Bu hikâye bizim değil bizim hikâyemizi kim anlatacak?

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Hz. Fatıma’nın hâtırasına alenen hakaret eden, Allah Resulü’nün (sav) Ashabını Batılı istihbaratların ürünü olan DEAŞ çetecileriyle bir tutan şu zihniyet elbette İslam’ı temsil etmiyor, edemez de. Ama biz doğru hikâyeyi anlatmadığımız sürece herkes hayal perdesinden ne yansırsa onu doğru bilecek, onu takdis edecek. İki milyarı aşkın nüfusa, 57 devlete, nice dolar milyarderine sahip İslam dünyası, kendi hikâyesini anlatacak sinema dilini hâlâ yakalayamamışsa, ortalık Yâsir el Habib gibi yerden bitme şarlatanlara kalmışsa, şapkaları önümüze koyup düşünmenin vakti çoktan gelmiş demektir.

Tam adı ‘Yâsir Yahya Abdullah el Habib.’ 1979 Kuveyt doğumlu. 30 Kasım 2003’te Ashab-ı Kiram’a dil uzattığı için hapse atılmış. 25 Şubat 2004’teki ‘Millî Gün’ nedeniyle affedilip hapisten çıkarılmış. Tekrar hapse atılacağını anlayınca ülkesinden kaçmış. Irak, İran derken soluğu Kraliçesinin kollarında almış bir Şia davetçisi.

Yâsir Yahya Abdullah el Habib

Kendisini önemli bir adam olarak gösterme merakı olduğu kesin. 2001 yılında, henüz 22 yaşındayken Huddam-ul Mehdi (Mehdi’nin Hizmetkârları) adıyla bir grup kuruyor. Etrafına topladığı 15-20 kişilik çocuk çocuğa kendi kıt anlayışına göre İslam Tarihi dersleri vermeye kalkıyor. İslam Tarihi’nden kastı ise Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Âişe başta olmak üzere Allah Rasulü’nün Ashabına bol bol sövmek ve hakaretler yağdırmak. Nitekim Hz. Âişe validemiz hakkındaki iftiraları yüzünden 2010 yılında Kuveyt vatandaşlığından çıkarılıyor.

Hapisteyken, Kuveyt Millî Günü’ne üç gün kala sabah namazı sonrası bir rüya görüyor.

Kuveyt nüfusunun üçte biri zaten Şii. Etrafı da Güney Irak ve Doğu Arabistan cihetinde Şii yoğunluklu nüfustan oluşunca meselenin ne derece hassas olduğunu anlamak zor değil. Yâsir Habib gibi dilinin kemiği bulunmayan, gözünü isim yapma hırsı bürümüş gençlerin cirit oynatacağı bir coğrafya değil burası. Suud güdümlü Selefilik ile İran güdümlü Şiilik gibi birbirine taban tabana zıt iki dalganın çatışma alanı Kuveyt için dengeyi kaçırmamak basit bir sosyolojik tercihin çok ötesinde, bir beka meselesi.

İlahî inayet iddiası

Yâsir’in karakterini tanımak açısından önemli bir ipucu mevcut elimizde. 28 Kasım 2010 tarihinde Londra merkezli, Arapça online yayın yapan Suudi İylaf gazetesine verdiği mülakat söz konusu. Yâsir bu mülakatta kendisini “ilahi inayete mazhar olmuş” bir kişi olarak sunmaktan büyük keyif alıyor. Hapisteyken, Kuveyt Millî Günü’ne üç gün kala sabah namazı sonrası bir rüya görüyor. Rüyasında Hz. Ali’nin peşinden koşturuyor ama bir türlü ona ulaşamıyor. Derken Hz. Ali âniden ortadan kayboluyor ve Yâsir kendisini bir anda Kerbela’da bulunan altın kubbeli Abbas Mescidi’nin kıble kapısında buluyor. Hz. Ali’nin hacetini Ümmü Benîn’den olma oğlu Abbas’a havale ettiğini anlayan Yâsir elini kubbeye doğru uzatıp şöyle bağırıyor: “Ey Ebul Fadl Abbas! Beni hapisten çıkarmak size düşer!” Ve üç gün sonra özgürlüğüne kavuşuyor.

Rüyasında Hz. Ali’nin peşinden koşturuyor ama bir türlü ona ulaşamıyor. Derken Hz. Ali âniden ortadan kayboluyor ve Yâsir kendisini bir anda Kerbela’da bulunan altın kubbeli Abbas Mescidi’nin kıble kapısında buluyor.

