Dil devrimi ve öztürkçecilikleTürkçenin ortak anlaşma lisanı özelliğini yok ettiler

CELAL TAHİR
Abone Ol

Harf inkılabı ve dilde sadeleşme akımı neticesinde, garabet ve mefhumlara nüfuz edemeyen bir dil ortaya çıkardı. Bu durumda toplumun varlık ve hayat ile olan irtibatının derinliği ciddi ölçüde azalır. Bunun neticesi sığlaşmadır. Dilde yaşanan sığlaşma tefekkür hayatımızın zayıflamasının da sebeplerindendir. Bu öztürkçeciliğin tabii neticesidir.

Dildeki bozulmanın temeli Dil Devrimi’dir. Esasen Türkçe, Orta Avrupa'dan Uzak Asya'ya kadar yaşayan toplumların ortak anlaşma lisanıdır. Türkçe'nin bugünkü İngilizce gibi bir pozisyonu tabiatında vardır. Cumhuriyetin başlangıcında öztürkçeci akımsa dili fakirleştirdi. Esasen öztürkçecilikle yeni bir dil inşa edilmek istenmişti. Türk dil devriminin ve öztürkçecilik akımının birbirine bağlı iki önemli sonucu var.

Birincisi öztürkçecilik akımı ve sadeleşmesi Türkiye Türkçesinde derinlik kaybına yol açar. Harf inkılabı ve dilde sadeleşme akımı neticesinde, garabet ve mefhumlara nüfuz edemeyen bir dil ortaya çıkardı. Bu durumda toplumun varlık ve hayat ile olan irtibatının derinliği ciddi ölçüde azalır. Bunun neticesi sığlaşmadır. Dilde yaşanan sığlaşma tefekkür hayatımızın zayıflamasının da sebeplerindendir. Bu öztürkçeciliğin tabii neticesidir.

Öztürkçecilik akımı ve sadeleşmesi Türkiye Türkçesinde derinlik kaybına yol açar.

  • Çünkü insan zihni, hayatı, varlığı, varlıkları ifade edecek ve varlığın derinliğine nüfuz edecek semboller, muhayyeleler, mefhumlar, ıstılahlar ve kelimelerle düşünür. Bunları tahrip ve hatta bir imha etme hareketi, dilin düşünme melekelerini tahrip eder. Neticede konuşmalar ve yazılar hayatı ve varlıkları yeterince ifade edemez olur. Zamanla insanlar neyi nasıl ifade edeceğini bilememeye ve saçmalamaya başlar. Bu hemen hemen her alanda birçok mefhumun yanlış kullanılması ve yanlış mefhumlar uydurulması sonucunu doğurur.

Ortak anlaşma dili olarak türkçe ve dil devrimi

İkinci olarak Türkçe, Selçuklu ve Osmanlı devirlerindeki tarihi dönüşümün safhalarında neredeyse 72 millet, kavim, etnisite, din ve mezhep kümesinin dil ve lehçeleriyle ilişkiye girer. Dolayısıyla dönüşüme uğrar. Bu dilde sadeleştirme taraftarlarının zannettiği gibi bir dejenerasyon değildir.

  • Türk tarihinin yeni bir evresinde kuşatıcı bir ortak antlaşma dilinin ortaya çıkmasıdır. Bu da Türk devletinin şemsiye devlet olması ve Türklerin diğer kavimler, etnisitelerle ortak bir sentez oluşturma hususiyetiyle irtibatlıdır. İşte ortak anlaşma dili olarak Türkçe’nin ortaya çıkış bağlamı budur. Ancak öztürkçecilik akımı ile Türkçe’deki Arapça, Farsça kökenli kelimeler, mefhumlar atıldığında, Türkçenin ortak anlaşma dili olma özelliği önemli ölçüde kaybolur.

