Bizi ne çürüttü?

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Yiğidin düştüğü yerden kalkacağının farkındalar. O yüzden yeni prangalar örüyorlar. Peki, ibret alıp ders çıkaracak mıyız? Yoksa benlik, makam ve ahmaklık putunun bendesi olmaya devam mı edeceğiz? Asıl mesele bu! Bu çürümüş ve kokuşmuşluğun üstüne makyaj çekip, nefis parfümü sıkıp devam mı edeceğiz?

Kölelerin yerini makinelerin aldığı değişime ‘sanayi devrimi’ demişlerdi. Makineleştikçe insana düşen görev sadece makine sahiplerinin izin verdiklerini yahut da istediklerini tüketmekti. Bu, çürütmenin ilk adımıydı.

Müteakiben ortaya tarihte eşi görülmemiş adaletsiz bir yapı çıktı. İnsan eşyaya hükmeder hâle gelmiş ve yaratılışını değiştirme gücüne erişmişti. Her müdahale, eşyanın fıtrî yapısını biraz daha bozdu. Eşya bozulduktan sonra kaçınılmaz son gelip çattı ve insan bozuldu.

İnsan topraktan kopup beton ve sentetiğe teslim oldukça içinde kayboldu.

Diğer taraftan benzer zaman diliminde adalet devletinin yerini zulüm devletçileri almış, Allah’ın en büyük haramlarından biri olan faiz normalleştirilmiş ve hemen herkesçe meşru olmayan bahaneler uydurularak alınıp verilir hâle getirilmiş, domuz ve kan gibi büyük haramlar farklı adlar takılarak hayvan ve insanların gıdasına dönüştürülmüş, aile düzeni târûmar olmuş, evler hapishaneye dönüşmüş, çocuklar Tavistock’un şeytanî mürebbilerine emanet edilerek kaybedilmiş, kadın bir yandan reklam endüstrisinin diğer yandan da ekseriyetle hannasın metaına dönüştürülmüş, liyakatsizler, muhterisler, şuursuzlar makamları işgal etmiş, dolayısıyla insanların basiret ve feraset kanalları kapanmış, iyi ile kötü, hak ile bâtıl, hayr ile şer, güzel ile çirkin, ak ile kara, gâvur ile Müslim bir girift hâl almıştır.

Kişiler fikirlerini ve çocuklarını ilahlaştırmış, zalim ile mazlum arasındaki makas kapanmış, bazı kimseler ise tanrıcılık oynamaya başlamıştır.

KULLUKTAN KÖLELİĞE ÇAĞRI

Günümüz dünyasındaki devlet ve örgütler, dünya cennetini vadettikleri insanı devşirerek kendilerine kullaştırmış, dinleri ve devletlerine ihaneti masumlaştırarak icra ettirir hâle getirmişlerdir.

Maruz kaldıkları kültürel, etnik ve dinî soykırım sonrasında içlerine çekilen Müslümanlar, 1970 sonrası kısmen kavuştukları hürriyet ve ardından gelen mahalli idareler ve iktidar(lar) günlerinde makamın keyfi, gücün rehaveti ve paranın aldatıcılığına kapılmış ve imtihanları bir bir kaybetmeye başlamışlardır.

Netice itibariyle küçük günahlardan büyük günahlara dalınır, yanlış işlere kılıflar bulunur ve hatta günahtan keyif alınır hâle gelinmiş, emanet ehline değil, susana, yakına, muhterise tevdi edilir olmuştur.

Büyük adamların yanında küçük insanlar itibar görür olmuş, kibir canavarları türemiş, ihanetin her biri her an yaşanır olmuştur. Dâvâ insanları ötelenmiş, doğrudan yana olanlar örselenmiştir.

Nihayetinde Hâbillere yönelik tercihler Kâbillere yönelmiş, ‘kardeşlikler’ makam ve mevkilere endekslenir olmuştur.

Asıl mesele, işlerimizin Allah-ü Teâlâ’nın mı, şeytan, hânnas ve nefislerimizin isteklerine mi uygunluğudur.