Şu anda İngiltere’de ikamet eden Yâsir, kendini taraftarlarına Şeyh Habib olarak takdim ediyor. Sünnilere öfkesi malum. Ona göre Sünni kelimesi yanlış kullanılıyor. Bugün Sünni diye bilinenler aslında Ebu Bekir’in (ra) izinden gidenler. Yaşadıkları İslam da sahih Ehli Beyt İslam’ı değil, Ebu Bekir İslam’ı. Dolayısıyla onları Sünni diye değil ‘Bekrî’(!) diye isimlendirmek daha doğru.

Rafiziliği diriltme sevdası

Zamane Şiası ile de başı hoş değil. Uzun zamandır ve bilhassa İran devriminden sonra Şiiliğin içinin boşaltıldığı görüşünde. Sünnilere yaranma endişesiyle Hz. Ömer’in katledildiği günün kutlama takviminden çıkarılması ve Sünnilerin hürmet ettiği şahsiyetlere sövmenin yasaklanmasına dair fetvaları sürekli eleştiriyor. Yâsir’e göre Rafıza İslam’ı yani Rafızilik yeniden ihya edilmeli ve Sünniler ile köprüler kesinkes atılmalı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi şahsiyetlere gece gündüz hakaretler yağdırılmalı.

Ömer Muhtar filmi ve Cufra’nın geleceği
Gerçek Hayat

Zaten yazdığı kitapların isimlerine bakıldığında türlü türlü necaset kuyularından gelen kesif lağım kokuları insanı çarpıyor, âdeta soluksuz bırakıyor. Bir düzine kadar kitabından bazılarının isimleri aynen şöyle:

  • - Ayyaşi Tefsirinde Kureyş’in Putları (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a sövgüler)
  • - Allah’ın Hicabı Nasıl Saldırıya Uğradı ve Kimler Yaptı? (Bu kitapta Hz. Fatıma’nın evine yapılan baskın işleniyor)
  • - İkinci Azgının Muhakemesi (Hz. Ömer’e şiddetli hücumlar)
  • - Müstehcenlik - Âişe’nin Öteki Yüzü (Kur’an ayeti ile temize çıkan Hz. Âişe annemize iğrenç iftiralar)
  • - Muhassin’in Katli – (Hz. Ömer’in Hz. Fatıma’ya gebe iken vurup çocuğunu düşürmesi iftirası)

- İslam Nasıl Gaspedildi? (DEAŞ’ın temelini Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Âişe’nin attığı iftirası)

Medya işlerini seviyor

Kraliçesinin pek sevdiği gibi, işi gücü İslam coğrafyasını bulandırmak olan Yâsir’in Fedek isimli bir TV kanalı var. Medya işlerini pek seviyor. Bir de sinema firması kurmuş. Adı “Enlightened Kingdom”, yani “Aydınlanmış Krallık”. Firmanın kuruluş tarihi 11 Mayıs 2018.

  • Görev tanımları:
  • - Sinema filmi prodüksiyon faaliyetleri
  • - Video prodüksiyon faaliyetleri
  • Firma, özel limited şirket statüsünde. Kayıtlı adresi ise şöyle:

Unit 11 Central Business Centre Iron Bridge Close, Neasden, London, England, NW10 0UR

Kendine ait bir televizyonu, bir de sinema firması bulunan Yâsir’in cürmü boyunu fazlasıyla aşmış durumda. Yine de uslanmaya niyeti var gibi görünmüyor. Bugüne dek yaptığı provokasyonlar yeteri kadar ses getirmediği için olsa gerek, bu kez çıtayı epey yükseğe dikmiş.

Hayal perdesinin sihirli gücü

Ne mi yapmış? Holywood’un Amerikan rüyasına yaptığı katkıyı nihayet keşfedebilmiş.

Kendi toprağını, şerefini ve namusunu soluk benizli haydutlara yem etmemek için canını dişine takan zavallı Kızılderilileri bize vahşi yamyamlar olarak takdim eden kovboy filmlerinin etkisini bir düşünün hele. John Wayne, Gregory Peck, Gary Cooper, Clint Eastwood’ların dünyayı esir aldığı zamanları... Sinemanın hayal perdesi öylesine güçlüdür ki, Amerikan sığır çobanlarının kaba saba giyim tarzı bütün dünyada sosyal piramidi tersine çevirir, sadece fakirler değil en zenginler bile zamanla blucin giymeye başlar. Hatta bazı blucin markaları statü sembolü haline gelir. Hâlen böyledir.

Kendi toprağını, şerefini ve namusunu soluk benizli haydutlara yem etmemek için canını dişine takan zavallı Kızılderilileri bize vahşi yamyamlar olarak takdim eden kovboy filmlerinin etkisini bir düşünün hele.

