Fransa tartışmalı ‘emeklilik reformu’ ile sarsılıyor

ÖZNUR KÜÇÜKER SİRENE
Abone Ol

Fransa’da 2018 yılında ‘Sarı Yelekliler’ eylemleri ilk baş gösterdiğinde birçok uzman bunun ülke için bir dönüm noktası olduğunu yazmıştı. Gerçekten de o günden bu yana ülkede halk ayaklanma ve isyanları hiç eksik olmadı. Artan akaryakıt fiyatları ve enflasyon, düzgün yönetilemeyen pandemi süreci, sağlık sisteminin iflası, enerji krizi derken şimdi de halk, emeklilik yaşının yükseltilmesine tepki vermek amacıyla sokağa döküldü. Ancak ‘demokrasi’ ifadesini dilinden düşürmeyen Macron, ilk iktidara geldiği 2017 yılından beri bu son emeklilik reformu dâhil olmak üzere birçok tartışmalı kararı parlamentoda oylamaya bile ihtiyaç duymadan halka dayattı. Gelin, Fransa’da uzun süredir dünya gündemini bile meşgul eden olaylara hep birlikte göz atalım.

Fransa’da kamu borcu da rekor seviyede.

İngiltere Kralı 3. Charles ve eşi Camilla, ilk yurt dışı ziyaretini 26-31 Mart'ta Fransa ve Almanya'ya gerçekleştirecek. Söz konusu ziyaret öyle bir döneme denk geldi ki Kral Charles, Paris’teki şiddetli protesto gösterilerinin ortasında kalabilir. İngilizler, krallarının güvenliği için endişe ediyorlar. Fransa’da muhalefet de Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a haliyle şu soruyu yöneltiyor: Ülkede bu kadar problem varken “öncelik gerçekten Charles’ı Versay’da ağırlamak mı?”

Ortam çok gergin. Macron aylardır tartışmalı emeklilik reformunu, buna kesinlikle karşı olan halka kabul ettirmek için uğraşıyordu. Kızgın halk, Fransa’nın dört bir köşesinde protesto gösterileri, grev ve yürüyüşler düzenledi. Sokaklar yangın yerine döndü. İnsanlar polis şiddetine uğradı.

Hâdiseler o kadar ileriye gitti ki ülkedeki temizlik işçileri greve gitti. Paris sokaklarında yığılan tonlarca çöp, insan sağlığı için tehlike oluşturmaya başladı. Paris, âşıklar şehrinden çöpler şehrine dönüştü.

Peki, netice ne oldu? Hükümet, emeklilik yaşını 62'den 64'e yükseltmeyi teklif eden kanun tasarısını, Meclis'i devre dışı bırakarak ve anayasanın 49.3 maddesine dayanarak geçirdi.

İngiltere Kralı 3. Charles.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un geçmişte “demokrasi ve AB değerlerinden sapma çok endişe verici olsa da Türkiye'yle köprüler atılmamalı” tarzı ifadeleri mevcut. Bugün ise Macron iktidarında, dünyaya model olarak gösterilen Fransa’daki “demokrasinin” gerçekliği tartışılıyor.

Macron’un bu “otoriter” hamlesine karşı hükümet düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Hükümetin düşmesi için 5 muhalif siyasi grubun, emeklilik reformuna ilişkin hükümete karşı sunduğu ortak gensoru önergesinin kabulü için Meclis üyelerinin yarısından bir fazlası olan 287 oy gerekiyordu. Ancak oylamada muhalif milletvekilleri tarafından hükümetin çekilmesi yönünde 278 oy kullanıldı. Böylece Macron hükümeti 9 oyla kıl payı kurtuldu. Hâlbuki yakın tarihte gerçekleştirilen bir ankete göre, yaklaşık on Fransız’dan yedisi (% 68’i) milletvekillerinin hükümete karşı oy vermesini istiyordu.

