Emine Şenlikoğlu mu, Fatih Altaylı mı doğruyu söylemiyor?

ŞÜKRÜ KANBER
Abone Ol

Bu yazının yazıldığı 18 Mart Çanakkale haftasında bir televizyon yarışma programında şu soru soruldu; “1. Dünya Savaşı’nda gösterdiği kahramanlıklardan dolayı heykeli dikilen Türk askeri kimdir?” Her biri üniversite mezunu, gözde mesleklerde ve orta yaşlardaki yarışmacılardan hiçbiri cevabı Seyit Onbaşı olan soruyu bilemedi. Aynı günlerde ilkokuldan üniversite bitene değin inkılap tarihi görmüş nesillerin içine düştüğü bu acıklı duruma dikkat çeken yazar Emine Şenlikoğlu, “Atatürk ve İnönü millî eğitimi 100 yıllığına Amerika’ya verdi, 2023’e süre doluyor” dedi diye linçe uğradı.

Emine Şenlikoğlu bir konuda yanılıyor, millî eğitimin ABD’ye verilmesi ile ilgili Mustafa Kemal’in bir dahli yok, bu tamamen İsmet İnönü’nün tasarrufudur. Tarih konusunda yanlışı var ama işin aslı, yani millî eğitimin ABD’ye verildiği hususunda sonuna kadar haklı.

Eğer haklı olmasa, bu eğitim sisteminden, üniversiteyi bitirdiği halde Çanakkale savaşının seyrini değiştiren Seyit Onbaşı’yı bilemeyen mâmüller üretilmesi mümkün olur muydu?

Fatih Altaylı.

Tıpkı, Osmanlı’nın çok geri kaldığı düşüncesine sahip olan, kendini Kemalist olarak tarif edenlerin Nutuk’ta yazan ve bizzat Mustafa Kemal’in anlatımıyla ülkenin dört bir yanını örümcek ağı gibi saran dönemin en ileri haberleşme teknolojisi telgrafın nasıl olup da var olduğunu sorgulamadıkları gibi.

Tüm eğitim hayatı boyunca sadece şık seçen, analiz yapmaktan uzak yetiştirilen, düşünmek yerine önüne konulanı seçmekle yetinen nesillerin yetiştirilmesini Türk aklı ve milli bir eğitim politikası olarak kabul etmek için, bu eğitim sisteminin ürünü olmak gerek ki, ülkenin büyük çoğunluğu bu ürünlerle dolu.

Sigma Chi ve Fulbright

Gelelim Emine Şenlikoğlu neden haklı konusuna?

‘Sigma Chi’ nedir hiç duydunuz mu?

1855 yılında ABD’de kurulmuş, ABD’nin uluslararası arenada kullandığı kültürel emperyalizm araçlarından birisi...

Gizli Kardeşlik Örgütü şeklinde yapılanan, amblemi mavi zemin üzerine beyaz haç olan, “eğitimin yaygınlaştırılması ve öğrenme idealinin güçlendirilmesi” gibi son derece insanı ve medeni hedefleri bulunan bir örgüt.

Bu örgütün bizi ilgilendiren üyesinin adı ise James William Fulbright (1905-1995), 1943 yılında temsilciler meclisi üyeliğine seçildikten sonra ABD tarihinde en uzun süre Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı yapmış bir isimdir.

Kendi adına kurduğu Fulbright Vakfı ile eğitim alanında ABD adına pek çok ülkede faaliyet göstermiştir. İşte Türk milli eğitiminin ABD’ye teslim edilmesindeki kilit isim bu adam.

Nitekim iki ülke arasındaki ikili anlaşmanın yürütülmesi amacıyla kurulan komisyon da Fulbright ismi ile anılır ve bilinir.

Kim yalan söylüyor?

Emine Şenlikoğlu’na yalancı diyen Fatih Altaylı gibi, tarih birikimi inkılap tarihi dersinden ibaret olanlara bakarsanız bu büyük bir yalandır. Hatta, bu yalana eski milli eğitim bakanlarını da alet etmektedirler.

Oysa, TBMM sitesinin kanunlar ve kararlar bölümünde adını verdiğimiz “5596 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında imza edilen Anlaşma gereğince temin edilen paraların kullanılmasına dair Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında imzalanan Anlaşmanın onanması hakkında Kanun” haliyle durmakta ve bildiğimiz kadarıyla “mülga” yani kaldırılmış değil.

