Enflasyon canavarıartık polemik yemiyor

İBRAHİM ACAR
Abone Ol

Merkez Bankası Başkanı’nın bu sene ortasında değiştirilmesi büyük tartışma konusu oldu. Ancak, alınan bu kararın ne kadar yerinde olduğunu Para Politikası Kurulu’nun son aylarda aldığı kararlardan anlayabiliyoruz.

Biz tüketicileri yakından ilgilendiren enflasyon, bütün zamanların en kıymetli tartışma konusu olmayı sürdürüyor. 90’lı yılların canavarı kadar güçlü olmasa da cebimizden beslenmeye devam ediyor. Mutfağımızın can düşmanı, sofralarımızın davetsiz misafirinden her an yeniden karşımıza çıkacak gibi korkarız.

İstemesek de hayatımızın bir parçası olmayı başarıyor. Çünkü enflasyonun aylık olarak ölçülüyor olması gündemin başköşesindeki yerini garantiliyor. Basit ifadeyle “bir ülkede alınan mal ve hizmetlerin satın alma fiyatının süreli olarak artış göstermesi” anlamına gelen enflasyonun tanımı bile ona gündemimizden güçlü bir paye vermeye yetiyor. Cebimizdeki paranın satın alma gücünün zayıflaması nedeniyle olsa gerek bu illet sürekli olarak tüketicilerin aklını kemiriyor maalesef.

Düşerken yaşadığımız sevincin dozu ile yükselirken ki kızgınlığımızın tonu farklı oluyor haliyle.

İşin psikolojik algı tarafı bir yana, bir ülkenin yüksek enflasyonla boğuşması; ekonomisinin zayıfladığını, bireylerin satın alma gücünün düştüğünü ve refah seviyesinin gerilediğini gösterir. Geçen yıl yaşadığımız kur spekülasyonunun ardından yapılan ölçüsüz zamları hatırlayalım. Özel sektör veya kamu ayrımı yapmadan bunu söylüyorum: “Kimi şirketler döviz endeksli girdi maliyetlerini gerekçe göstererek fiyatları şişirdi, kimileri de puslu havadan yararlanarak fahiş fiyat artışları yaptı.”

2018’in üçüncü ve dördüncü çeyreklerinde tüketicinin sırtına bırakılan bu yük, mutfaklarımızı yangın yerine çevirmeye yetti. Yüzde 10,35 ile başladığımız 2018 yılını yüzde 20,30 enflasyonla kapatmıştık.

Ekim 2018’de ulaştığı yüzde 25,24 ile enflasyonda son on beş yılın en yüksek fiyat artışını görmüştük.

Bu artışı fırsat bilenlerin de ürünlerine yaptıkları fahiş zamlar enflasyon oranının olandan ve beklenenden fazla gerçekleşmesine neden oldu. Bu fırsatçılık çalışan kesimin ücretleri üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Hâl böyle olunca yeniden canavara dönüşmek üzere olan enflasyona ilişkin çekişmeler de tartışma boyutlarını aştı. Polemik malzemesi oldu. İki aydır tek haneye düştüğü için enflasyon artık fazla polemik kaldırmıyor. Ancak, Türkiye’nin son yıllarda önemli başarı gösterdiği kalemlerin başında enflasyonun geldiğini söylemek gerekiyor.

ERDOĞAN: ENFLASYONUN SEBEBİ FAİZ

Bir de enflasyonun faizle ilişkisi üzerinden yürütülen tartışmalar var. Klasik iktisatçıların öne sürdüğü tezin aksine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, enflasyonun yüksek olmasını faizlerin yüksek olmasıyla açıklıyor. Yatırım, istihdam, üretim ve ihracatta başarılı olma yolunun düşük faiz ortamından geçtiğine inanıyor Erdoğan. Düşük finansman maliyetlerinin destekleyeceği üretim çarkının hızlı dönmesiyle üretimin bollaşacağını ve enflasyonun böylece kontrol altında tutulabileceğini her fırsatta yineliyor. Erdoğan’ın tezine göre, enflasyonu dizginlemede en önemli görev Merkez Bankası'nda.

Merkez Bankası ile siyaset kurumunun birlikte çalışmasının önemi burada ortaya çıkıyor.

Doğrusu yürürlükteki kanuni düzenlemeler de böyle diyor. Mevcut mevzuata göre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) en önemli görevi, “fiyat istikrarını korumak” olarak ifade ediliyor. Ana görevi piyasalardaki fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankası'nın son yıllarda bu hedefi hep ıskaladığını biliyor muydunuz?

Hükümetin koyduğu yıl sonu enflasyon hedeflemesini tutturamayan Merkez Bankası, ilgili mercilere yazdığı bir mektupla aradan sıyrılıyor. İşin siyasi sorumluluğunu ise siyasiler sırtlıyor. “Hükümet başaramadı”, “hükümet enflasyonu azdırdı”, “Zamlar aldı başını gidiyor” eleştirilerini göğüslemek siyasi otoriteye kalıyor.