Ancak halk pes etmemekte kararlı. İşçiler bugün genel greve gidiyor. Ülkede şimdiden akaryakıt sıkıntısı başladı. Macron da geri adım atacağa hiç benzemiyor. Genç Cumhurbaşkanı’na göre “eylem yapan kalabalığın, kendilerini seçilmiş milletvekilleri aracılığıyla ifade eden insanlar karşısında hiçbir meşruiyeti yok”.

Ne tesadüftür ki Fransa’da bunlar yaşanırken ülkemizde de EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar)’lilerin emeklilik derdi çözülüyordu. Batı basını ve siyasetçilerinin sürekli ‘diktatörlük’ ve ‘otoriterlik’ ile suçladığı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Macron’un aksine EYT’lilerin taleplerine duyarsız kalmadı. Geçtiğimiz yılın son günlerinde verdiği bir müjdeyle, emeklilik hakkının kullanılması hususunda herhangi bir yaş sınırı uygulanmayacağını ve yaklaşık 2 milyon 250 bin vatandaşımızın daha emekli olma hakkına kavuştuğunu açıkladı. Erdoğan’ın diğer liderlerden en büyük farkı, seçmen tabanına her zaman yakın olup taleplerine kulak vermesi.

Ortam çok gergin. Macron aylardır tartışmalı emeklilik reformunu, buna kesinlikle karşı olan halka kabul ettirmek için uğraşıyordu. Kızgın halk, Fransa’nın dört bir köşesinde protesto gösterileri, grev ve yürüyüşler düzenledi. Sokaklar yangın yerine döndü. İnsanlar polis şiddetine uğradı.

Fransa kamu borcunu düşürmek zorunda

Aslında Macron’un emeklilik reformu noktasında haklı gerekçileri var. Macron, reformun gerekliliğini savunurken ülke için çok büyük mâlî ve ekonomik risklerden hatta “iflas” ihtimalinden bahsediyor.

Macron, reformun gerekliliğini savunurken ülke için çok büyük mâlî ve ekonomik risklerden hatta “iflas” ihtimalinden bahsediyor.

Ancak bunu halka dayatma noktasında sergilediği otoriterlik hep savunduğu (ve başkalarına ders vermeyi sevdiği) demokratik değerlerle tamamen çelişiyor. Fransa, dünyanın 7. büyük ekonomik gücü olmasına rağmen artık gerileme dönemine girmiş durumda.

Özellikle koronavirüs döneminde düşen vergi gelirleri ve hükümetin hâne ve şirketlere teşvikleri, bütçe açığı ve borçlarını bir hayli yükseltti. Öyle ki, IMF Fransa’ya kamu harcamalarının daha da artmamasının gerekliliği konusunda uyarıda bulundu.

Fransa'da bütçe açığı yüzde 5 civarında. Avrupa Birliği Maastricht kriterlerine göre ise üye ülke bütçe açığının GSYİH'sına oranı yüzde 3'ü geçmemeli. Fransa'da kamu borcu da rekor seviyede. 2021'de kamu borcunun GSYH'ye oranı yüzde 112,9'du. Maastricht kriterlerine göre bu rakam da en fazla yüzde 60 civarında olmalı.

Rothschild ailesinin bankasında finans uzmanı, daha sonra da Ekonomi Bakanı olarak görev almış Macron, Fransa’yı ekonomik anlamda ayağa kaldırmak istiyor. Ama bunu yaparken ülke yönetimindeki yanlışlar yüzünden haklarını kaybetmek istemeyen halka kulaklarını kapatıyor.

Ne tesadüftür ki Fransa’da bunlar yaşanırken ülkemizde de EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar)’lilerin emeklilik derdi çözülüyordu. Batı basını ve siyasetçilerinin sürekli ‘diktatörlük’ ve ‘otoriterlik’ ile suçladığı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Macron’un aksine EYT’lilerin taleplerine duyarsız kalmadı.

Fransa, dünyanın 7. büyük ekonomik gücü olmasına rağmen artık gerileme dönemine girmiş durumda.