Oysa Türklerin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Arap ve Fars dilinden kelimeleri dillerine katmaları hayatın tabii akışı içerisindedir. Özellikle Osmanlı zamanında Türkçe, Balkanlardan Kafkaslara, Arabistan’dan Kuzey Afrika’ya oradan Türkistan’a kadar bir coğrafyada ortak anlaşma dilidir. Türkçenin bu hususiyeti öztürkçeciliğin geliştirdiği bu sadeleştirme akımıyla, önemli ölçüde tahrip olur. Ve ayrıca dilde sadeleşme akımı sadece bizde değil, Yunanistan'da Bulgaristan'da Sırbistan'da da gözükmektedir. O ülkelerde de dilden yüzlerce Türkçe kelime atılır. Yani bizdekiler Batıya yaklaştıkça onlar da bizden uzaklaşmaktadır. Bu olanların, bizdeki öztürkçecilik ile beraber Osmanlı Türkçesinin tüm Osmanlı coğrafyasında ve ortak antlaşma dili olma özelliğini kaybettirdiği vurgulanmalıdır.

Zihin ve dil, mefhum ve tefekkür

Ancak bu yazının konusu açısından daha önemlisi dildeki bu fukaralaşma, düşüncede fakirleşmeyi doğurur. İnsanlar zihin dünyaları ve hayatla ne kadar irtibatı olduğu meçhul kelimeleri kullanarak iletişime geçmeye çalışmaktadırlar.

Öztürkçecilik akımı ile Türkçe’deki Arapça, Farsça kökenli kelimeler, mefhumlar atıldığında, Türkçenin ortak anlaşma dili olma özelliği önemli ölçüde kaybolur.

Mefhumlar zihindeki caddeler, sokaklar gibidir. Mefhumlar, kelimeler, argümanlar fakirleştikçe insan zihninin labirentlerindeki caddeler sokaklar kıvrımlar kaybolur. Bu durumda sistematik düşünce ve zenginlik de büyük ölçüde zayıflar. Bu, ülkemizde kolektif ve şahsî olarak yaşanan zihin fukaralığının başlıca sebeplerindendir.

Hâl vâkıa ve süreçleri işaret ve ifade edecek mefhumlar yeterince ortada yoktur. Bu şekilde hâl vâkıa ve süreçlere nüfuz edilememektedir. Mefhum zenginliğiniz yoksa düşünce zenginliğiniz de olmaz; çünkü zihin mefhumlarla düşünür. Dil fakirleştiği zaman düşünmemiz de fakirleşir. Tefekkür hayatımız ufuk açıcı, tahlillerimiz derinlikli, teşhislerimiz isabetli, neticede istikametimiz sahih olmaktan çıkar. Böylelikle zihin idrak ettiği fikirleri dile getirmekten ve/veya fikir idrak etmekten âciz hâle gelir.

Mefhumlarda dilde ve tefekkürde fakirleşme

Mesela “Türk kahvesi” ifadesi kendi başına çok gariptir. Eskiden kahve isteyenler, ‘bana orta yahut sade veya az şekerli kahve yap’ derlerdi. Nescafe geldikten sonra Nescafeye Amerikan kahvesi demek varken, bizim kahvemize, niçin ‘Türk kahvesi’ denilmiştir? Kişi Nescafeye nescafe, kendi kahvesine Türk kahvesi derse, memleketinde turist gibi yaşıyor demektir. Bu genel ve fiilî oryantalizmdir.

Kişi Nescafeye nescafe, kendi kahvesine Türk kahvesi derse, memleketinde turist gibi yaşıyor demektir. Bu genel ve fiilî oryantalizmdir.

Bu durum bizim Avrupa merkezli, çarpıtılmış zihin dünyamızın aleni ve bariz alametlerindendir. Bir de buna ahmakça bir Batı hayranlığı ve kendi topraklarına oryantalist gibi yabancı bir şekilde bakış eklenir. İdrakimiz böyle şekillendiği için Türk kahvesi ve Türk tatlısı ifadesi kullanılmaktadır. Konuşan kişiler İskandinav mı? Yunan mı? Fransız mı? İngiliz mi? Amerikalı mı? Belli değildir. Kendi memleketimizde kahve isterken Türk kahvesi dememiz yabancılaşmadan öte bir anomalidir. Burası Ortadoğu’ysa, sanki buradaki kahveye ‘Türk kahvesi’ demek gerekmektedir. Oysa Ortadoğu'ya İslam coğrafyası demek gerekir.

  • Bizim kültürümüzde ‘hastane’ isimlendirmesi yoktur. Bu husus çok önemlidir. Darüşşifa, şifahane kullanılır. Sağlık Ocağı da uygun bir adlandırmadır. Kültürümüzde olmadığı gibi, Batı’da da olmayan bir isimlendirmenin nereden ve nasıl geldiğinin ayrıca irdelenmesi gerekmektedir.