  • Bu yılki dip nokta yüzde 8,55
  • Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) ekimde yüzde 2, Yurt İçi Üretici Fiyatları (Yİ-ÜFE) ise yüzde 0,17 arttı. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 8,55, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 1,7 olarak gerçekleşti. Yıllık enflasyon bir basamak daha aşağıya düşüren unsur, Ekim 2018’deki yüzde 2,67’lik baz etkisi oldu. Son üç yılın en düşük oranı olan yüzde 8,55, tüketici enflasyonunda bu yıl görülecek en düşük rakam olacak gibi duruyor. Yılın geri kalan iki ayında enflasyonun bir miktar artarak tek haneye yükselmesi bekleniyor. Yeni Ekonomi Programı’na göre yılsonu enflasyon hedefi yüzde 12 olarak güncellendi. Merkez Bankası da beklenti anketi doğrultusunda yılsonu enflasyon hedefini yüzde 13,9’dan yüzde 12’ye düşürdü.

ERDOĞAN TEZİNDE ISRARLI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin salı günkü grup toplantısı konuşmasında tezinin haklılığını şu ifadelerle anlatmaya çalıştı: “Ülkemize geçtiğimiz Ağustos ayından itibaren döviz kuru faiz ve enflasyon üçgeninde kurulan oyunu bozduk. Faizi düşürdükçe enflasyon düşer dedik. Bu olduğu zaman büyüme hızlanır dedik. Bakın şimdi bu sistem değişince önceki Merkez Bankası başkanını görevden aldık çünkü laf dinlemiyor adam. Yeni arkadaşımızla yola devam ettik. Faiz oranlarını düşüreceğiz dedik. Faiz çünkü bir ülkenin kalkınmasına en büyük kötülüktür. Yatırımı durdurur ve sizin büyümenizi engeller. Bu adımlar atılınca hava değişti ve enflasyonda tek haneye geldik. Ve döviz kurunu nispeten stabil hale getirdik.”

Burada Merkez Bankaları'nın bağımsızlığı tartışmasına da bir parça değinmekte fayda var. Millî iradenin temsilcisi olarak siyaset kurumunun; atadığı Merkez Bankası başkanlarıyla fiyat istikrarını sağlamak için birlikte çalışma mecburiyeti var. Siyasetçi fikrini söyler, Merkez Bankası başkanı da elindeki veri setine göre karar verir. Ortak hedefe ulaşmak için siyasetçinin fikir beyan etmesi çoğu zaman “baskı” olarak algılanır. Ülke menfaati için söz ve eylem birliği olan bu durum kimine göre “merkezin bağımlılığını zedeleyen unsur” olarak tanımlanır kimine göre ise “olması gereken fiili durum” olarak.

  • Türkiye; geçmişte aynı dili konuşamadıkları için Merkez Bankası Başkanı ile siyaset kurumu orasındaki fikir ayrılığından çok çekti. Merkez Bankası Başkanı’nın bu sene ortasında değiştirilmesi büyük tartışma konusu oldu.

Ancak, alınan bu kararın ne kadar yerinde olduğunu Para Politikası Kurulunun son aylarda aldığı kararlardan anlayabiliyoruz. Murat Uysal döneminde Merkez Bankası Para Politikası Kurulunun üç toplantıda yaptığı toplam 1000 baz puanlık faiz indirimi, iç piyasayı hareketlendirmeye yetti. Finansman giderleri yükü azalan işletmelerin üretimlerini arttırdığını görüyoruz. Konut, araç ve tüketici kredilerinin yanı sıra ticari kredi maliyetlerinin de düşmesi bol üretimle enflasyonu dizginlemeye yardımcı olabilir.

TRUMP’IN FED’E YAPTIĞI BASKI DEĞİL Mİ?

Merkez Bankaları'nın bağımsızlığı konusunda bizdekine benzer bir tartışma ABD’de de var. ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘ABD Merkez Bankası’ (FED) Başkanı Jerome Powell’e yaptığı baskı bütün dünyada ayyuka çıktı. Beyaz Saray hukukçularına FED Başkanı Powell’ı görevden alma seçeneklerini sorması geçtiğimiz aylarda gündem oldu. ABD ekonomisinin üretim ve istihdam kabiliyetinin zayıflamaması için FED’e “faiz indir” baskısı yapan Trump, bu amacına ulaşmış gibi görünüyor. Çünkü FED sene başından beri üç kere faiz indirimine gitti.

Geçen hafta yaptığı 25 baz puanlık indirimle ABD’deki politika faizini yüzde 1.50-1.75 arasına çekti.

Sadece Türkiye ve ABD örneklerini verdim ancak, bütün dünyada Merkez Bankalarının sırtındaki yük artıyor. Nitekim bu yıl 50’ye yakın ülkede merkez bankaları faiz indirimine gitti. Ticaret savaşları, Brexit anlaşmazlığı, jeopolitik riskler uluslararası ticareti olumsuz etkiliyor, küresel büyümeyi tehdit ediyor. Bu durum karşısında herkes kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyor. Gelişmiş ülkelerin bile endişe duyduğu bu durumda merkez Bankaları, mal ve hizmetlerin fiyat dengesini sağlamak için büyük çaba harcıyor. Makul bir enflasyon oranı için merkez bankaları bundan böyle daha fazla enerji harcayacak.