Anlaşmanın amacı: “Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu (ki aşağıda “Komisyon” ismiyle anılmıştır) namı altında bir komisyon teşkil olunacak ve bu komisyon işbu Anlaşmanın hükümleri dairesinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından temin edilen paralarla finanse edilecek olan eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından tanınacaktır”

Fulbright.

Türkiye Fulbright komisyonu internet sitesinin “hakkımızda” bölümünde yazdığı gibi “karşılıklı” bir kültür alışverişi yok, sadece Türkiye’de kurulan, Türkiye’nin parasını ödediği, anlaşmanın ilerleyen maddelerinde yazdığı gibi harcamaların denetlenmediği ve kanuni uygulamaların dışına çıkarıldığı, “eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için” kurulan bir “çağdaşlaşma” aygıtı bu.

Parasını Türkiye’nin verdiği, hesap sor-a-madığı, içeriğine karış-a-madığı, atanacak memurları belirl-e-mediği bir emperyalist araç var karşımızda.

“Sigma Chi” gibi özel bir oluşumun üyesi bir şahıs olan Jemas Williams Fulbright aracılığıyla yürütülecek bir eğitim komisyonunda Amerikalıların bizim geleceğimizi ne kadar düşündüklerini anlamak için, bugün Suriye sınırları içinde ülkemize savaş açan PKK’ya verdikleri tırlar dolusu silahlara bakmak yeterli.

Müzakereler 1946'da başladı

1946 yılında başlayan müzakerelerin sonunda ABD ile Türkiye arasında bir eğitim komisyonu kurulması anlaşması 27 Aralık 1949 yılında imzalandı, 18 Mart 1950 tarihinde de TBMM tarafından kabul edildi.

Bu anlaşma kabul edildikten üç gün sonra, 21 Mart 1950 tarihinde TBMM seçime gitme kararı aldı ve Menderes hükümetini iktidara getirilen seçimler 15 Mayıs 1950 yılında gerçekleştirildi.

1946 yılında başlayan Marshall programı çerçevesinde yirmiye yakın anlaşma ile Türkiye’yi boyunduruğuna alan ABD, son çentik olan eğitimi de hallettikten sonra İnönü’yü harcadı ve erken seçim kararı aldırarak yeni bir dönemi başlattı.

Boyunduruğu İnönü taktırdı

Klasik sol-kemalist kesimler Menderes’i Amerikancı olmakla suçlarlar ama aslında Türkiye’nin tapusunu bu süreçteki anlaşmalar ile ABD’ye veren bizzat İsmet İnönü’dür.

Geçmişimizi 1923’ten başlatan inkilap tarihi mezunları arasındaki inanmayanlar için kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan Prof. Dr. Çetin Yetkin’in “1946-1950, Karşıdevrim” kitabını şiddetle tavsiye ederim.

Bu anlaşma çerçevesinde kurulan Türkiye Fulbright Komisyonu hala vardır, aktiftir ve görevini sürdürmektedir.

Türkiye Fulbright komisyon yönetimi

2022 yılı itibariyle Başkanı yabancı olan komisyonun dört Türk, dört Amerikalı üyesi bulunmaktadır.

John Thomas McCarthy, Yönetim Kurulu Başkanı, ING Bank Türkiye, İstanbul Hasan Ünsal, Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Birimi Genel Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Emir Salim Yüksel, Kültürel Diplomasi Genel Müdür Yardımcısı, Dışişleri Bakanlığı, Ankara Robert Hilton, Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı, Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği, Ankara Prof. Dr. M. Akif Kireçci, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Ankara Prof. Dr. Cemal Yıldız, Yükseköğretim ve Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Daria Darnell, İstanbul Başkonsolosu, Amerika Birleşik Devletleri İstanbul Başkonsolosluğu, İstanbul Mark H. Butler, Mimar, Nedret & Mark Butler Tasarım Stüdyosu, İstanbul (fulbright.org.tr/posts/18/Yönetim-Kurulumuz)

Nesillerimizin tarihi yanlış öğrenmesini sağlayan, çer çöp bilgilerle ömrünü heba ettiren, test sistemi ile analiz etmek yerine sadece önüne konulan seçmesini sağlayan eğitim sisteminin altında bu anlaşma ve bu anlaşma ile faaliyet sürdüren ABD emperyalizminin legal yüzü Fulbright Komisyonu ve onun etkisi altındaki Milli Eğitim sistemi vardır.

