Cüzzamlıların sığınağı: Miskinler Tekkesi

SAMET TINAS
Abone Ol

Miskinler Tekkesi denilince akla Reşat Nuri Güntekin’in romanı gelir çoğunlukla. Oysa Miskinler Tekkesi Osmanlı zamanında faal olan Üsküdar’daki bir cüzzamhânedir. Lügatte “âciz, zavallı, yoksul; tepkisiz, hareketsiz” mânâlarına geldiğinden olsa gerek, miskin sıfatı cüzzamlıların vasıflarına benzediğinden bu hastalığa isim olmuş ve halktan ayrı tutulan cüzzamlıların barındırıldığı müstakil binalara (leprosarium) miskinhâne, miskinler tekkesi, miskinler dergâhı ve meczûmîn zâviyesi gibi isimler verilmiştir.

Niçin tekke denirmiş bu mekânlara? Çünkü çoğunlukla bir tarikat pîrinin türbesi yanında bulunur ve işleyiş tarzı dervişlerin vazgeçilmez mekânları olan tekkelere benzermiş. Keza cüzzamlılar da kimi tekke müdavimleri gibi münzevî yaşadıklarından isimlendirme tam yerine oturmuş. Muasır dönemde Avrupa’da lânetli görülen cüzzamlıların, gururunun kırılmaması da düşünülmüş olmalı ki, cüzzamhânenin idarecilerine de ‘şeyh’ diyerek itibarları temin edilmeye çalışılmış.

Mikrobu bulan hükümdar şeyhi: Akşemseddin
Gerçek Hayat

Osmanlı devrinde tekkelerin gelirleri daha çok kendisine bağlanan vakıflar suretiyle sağlanırdı fakat mukim dervişlerin maddî imkânları yine de nispeten azdı. Bunda dünyevî meşgalenin peşinde koşmayışın da tesiri var tabii. Bu sebepten halk kimi zaman sadakalarını tekkedeki dervişlere verirdi. Çalışma hayatında zorluk çekecek olan cüzzamlılar da bir nev’î “tekke mensubu” gibi konumlandırıldığından bu usûl üzere sadaka almalarına da vesile olunurdu.

  • İslâm dünyasında cüzzamlılar için ayrılan ilk bölüm Emevî Halifesi Velid b. Abdülmelik’in Dımaşk’ta kurduğu bimaristan sayesinde olmuştu. Osmanlı’da ise ilk defa Edirne’nin kenar semti Kirişhâne’de bir cüzzamhâne hizmete girmiş (15. yüzyıl), bunu Üsküdar, Bursa, Lefkoşe, Kandiye ve Sakız’da açılanlar takip etmişti.

Üsküdar’daki bu meşhur Miskinler Tekkesi ise Yavuz Sultan Selim tarafından Karacaahmet Mezarlığı’nın ortasında inşa ettirilmişti. Gaye hem sağlıklı kişileri hastalıktan korumak hem de toplum içinde yaşama şansı olmayan cüzzamlıları barındırmaktı. Tahmin edileceği üzere cüzzamlılara o dönemde herhangi bir tedavi tatbik edilemiyordu. Bu sebepten yapılacak tek iş olan tecrit yoluna gidildi. İstanbul’da bir cüzzamlının varlığı haber alındığında eşraftan dahi olsa o kişi hemen Miskinler Tekkesi’ne götürülür, taşrada cüzzamhânesi bulunmayan yerlerdeki cüzzamlılar da genellikle buraya gönderilirdi.

Cüzzamlıların tecrit edildiği mekân, cüzzamhâne; Üsküdar Cüzzamhânesi.

Son zamanlarında tekkeye her sabah Atik Vâlide İmareti’nden kırk ekmekle çorba, her akşam yine çorba, et ve pilâv gelir, haftada iki gece de zerdeli pilâv verilirdi; ayrıca buraya yılda on iki kurban tahsis edilmişti. Binanın önünde yoldan geçenlerin para bırakması için sekiz sadaka taşı vardı. Bunların oyuklarına para konulduğunda kapıda bekleyen ve “gözcü dede” denilen hasta içeriye haber verir, cüzzamlılar da hep birlikte dua ederlerdi; daha sonra şeyh denen tekke yöneticisi toplanan paraları hastalara dağıtırdı (Nuran Yıldırım, “Miskinler Tekkesi”, DİA, s. 185).

  • Daha sonraki yıllarda hamam ve küçük bir camiin ilâvesiyle külliye hâlini alan Miskinler Tekkesi, 1810 yılında 2. Mahmud’un hazine vekili Ali Ağa’nın çabalarıyla etraflıca tamir edilmiş ve genişletilmiştir. İkinci restorasyon diyebileceğimiz çalışma ise Sultan Abdülmecid dönemine denk gelecek; Hacı Hüseyin Hayri Paşa bir sebil ve Mürg-ı Kevser Hanım adlı bir hayırsever de miskinhaneye musluklar ve tulumbalı bir kuyu yaptıracaktır.

Cumhuriyet döneminde hastalar önce Toptaşı Hastahanesi, daha sonra da Bakırköy Akıl, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi’nde açılan özel cüzzam bölümlerine nakledilir. Akabinde de Tekke yangınla harabeye döner yahut da döndürülür.

Velhasıl tekkeden günümüze sadece bir çeşme kalmıştır yadigâr.