Herkesin her şeyi bilerek yaptığı, ‘aldanma’ denilen şeyin bir kelimecikten ibaret olduğu bir devirde yaşadığımızı düşünüyor insanlar.

Görüyorsunuz ki, her yanı güç sarhoşları ile güçten düşünce sarhoşluğun yol açtığı akılsızlıkla her şeyi yıkan insanlar sardı.

VAKTE VE EMANETE İHANET EDİYORUZ!

Oysa benlik, gurur ve kibir, iblisi rehber edinmenin bir neticesidir.

Hırs, çiğliğin alametifarikasıdır.

Rüşvet ve faiz, Allah’a kafa tutmadır.

Eskilerin tabiriyle harama uçkur çözme sefihliğin, güvenilmezliğin, emanete ihanetin vesikasıdır.

Haramdan kazanma ve haram ile şüphelilerden yiyip içmek ahireti dünya ile takastır.

Her nevi emanete ihanet etmek insan ol(a)mamanın göstergesidir.

Kabul edelim ki, çoğumuz hepsinden sınıfta kaldı.

Vakte ve emanete ihanet ediyoruz.

Mal mülk edinmede haddi aştık.

Batılı fikirleri Hakk’ın yerine geçirerek ve büyük günahlar işleyerek çürüdük.

Nefsimizi putlaştırıp, kendi yanlışlarımızı doğru sayıp, benliğimizi dinleştirerek intihar ettik.

Hâsılı çürümüşlüğün müptelası olduk.

İster Kraliçenin kulu olun, ister karanlık mahfillerin üyesi ve ister Süleyman Tapınağı ihdası peşinde koşun, ister sapkın bir yapının bendesi olun, ister haramların tümüne bulaşmış olun, isterseniz de doğru yolda olduğunuz konusunda ısrar edin, ister dağda çoban, ister devletin en altından en tepesinde bir görevde olun, ister talebe, ister akademisyen, ister tüccar, isterse de fabrikatör olun, ister fakir, isterse de zengin, ister kadın, isterse de erkek fark etmeksizin yediden yetmişe hepimizin Nasuh tövbesine ihtiyacı var.

HERKESE YENİ KURTARICILAR VADEDİYORLAR!

Dünyada kartlar yeniden karılıyor. Sınırlar değişiyor, servetler el değiştiriyor, maşalar ve maşacılar değişiyor, herkese yeni kurtarıcılar vadediyorlar.

Her birimizi yeni günahlara davet ediyorlar. Hatalarda ısrar etmemiz için baskı kuruyorlar. Hesap üstüne hesaplar yapıyorlar.

Kötü ve şer güçsüzmüş gibi gösteriliyor, hizipler, partiler, kavgalar, entrikalar gırla…

Servet, makam, haz, şöhret ve kin putlarının ateşine çağırıyorlar herkesi.

Sadece Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de hendekler kazılmıyor. En büyük hendek, beynimiz ve kalbimizde kazılıyor. En büyük kindarlık ve kuklalık bu memlekette.

Yiğidin düştüğü yerden kalkacağının farkındalar. O yüzden yeni prangalar örüyorlar.

Peki, ibret alıp ders çıkaracak mıyız? Yoksa benlik, makam ve ahmaklık putunun bendesi olmaya devam mı edeceğiz? Asıl mesele bu!

Bu çürümüş ve kokuşmuşluğun üstüne makyaj çekip, nefis parfümü sıkıp devam mı edeceğiz?

Mâlum göz körlüğünün, kulak sağırlığının, lâllığın tedavisi her zaman vardır. Ancak gönül körlüğünün, idrak fukaralığının, benlik kokuşmuşluğunun, gönüllü köleliğin tek tedavisi aklı kullanmak, Allah’a yönelmek, hataların muhasebesini yapmak ve haramlardan uzaklaşmakla mümkündür.

Gelin, İbrahim (a.s.) gibi bütün putları yere serelim.

Bütün benlikleri taşa vuralım.

Vesselam!