Faiz lobisi ve Türkiye’nin çıkarı (çıkmazı)

EROL YARAR
Abone Ol

Son iki yüzyıl içinde alıştığımız devlet borçlanması ve bunu sağlayan uluslararası sermaye, emme basma tulumba gibi her koşulda işlev gören borç - faiz ilişkisi ile Osmanlı’yı borç batağına sürükleyerek (esas suçlunun biz olduğumuzu da ekleyelim) önce iktisaden sonra tamamen çökertti. Günümüzde dağ gibi bir sorun olarak karşımızda duran dış borç sorunu, gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin de dikkatle yönetmesi gereken en önemli iktisadi meseledir.

Global borç sorunu ve muhtemel çözüm yolları, iktisatçıların ve dolayısıyla siyasilerin gündeminin başköşesinde duruyor. İngiltere’de yeni Başbakan olan Liz Truss’ın istifası ile biten 45 günlük hükümetin ana sorunu ise bütçelemede vergi indirimlerinin getireceği açıkları kapatmak için gerekli kaynakların açıklanmaması ve bu belirsizliğin yol açtığı güven problemi olarak kayıtlara geçti. Kaynağı olmayan faaliyet, batıda güveni sarstı ve hükümet gitti. Batı ülkeleri ciddi sorunlarla boğuşuyor, yükselen enerji maliyetleri ve belirsizlikler krizlere yol açıyor.

Ülkemiz açısından durumu değerlendirirsek son 8 ay içinde pandemiyi atlatmanın mutluluğunu ve biriken talebin getirdiği piyasa canlılığının tadına varamadan yanı başımızda ortaya çıkan savaş, belirli dönemlerde en üst perdeden önümüze gelen; döviz kuru, faiz oranı, parasal istikrar, enflasyon, durgunluk ve belirsizlik kavramlarını gündemin en önüne çıkardı.

Halk kime inanacağını şaşırdı

Bir tarafta düşük faiz politikası, diğer tarafta yüksek enflasyon ve yüksek enflasyonla birlikte gelen faiz artırarak enflasyonu yavaşlatma talepleri tartışmalarında, halk kime inanacağını şaşırdı ve her zamanki gibi takım psikolojisine bürünerek rasyonel yani hesaba dayalı akıldan ziyade takım tutan kutuplaşma zirveye oturdu. Üzücü olan konuyla ilgili ortaya konan ciddi bir hesap olmaması.

İki işlemli bir sistem olan finansman her daim hesaba dayanır. Sözünü hesap etmeden ifade etmek, finansmanda olmayan bir usuldür. Bugün bazı sorularla konuyu açıp hesap yapmamız gerekiyor. Fazla kafa karışıklığına yol açmadan basit bir değerlendirmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle döviz, faiz, enflasyon üçlüsü ile başlayalım. Döviz artınca enflasyon artar mı? El cevap: Artar. Soru: Ne kadar artar? Cevap yok, hesap yok. Yani döviz artışının enflasyona etkisini, genel veya sektörel olarak hesaplayan ve bunu güncelleyen bir araştırmaya birkaç basit çalışma hariç rastlamadım. Daimi güncellenene ise hiç rastlamadım. Bir algoritma ile yapılabilecek bu çalışma neden yok?

Günceli yakalayan araştırma yok

Soru: Faiz artışının enflasyona etkisi var mı? El Cevap: Var. Faiz artarsa enflasyon artar mı? El Cevap: Artar. Soru: Faiz artışının fiyat artışına genel ve sektörel olarak etkisi nedir? Cevap yok.

Hayret ki ne hayret, ister elle yap ister algoritma yazıp bilgisayarda detaylı, güncel ve hızlı yap. Bunun cevabı var ama ortada akla yatkın günceli yakalayan bir araştırma yok.

Hesap edilebilen bir kavramı hesapsız tartışmak ne iştir, anlamak zor.

Bari biz biraz hesap yapalım, ne demek istediğimizi sade olarak anlatalım.

100 TL’ye mal olan bir malın tamamı yurt dışından dolarla alınıyorsa, bu ürünün fiyatı tamamen dövize endeksli demektir. Örnek olarak petrol ve gaz tamamen ithal ediliyor ve fiyat birimi dolar. O zaman fiyat oluşumunda döviz, enflasyon etkisi yüzde 100 demektir. Kabaca ülkemize ithal edilen malların bizim toplam ekonomimize oranı genel anlamda enflasyon etkisini belirler. Toplam ithalatın ekonomimize oranı yüzde 30 ise enflasyona katkısı yüzde 30 olur. Toplam dış ticaret gelirleri ve hizmet gelirleri gibi döviz girdileri hesaplandığında etki analizi biraz daha karmaşıklaşır ama önemli olan ana problemi ortaya koymaktır.

