balkanları kaosa sürükler. Silahlı çatışma dâhil istenmeyen birçok gelişmeye kapı aralar. 90’lı yıllardaki çatışmaların yaraları hâlâ kapanmış değil. Perde arkasında Rusya-Ukrayna savaşını tezgâhlayan güçler, ikinci bir savaş çıkartmak isterlerse en uygun bölgenin Balkanlar olduğu açıktır. Kosova ile Sırbistan arasında artan gerilim her an bir çatışmaya dönüşebilir. Ukrayna’dan sonra Balkanlardan gelecek yeni bir göçün mağdur edeceği ilk adres Avrupa’dır.

Rusya-Ukrayna savaşında etkisiz kalarak zor duruma düşen Avrupa’nın, Balkanlarda çıkacak çatışmalarla ciddi bir güvenlik problemi yaşayacağı bellidir.

Son söz olarak:

Avrupa, Balkanlarda barışı korumak istiyorsa Türkiye ile hareket etmeye mecburdur.