‘Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden…’

BAĞDAGÜL ÖZ
Abone Ol

Elbette ümitsizlik Müslümanın şiarından değil ama umutlanılacak bir manzara da yok ortada. Niyazımız odur ki, inşâallah karanlığın zirvesindeyizdir de uzaklardan da olsa bir umut ışığı yanar.

Toplum olarak nereye savrulduğumuzdan aslında pek de habersiz değiliz. Özellikle özel hayatların afişe eğildiği kötü manzaralarla dolu ve bir nevi teşvik edici televizyon yayınları da ortada. Ayrıca Instagram ve Tiktok gibi uygulamalarda karşımıza çıkanlar ise yozlaşmanın, kokuşmuşluğun ve hatta zıvanadan çıkmanın göstergesi durumunda.

Son bayramda mütedeyyin çevrelerle ilgili öyle şeyler anlattılar ki neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Bunun bizim toplum, bizim çevremiz olduğuna asla inanasım gelmese de ne yazık ki gerçek bu.

Bir yakınım, camilerinin imamının karısının yaptıklarını aktardı. Anlatılanlar şöyle: İmamımız temiz, gayet iyi biri, aynı zamanda komşumuz. Hiç aile tartışma ve kavgalarına şahit olmadık. Geçenlerde namaz sonrasında imamı polis arayıp, acilen karakola gelmesi gerektiğini söylemiş. İmam apar topar karakola gidince “karına şiddetten evden uzaklaştırman var” deyip kararı tebliğ etmişler. İmam şok.

‘Eşyalarımı alamaz mıyım’ deyince eşine sormamız lazım demişler ve aramışlar. O da gelsin alsın demiş. Konuşmamak ve muhatap olmamak şartı ile gitmiş kıyafetlerini bir valize koyup ayrılmış. Dışarıda kalmaya başlayan imama bir komşumuz ‘hocam tayinin mi çıktı, neden veda etmeden ayrıldın' diye sitem edince, ‘hayır ne tayin ve taşınması, görevime devam ediyorum.’

- O zaman niye ev değiştirdin?

- Yok hayır evde değiştirmedim.

- ‘İyi de hocam dün evin boşaltılıp anahtarı ev sahibine teslim edildi’ deyince imam anlamış olup biteni ama yapacak bir şey yok.

Uzaklaştırmadan bir gün sonra karısı eşyaları yüklemiş bir araca, çocukları da alıp kayıplara karışmış.

İmam bir yandan çocuklarının derdine düşmüş, diğer yandan da boşanmanın…

Dahası sokakta kalan imam bir de nafaka davasıyla karşı karşıya kalmış ve süreç devam ediyormuş.

Gelinlerin birbirine girmesiyle aile huzurları kalmayanından tutun da miras yüzünden kardeşini katledene dek anlatılmayan kalmadı. İşin daha ilginci ise bu hususlarda bir soruya da gerek yok. Konuşurken herkes ‘toplum ne hâle geldi’ ile başlayıp sayısız hikâye anlatıyor.

Bunların en acıklılarından birisi de karısını bir yakını ile yakalayan adamın şiddet uyguladığı gerekçesiyle evden uzaklaştırma alması sonrasında karısı ile çocuklarını öldürüp, kendisinin de intihar etmesiydi.

Kadınlar kendi aralarında “aman Allah’ım kadınlar ne hâle geldi böyle” diye dert yanıyorlar. ‘Hep şu erkekler kadınları şımartıyor’ eleştirisinden kadının hukuk önünde haksız olduğunda bile haklı muamelesi görmesinden, televizyon yayınlarından, cep telefon hastalığından ve nihayetinde toplumun geldiği ahvalden söz ediliyor.

Yaşı biraz daha ileri olan teyzeler ise neredeyse hep bir ağızdan “Kızım biz eskiden bahçeli kerpiç eve sığar da kuru bir pilavla mutlu olurduk. Şimdiler saray gibi evlere sığamıyorlar. Sığamazlar çünkü evler ev olmaktan çıktı, gösteriş yerlerine döndü. Gelinler kızlar evde yemek yapmak istemiyor, hep dışarıdan pis pis şeyler sipariş ediyorlar, ahir zaman yaklaşınca bina zina çoğaldı. Artık insanları zapdetmek güç, başımıza taş yağsa yeridir” diyor.

Yüksek yüksek binalar, birbirini tanımayan komşular, geceleri bile perdeleri kapanmayan, kapansa bile yarısı açık perdeli evler, evlenmek istemeyen gençler, evliliği güçleştiren analar-babalar, nişan-düğün adı altında gavurun bile yapmayacağı uydurulmuş sözde âdetler…

Eskiden pek çok evde yerel tatlılar ikram edilirdi bayramlarda, şimdi dün köyden gelenler bile hazır baklava vs. ikram ediyor. Eskiden şeker lokuma hasretlerin lüks görünümlü çikolatalar ikram etmesi, çok az aile hariç mahremiyetin neredeyse kaybolması, binilen araçların lükslüğü, kullanılan dil, az sayıdaki çocuğun aileyi yönetmesi, iki cümleden sonra el ve başların telefona düşmesi, araya bir de hastalık, fakirlik, enflasyon ve daha nice şikayetlerin sıkıştırılması, şükürsüzlük, memnuniyetsizlik, dedi-doku, küslükler…

Kısaca iç karartıcı, insanı umutsuzluğa sevk edici nice sıkıntılı hâl…

Özetle bindiğimiz alâmet bizim kıyametiz olmuş ama pek kimse farkında değil.

Bilmem ki merhum üstattan nakille,

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,

Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,

Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;

Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

‘Durum’ diye bir lâf var, buyrunuz size durum” demenin bir faydası olur mu?

Yoksa tüm nehirler kurudu, tüm köprüler yıkıldı mı?

Elbette ümitsizlik Müslümanın şiarından değil ama umutlanılacak bir manzara da yok ortada. Niyazımız odur ki, inşâallah karanlığın zirvesindeyizdir de uzaklardan da olsa bir umut ışığı yanar.