Yâsir de dünyanın batı yakasında geçen onca yıldan sonra hayal perdesinin sihirli gücünü değerlendirme yolunu tutar. İslam tarihine kendi damgasını vurmanın, daha doğrusu tıpkı gençlik yıllarında ülkesi Kuveyt’i hop oturup, hop kaldırdığı gibi şimdi bütün İslam âlemini topyekûn sarsmanın peşine düşer.

Hz. Ömer DAEŞ’in kurucusu olarak sunuluyor

Yâsir oturur, sinema filminin senaryosunu bizzat kendi kaleme alır. Annesi DEAŞ terörüne kurban giden bir çocuğa, ilk kurbanın annesi olmadığını anlatan bir hikâyedir bu. İlk kurban, cennet kadınlarının efendisi olan Hz. Fatıma’dır. Film de adını buradan alır: Lady of Heaven, yani Cennetin Hanımefendisi. Tipik bir Şia iftirası olan Hz. Fatıma’nın Hz. Ömer tarafından gebeyken karnına vurulmak suretiyle katledilmesidir filmin ana konusu. Yâsir’e göre DEAŞ’ın temellerini atanlar, başta Hz. Ömer olmak üzere Hz. Peygamber’in yanında dağ gibi duran ilk Müslümanlardır.

  • Oysa tarihte böyle bir hâdise asla vuku bulmamış, Hz. Ömer bırakın vurmayı, Hz. Fatıma’ya kötü kelam bile söylememiştir. Kendisi böyle bir fiili yapacak karakterde olmadığı gibi, Hz. Ali’nin sağlığında kimsenin böyle bir şeye cür’et edemeyeceği son derece açıktır. Ahmaklar bilmezler mi, Hayber’in kapısını söküp eline kalkan diye geçiren ‘Allah’ın Aslanı’ böyle bir şeye yelteneni bir pençesiyle kahreder. Her şeyden önce böyle bir iddia, bizzat Hz. Ali’nin şerefli kimliğine atılmış iftiradır.

Evet, arada Fedek arazisinin de geçtiği bir miras meselesi vakidir, ancak Hz. Ebubekir Peygamber (sav)’den duyduğu “Peygamberler miras bırakmaz” hadisini okuyunca mesele kapanmıştır. Mesele kapanmıştır ama Hz. Fatıma’nın hüzünlü hâli, zaten içli bir insan olan Hz. Ebubekir’i perişan etmeye yetmiştir. Rivayetler bunu açıkça söyler.

İranlı mollalar bile karşı

Kendi kütüphanelerinde meseleyi tıpkı Yâsir’in anlattığı şekilde ele alan Şia kitapları bulunduğu halde İranlı mollalar bile bu filmi izlemenin sakıncalı olduğuna dair fetvalar vermişlerdir. Ayetullah Nasır Mekarim Şirazi, Ayetullah Hüseyin Nuri Hemedani ve Ayetullah Lütfullah Safi Gulpayegani bunlardan birkaçıdır. İranlı mollaların kaygısı, zaten pek de iyi durumda seyretmeyen Şii-Sünni ilişkilerinin daha da gerilecek olmasıdır. Zaten İran cihetinden çıkacak aksi bir fetvanın İslam dünyasında nasıl bir öfkeye dönüşeceğini kolayca tasavvur etmek mümkündür.

Yâsir el Habib’in filme dair yorumu ise aynen şudur:

“Bu film, meselelerle yüzleşme noktasında daha iyi bir zihniyete doğru çağrıdır.

Son derece yüksek kalitede yapılmış bu işle gurur duyuyorum. Bütün ekip maharetli bir geçmişe sahip ve bu işi kotarma noktasında kaliteli fikirleriyle katkıda bulundular. Hakikaten, bu yüce hanımefendiye karşı hissedilen sevgi ve asil mesajına duyulan inanç, ekibi maharetlerini sergileme hususunda rahatlattı, özgür bıraktı.”

İslam dünyasının ayıbı

Hz. Fatıma validemizin hâtırasına alenen hakaret eden, Allah Rasulü’nün (sav) Ashabını Batılı istihbaratların ürünü olan DEAŞ çetecileriyle bir tutan şu zihniyet elbette İslam’ı temsil etmiyor, edemez de. Ama biz doğru hikâyeyi anlatmadığımız sürece herkes hayal perdesinden ne yansırsa onu doğru bilecek, onu takdis edecek.

İran çıbanbaşı olmaktan vazgeçmeli
Gerçek Hayat

İki milyarı aşkın nüfusa, 57 devlete, nice dolar milyarderine sahip İslam dünyası, kendi hikâyesini anlatacak sinema dilini hâlâ yakalayamamışsa, ortalık Yâsir el Habib gibi yerden bitme şarlatanlara kalmışsa, şapkaları önümüze koyup düşünmenin vakti çoktan gelmiş demektir.