Komisyon üyesi Hasan Ünsal’ın başında bulunduğu Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Birimi’nin görevleri arasında şunlar var;

- Bakanlığın Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlarla ilgili işbirliği çalışmaları ile ilgili mevzuat çerçevesinde ikili anlaşmalara ilişkin iş ve işlemleri yürütmek,

- Bakanlığın Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlarla ilgili işbirliği çalışmaları ile ilgili mevzuat çerçevesinde ikili anlaşmalara ilişkin iş ve işlemleri yürütmek,

- Eğitim ve öğretim alanında ülkemizle dil, tarih veya kültür birliği bulunan ülke ve topluluklar ile diğer ülkelerle işbirliğine yönelik işleri yürütmek, iş birliği var, görev var, işlemleri yürütmek var, ikili anlaşmaların yükümlülüklerini üstlenmek var ve bu görevleri olan bir birimin genel müdürü Türkiye Fulbright Komisyonu üyesi.

Bu komisyonda bizim acaba ABD eğitim sistemine yönelik bir önerimiz, katkımız var mıdır?

Tıpkı, Dışişleri Bakanlığı Kültürel Diplomasi Genel Müdür Yardımcısı Emir Salim Yüksel’in üyeliğinin amacı arasında ABD’ye yönelik bizim ne gibi bir kültürel diplomasi tasarrufunda bulunduğumuz sorusunun cevapsız kalması gibi.

Bu ikili işbirliği/ tahakkümünde biz etken değil edilgen, söz sahibi değil söyleneni uygulayanız ne yazık ki!

Sırf tarihi şaşırdı diye bu gerçekleri tek cümlede anlatmaya çalışan Emine Şenlikoğlu yalancı, inkılap tarihi seviyesinde bilgisiyle ona yalancı diyen Fatih Altaylı tipolojisi haklı, öyle mi?

Nesillerimizin tarihi yanlış öğrenmesini sağlayan, çer çöp bilgilerle ömrünü heba ettiren, test sistemi ile analiz etmek yerine sadece önüne konulan seçmesini sağlayan eğitim sisteminin altında bu anlaşma ve bu anlaşma ile faaliyet sürdüren ABD emperyalizminin legal yüzü Fulbright Komisyonu ve onun etkisi altındaki Milli Eğitim sistemi vardır.

Bu sistemin ilk ürünlerinden birisi yakın zamanda ölen Galatasaray Başkanı Duygun Yarsuvat idi.

70th.fulbright.org.tr/?page_ id=130

Şüphesiz günümüzde ilk kurulduğu zamanki etkinliğinden uzak olabilir.

Ama ektiği kötücül tohumlar hala üremeye ve toplumumuzu zehirlemeye devam ediyor.

Eğitimde reformu sadece futbol taktiği seviyesinde gören siyasi idarecilerimiz, artık konunun tam da bir içerik sorunu olduğunu ve müfredatın yeni baştan millileştirme gerektiğini umarım biliyorlardır.

Fulbright Komisyonu’nun Hakkımızda bölümünde yazan cümle, tüm bu olan bitenleri anlatmaya yetiyor;

“Programlarını tamamlayıp ülkelerine dönen Fulbrightlılar, görev aldıkları önemli pozisyonlarda, kendilerini konuk eden kurumları ve ülkeleri ile bağlarını sürdürerek, Fulbright’ın amacını uygulamış ve gerçekleştirmiş olmaktadırlar.” (fulbright.org. tr/hakkimizda)

Yaptılar da…

Yıllarca bu yöntem ile yetiştirilen kişiler bu ülkenin başına yönetici, akademisyen, gazeteci, işadamı olarak konuldular, önleri açıldı…

Onların hedefleri arasında, 276 kiloluk top mermisini tek başına kaldırarak Çanakkale savaşının seyrini değiştiren Seyit Onbaşı’yı bu ülke tarihine kazımak yoktu.

Adamlar başardılar, çünkü bu ülkenin üniversite mezunları, tek başına bir destanın fitilini ateşleyen gerçek kahramanlarının adını hatırlayamıyorlar.

Not: Seyit Onbaşı’nın başardığının daha iyi anlaşılması için ölçü olması bakımından yazayım; dünyada kendi ağırlığının üç katını kaldıran adam olarak halter tarihine adını altın harflerle yazdıran medarı iftiharımız Naim Süleymanoğlu’nun kaldırdığı ağırlık 190 kilo idi.