  • Fransa Afrika’daki imtiyazlarını kaybetti
  • Fransa’da devlet kasasının giderek boşalmasının sebebi, sadece ülke içindeki ekonomik sıkıntılarla da sınırlı değil. Ülke, hızla uluslararası sahnedeki itibarını da yitiriyor. Bu durum, özellikle Fransa’nın birçok avantaj elde ettiği Afrika kıtasında endişe verici bir boyuta ulaştı.
  • Afrika’da Fransa’nın yerini gün geçtikçe Çin, Rusya, Türkiye gibi yeni güçler alıyor. Macron defalarca bu konudaki hoşnutsuzluğunu dile getirdi. Geçtiğimiz yılın Kasım ayında yaptığı bir konuşmasında, Fransa'nın sömürge döneminin ağırlığının omuzlarında olduğunu ifade ederek Çinlileri, Rusları, Türkleri, Afrika’da “Fransızlardan 10 kat daha beterini yapmakla”, sömürgeci ve emperyalist güç olmakla suçladı.
  • Macron ne yaptıysa Afrika’daki Fransa karşıtlığının önüne geçemedi. Fransız askerleri, Mali’den sonra Burkina Faso’dan da resmen çekilmek zorunda kaldı. Macron bu ayın başında Kongo'ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Kongo Devlet Başkanı Tshisekedi ile düzenlediği basın toplantısında zor anlar yaşadı. Tshisekedi, Macron'a hitaben “Bize her zaman ataerkil bir bakışla değil, gerçek ortaklar olarak, saygı duyarak farklı bakın. Bizi gerçek ortaklar olarak görün ve öyle bakın. Babamız gibi değil!” ifadelerini kullandı.
  • Fransa her ne kadar dünyaya “demokrasi modeli” gibi tanıtılsa da durum, ülke içinde de, dışında da bambaşka. Dünyada en çok silah satan 3. ülke konumundaki Fransa, bağımsızlıklarını ilân etmiş Afrika ülkelerini, CFA frangı kullanımıyla dolaylı bir şekilde sömürmeye devam etti. Ayrıca ülkenin elektrik tüketiminin yüzde 80’ini nükleer enerji santrallerinden sağladığını ve bu noktada da uranyum rezervi açısından zengin olan Afrika ülkelerine son derece bağımlı olduğunu hatırlatalım.
  • Fransa eski Cumhurbaşkanları Jacques Chirac ve François Mitterrand sanki yıllar öncesinden bugünleri öngörmüşçesine şu tarz ifadeler kullanmıştı: “Afrika olmadan Fransa, hızla bir üçüncü dünya ülkesi hâline gelecektir.” “Afrika olmadan, Fransa'nın 21. yüzyıla gelindiğinde bir tarihi olmayacaktır.”
  • Ve Afrika da Fransa’ya sırtını döndü.
  • Artık Fransa kendine yeni bir yol çizip, yeni bir hikâye yazmak zorunda. Rekabetin arttığı yenidünya düzeninde dışarıyı sömürüp, kendi halkına imtiyaz sağlayamayacağını anlayan yönetim, kamu masraflarını indirme yoluna gitti. Tabii ki bunu yaparken ülkedeki hassas dengelere dikkat etmeli. Netice olarak Fransa, kültürel ve etnik açıdan son derece farklı toplumları da barındıran bir ülke. Ekonomik zayıflama beraberinde ırkçılık ve toplum içi çatışmayı da getirebilir. Kısaca Fransa’yı zor günler bekliyor.
  • Ve her seferinde dünyaya “demokrasi” dersi veren Macron da bu zorlu sınavı başarıyla verebilecek yetenek ve empatiye sahip, halka yakın bir lider değil. Önümüzdeki aylarda Fransa’daki protesto gösterileri hız kazanabilir. Bakalım Fransa, kendini ve geçmişini sorgulayıp, bu siyasî ve sosyal krize çâre olabilecek orta yolu bulabilecek mi?