‘Atıyorum’ lafı bir gariptir ve argodur. Bunu karşılayan birçok kelime olmasına rağmen bizim konuşmalarımızın tek kelimeye indirgenmesi çok düşündürücüdür. Hâlbuki atıyorum yerine farz-ı muhal, farazî veya farz edelim denilebilir. Misal veya örnek olarak da denilebilir. Son yıllarda medyada diyetisyenler, bilim adamları, doktorlar, diğer kişiler, ısrarla yiyecek ve içeceklerin tüketilmesinden bahsetmektedir. Esasen yemek yenilir, su ve çay vs. içilir. Hâl böyleyken ısrarla tüketmek kelimesi kullanılmaktadır? Tüketim kelimesinin yerli-yersiz yoğun kullanımı, tüketim toplumu ideolojisinin kamçılanmasının, pekiştirilmesinin vasıtalarından biridir. Bununla irtibatlı olarak dillere ve zihinlere yerleşmektedir. O zaman insanlarda bir şeylerin tükendiğine ve tüketildiğine, tükeneceğine dair bir kanaat ve itikat pekişmektedir.

‘Tartışma’ kelime kökü olarak da acayip bir sözdür. Karşılıklı birbirini tartmaktan gelir. Tartışma müzakerenin münazaranın, münakaşanın, mübahasenin yerine kullanılmaktadır. Münakaşanın kavgaya yakın bir anlamı vardır. Tartışma en fazla buna yakındır. Esasen bizim kültürümüz sohbet kültürüdür.

Tartışma müzakerenin münazaranın, münakaşanın, mübahasenin yerine kullanılmaktadır.

Demek ki yerine göre kullanılması gereken mefhumlar mübahase, münazara ve müzakeredir. Hüküm kelimesiyle birçok irtibat kurulabilmektedir. Ve hikmetle hüküm, aynı kökten gelir. Dolayısıyla Hikmet’ten Sofia’ya ve Philosophia’ya ulaşılabilir ama Yargı’dan ulaşılamaz. Bu durumda eski metinler okunduğunda, oradaki bağlamın çok dışında kalınmaktadır. Elem, ızdırap, yeis, hüzün, tüm bunları stresle karşılanmaktadır ki, stres yalnızca psikolojik sıkıntı halini ifade etmektedir. Oysa ızdırap başka, elem başka, hüzün daha başka bir şeydir. Tüm bunlar dildeki dejenerasyon neticesinde oluşan zihin kirliliğinin tezahürleridir.

Sınırlı sayıda kelime kullanımı ile konuşmak ve onun oluşturduğu zihnî düzensizlik ve sığlığın bir sebebi de dildeki fakirleşmedir. Bu, belli dönemlerde belli kelimeler mefhumların muhtevası belki unutularak insanların ağzına pelesenk olmasıdır. Bunlar bir nev’i parola gibi kullanılmaktadır. Ve sanki bunlar konuşma içinde geçmediği vakit kişi cahil cühela gözükecekmiş gibi bir algı telâkki mevcuttur. Örneğin eskiden ‘olay’ kelimesi bu şekilde yaygın ve genel kullanımdaydı. Son senelerde ise ‘kesinlikle’ ve ‘aynen’ gibi kelimeler, mütemadiyen hemen her cümlede kullanılmaktadır. Bu husus da dildeki fakirleşmenin tezahürlerinden biridir.

İnönü ve Demokrat Parti, 27 Mayıs ve Türkeş
Gerçek Hayat

Evvelden 8-10 mefhumla karşıladığımız ayrı hâl ve vâkıalar, bugün tek bir kelimeyle mefhumla karşılanamaz. Diğer dillerde tüm bu vâkıalar, süreçleri, insandaki hâlleri tek bir kelimeyle, mefhumla karşılamamaktadır. Bizdeyse bu kelime ve mefhumlardan bir tanesi alınmakta ve onun tüm bu olgu ve halleri işaret ve ifade ettiği kabul edilmektedir. Lakin bu, sadece bir kabulden ibarettir. Neticede burası Ortadoğu’ysa, sanki buradaki kahveye de, Türk kahvesi demek gerekmektedir. Oysa Modern Batı’nın egemen zümrelerinin Ortadoğu dediği yer, İslâmî Batı-Asya’dır.