Faiz lobisi faturayı kimin ödeyeceğini söylemiyor

Gelelim kredi faizi, enflasyon ilişkisine. Soru: Kredi faizleri yükselirse enflasyon artar mı? El Cevap: Artar. Soru: Ne kadar artar? El Cevap: Borç kullandığın kadar artar (Borçla finanse edenin ödeyeceği faiz miktarı artınca maliyeti artar) Soru: Türkiye’de faiz oran artışlarının enflasyona genel ve sektörel etkisi nedir? El Cevap: Güncel bilgi hiç duymadık, görmedik. Uzmanlaşmış bir kurum, kişi veya ortaya atılan bir bilgi ve iddia da yok. Hesap modeli ve sürekli uygulama, açıklama var mı? Maalesef yok. Bir algoritma ya da basit hesap lazım. Biz bir örnek verelim. Ürettiği malın finansmanını yüzde 100 borçla karşılayan kişi her 100 TL’ye 20 faiz öderse, 100+20 faiz = 120 TL maliyetle karşılaşır. Çok sade bir biçimde, faizin kendisi maliyet arttırıcı bir unsur olduğu için faiz arttırmak da enflasyona sebep olur. Peki, bu basit ilişkiyi kimler biliyor? Tüm ekonomi okuyanlar. Peki, neden bu bilgiyi hesaba dökmüyorlar ve verilerle konuyu müzakere etmiyorlar? Çünkü faiz lobisi güzel çalışıyor. Faizi artırıp enflasyonu düşürün diyor ama faturayı halkın ve üreticinin ödeyeceğini söylemiyor.

Faizleri artırın diyenin faizin kaç puan artırılması gerektiğini söylemesi gerekir.

Her tercih kendi içinde riskler taşır. Ülkemiz girişimcisine, sanayicisine, genç beyinlerin geliştirdikleri teknolojilere dayanarak gelişmeyi ve güçlenmeyi seçti. Başarırsak bu sistem dünyaya örnek olacak.

Ülkemizde yüksek enflasyon olması nakit değerlerin erimesi anlamına gelir. Bunu ortadan kaldırmak için faiz dışı güvenli liman; döviz, altın, emlak ve yatırımdır. Bunların hepsi kendi içinde risk taşıdığı için faizin enflasyon üstünde çıkması yani günümüzde yüzde 80’nin üstüne çıkması, elinde nakdi yani fazlası olan sermaye sahiplerinin talebidir. Sermayenin en basit limanı dövize gitmektir. Bu da döviz fiyatlarını yukarı yönde zorlar. Hükümet bunu engellemek için Kur Korumalı Mevduat KKM sistemi getirerek sermayenin kura gitmesini büyük ölçüde engelledi. Ama günümüzde 1.5 trilyon lirayı bulan bu dağ ne zaman patlar yani bu biriken para ne zaman dövize döner veya bütçeye getireceği yük nasıl kaldırılacak sorularını da beraberinde getirdi. Sorunun en kolay cevabı, seçimden önce hiçbir şey olmaz yani KKM aynen devam eder, sonrası sağlanan istikrara bağlı. Yani dövize istikrar gelmeden KKM kalkamaz ve kalkması dövizi çok kökten yukarı yönlü etkiler. Faiz lobisi ise KKM yerine yüksek faizin dengeyi sağlamasından yana. Dünyada merkez bankaları faiz artırırken bizim indirmemiz eleştiriliyor ama ortada faizin ne kadar artırılması gerektiğini ve bunun muhtemel neticelerini söyleyen yok. Siyasetin muhalefet cephesi zaten sloganın önüne geçen bir söz maalesef söyleyemiyor. Tek işittiğimiz hayat pahalılığı ve vatandaşın durumu vurgusu.

Yüksek faiz yatırımı durdurur

Günümüzde faiz arttırmanın, alımını borçla finanse eden halk açısından büyük bir sıkıntı olacağı kesin. Faizin üretime getirdiği yük de ortada. Yatırım zaten yüksek faizle tamamen duracak. Gelişmekte olan ülkeler içinde en iyi performansı ülkemiz gösteriyor yani kapıda bir durgunluk gözükmüyor. İşsizlik rakamları geriliyor. Yeni döndüğüm ABD seyahatinde, tüm Avrupa ve Çin ekonomik senaryolarında gerileme ve durgunluk ön planda. ABD’nin kendi senaryosunda gerileme yok, gelişmede yavaşlama söz konusu, ABD’nin eli daha rahat gözüküyor.

Ülkemizde ihracat ve hizmet sektörleri kaynaklı büyüme devam ediyor. Faizin artışı bu gelişmeleri müspet etkiler mi, kesinlikle hayır. Peki, neden faiz lobisi artırıma gidin diyor. Tarihten bir kesit verirsek; 1994 yılında faiz lobisi öyle iyi çalıştı ki, 5 Nisan kararları ile 3 aylık hazine bonosuna yüzde 50 faiz verildi. Yani basit faiz hesabıyla yıllık yüzde 200. Soru: Kimin cebinden kimin cebine? Cevap: Devletin yani milletin cebinden büyük sermaye sahiplerinin cebine. Sonra ne oldu? O devlet garantili kazanılan paralarla devleşen sermaye sahipleri, Kamu İktisadi Teşekkülleri yani KİT’lerin satışa çıkarılması için yoğun lobi yaptı ve bu sermaye sahipleri devletten aldıkları kısa vadeli faiz parasıyla devletin müesseselerini satın aldılar. Üzücü ve uzun bir hikâyedir, İktisat tarihçileri için önemli bir konudur. Bütün bu tedbirlere rağmen, yüksek faiz politikası ülkeyi soymuş, yatırımlar yavaşlamış, ihracatta istenen neticeler alınamamıştır. Bu yüksek faizli dönem istikrar yerine 2001 krizini de hazırlamıştır.

O günler unutuldu, faiz artışı sermayenin güçlenmesi, gelişmenin durması ve işsizlikle neticelenir. ABD faiz artışı ile kısmen tüketimi frenleyerek ve kendi parası olan dolar rezerv para olduğu için ve gelişmiş sanayisiyle krizden kurtulur. Onu takip edenlerin işi zor, artan faizler onlarda durgunluk yapacak ve enerji kriziyle birlikte kış zor geçecek. Türkiye model seçimini gelişmeden yana yapmıştır. Sermaye ya enflasyon karşısında eriyecek veya risk alarak yatırım yapacak yahut KKM ye gidecek. Ortaya çıkan sistem bu ve şu an itibariyle neticeleri müspet. Bütçeye gelen yükler büyük ve kamu maliyesini zorlar hacme geliyor. Hızlı büyüme ve câri fazla verecek boyuta gelmek, vergi gelirlerini artırıp tahsilatları yaparak mali dengeyi sağlamak tek yol olarak duruyor.

Ülkemiz yeni bir yöntem izliyor

Yıllarca faiz lobisine karşı esir olan ülkeler açısından ülkemiz farklı ve yeni bir yöntem izliyor. İktisat müspet bir ilim olmamakla yeniliklere açık bir alandır. Başarı tüketimi değil, yatırımı, ihracatı, istihdamı finanse etmekle sağlanacaktır. Eldeki kaynakları buna yönlendirmek başarının anahtarıdır. Bu yönüyle kamu bankalarına çok önemli ve ağır bir yük yüklendi, sistemi onlar taşıyor. Merkez Bankası, kamu bankalarını yatırım ve ihracat yönlü desteklemeye devam etmeli. Türkiye’nin mevcut potansiyeli ve konumu, dolayısıyla yurt dışından gelen kaynakların sürekliliğine ihtiyaç var. Jeopolitik durumumuz bize özel avantajlar sunuyor. Bu özel durumu kullanmaya devam etmeliyiz. Hükümetimiz bu konuda çok başarılı bir politikayı sürdürüyor ama bundan rahatsız olan devletler, önümüzdeki dönemde bazı siyasi ve ekonomik baskılar yapacaklardır. Yunanistan taşeron olarak bu işi ilk üstlenen devlet oldu.

Her tercih kendi içinde riskler taşır. Ülkemiz girişimcisine, sanayicisine, genç beyinlerin geliştirdikleri teknolojilere dayanarak gelişmeyi ve güçlenmeyi seçti. Başarırsak bu sistem dünyaya örnek olacak. Bu zamanda yatırımlar için dışarıdan borç bulmak, maliyetli ve uygulanan sistemle uyumlu değil. Kısıtlı da olsa iç sermaye sahiplerinin enflasyon karşısında erimemek için yatırım yapması ve risk alması lazım. Aksi takdirde eriyecekler. İç tüketimi teşvik edecek ve enflasyonu azdıracak uygulamalardan kaçınmak önemli. Kamu bankaları her koşulda yatırımı ve ihracatı finanse etmeye devam etmek zorunda. Yani zaman yatırım ve risk alma zamanı, ihracat zamanı. Eski günlerdeki gibi faize sırtını dayayıp kolay para kazanma zamanı değil.

Vesselam…