Garip dünyanın garip dümenleri

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Sizce niye hemen her ürünün içinde soya var? Bizimkiler bilmese veya umursamasa da, soya spermi azaltır veya öldürür de onun için. Yani pek çok erkeğin erkeklik görevini ifasını engeller de ondan... Gâvurun işini tesadüfen mi yaptığını sanıyorsunuz? İblisi en mutsuz eden şeylerden biri insanın çoğalması. Hz Peygamber (s.a.v.) ise insan oğlunum çoğalmasına işaret ederek “Kıyamet günü ben sizin çokluğunuzla övüneceğim” buyurmuştur.

‘Bilim’ denilen terbiye edici iktidar bizde de çığırından çıktı. İlim adamı olamayan ilahiyatçıların bir bölümü ‘bilim adamı’ olmaya soyununca, kimi Kur’an âyetlerini inkâr eder, kimi Hadis-i Şeriflere saldırır, kimisi de Sahabe-i Kiram’a hücum eder oldu. Hâsılı aralarında ne ararsanız var. Onlar var olduğundan bu yana artık şarkiyatçı (oryantalist) ihtiyacı kalmadı. Cumhuriyet devri ve özellikle de Başkentteki ilahiyat başta olmak üzere bunların pek çoğu şarkiyatçılardan daha şedid bir manivelaya sahip. Bu fiilleri bazıları münafıkça, bazıları alenen yapıyor.

Aynı durum ‘bilim’in başka dallarında da mevcut. Yani ne ararsanız var memleketimizde artık. Kimse bize ‘küçük Amerika’ değilsiniz diyemez, dememeli!

Hangisine inanacağız?

Bugüne kadar onlarca GDO’lu ürüne onay veren Tarım Orman Bakanlığı, biri mısır, 4’ü soya olmak üzere beş çeşit yeni GDO’lu ürünün hayvan yemi olarak kullanılmasına onay vermiş. Karar ise 27 Şubat’ta Resmi Gazetede yayınlandı.

Tarım eski Bakanı Mehdi Eker, GDO’lu yemlerin et ve süte geçmeyeceğini iddia etmişti.

Prof. Gürbilek basına yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Konya'da yaşayan, emziren gönüllü 12 anne ile yürütülen araştırmada, tüketilen gıdaların biyokimyasal farklılıkları gözlenmeye çalışıldı.

Necmeddin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesinden Prof. Dr. Mehmet Gürbilek ve Dr. Nejla Özer (soy isim benzerliği) ise aksini söylüyor. Geçtiğimiz yıl yapılan araştırmaya göre; yenilip içilen GDO’lu ürünler et, süt ve yumurtaya geçiyor.

Prof. Gürbilek basına yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Konya'da yaşayan, emziren gönüllü 12 anne ile yürütülen araştırmada, tüketilen gıdaların biyokimyasal farklılıkları gözlenmeye çalışıldı. Emziren annelerin biyolojik sıvısında besin kaynaklı "mikroRNA" (miRNA) varlığı araştırması yaptık. Diyetleri ve beslenmelerine ilişkin annelere neler yediğini sorduk. Soya, pirinç, elma ve buğday gibi besinlerden aldıkları miRNA'ları tespit ettik.

Yaptığımız çalışmada pirinç mirna'sı insan kanında tespit edildi. Anne sütünde de görüldü. GDO'lu bir ürünse, direkt çocuğa da aktarıldığını ortaya koyduk.

Yaptığımız çalışmada yeni tespit edilen; bitkisel kaynaklı miRNA'ların herhangi bir yapısal bozulmaya uğramadan insan DNA'sı üzerinde pozitif veya negatif etkisi olduğunu ortaya koyduk. 'Bitkisel ve hayvansal genetik materyal miRNA, ince bağırsakta parçalanır' diye biliniyordu. Çalışmamızda ortaya çıkan netice, miRNA'nın parçalanmadan DNA'ya etki etmesi. Bizi heyecanlandıran kısmı bu. Bitkisel miRNA'nın insan hücresindeki DNA'da transkripsiyon üzerine etki edebilecek, bunun sonucunda da bazı hastalıklarla ilişkilendirilebilecek.

Yaptığımız çalışmada yeni tespit edilen; bitkisel kaynaklı miRNA'ların herhangi bir yapısal bozulmaya uğramadan insan DNA'sı üzerinde pozitif veya negatif etkisi olduğunu ortaya koyduk.

Bundan sonraki çalışmamız bunun etkisini ve koruyuculuğunu araştırmak üzere olacak. Temel çalışmanın konusu budur. Yediğimiz gıdalar DNA üzerindeki fonksiyonel yolakları etkiliyor. DNA üzerine net etkileri var, onu ortaya koymuş olduk. Protein sentezi üzerine kanserle ilişkilendirilip kanserin oluşmasında ya da yolakları üzerinde etkisini ileriki çalışma ortaya koyacak…”

Bu hocalara sordunuz mu?

Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Derneği İktisadi İşletmesi BESD-BİR’in başvurusu üzerine, GDO’lu ürünlere izin veren Tarım Bakanlığı acaba bu izin sürecinde bu hocalara görüşünü sordu mu?

Elbette sorulmadı!

Niye?

Sorsalar, menfi görüş gelecek ve markalarını gizlemek için derneklerin ardına sığınarak millete GDO’lu et, süt, yumurta yedirip içirenlerin tezgâhı bozulacak.

Ayrıca işlerine gelmeyen her netice bilimsel olarak ‘yanlış’, işlerine gelenlerin hepsi ise ‘doğru!’ Prof. Dr. Mehmet Gürbilek ve Dr. Nejla Özer’in araştırması için de aynı şeyleri ifade ettiklerini geçen hafta konuştuğumuz bir bürokrat söyledi.

Ne tezgâh ama

  • Ülkemizde GDO’lu ürün müracaatlarının hepsi Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Derneği İktisadi İşletmesi‘nin BESD-BİR adlı kuruluşu adına yapıldı ve tüm izinler de bu işletmeye verildi.

Şöyle düşünün, sürekli tavuğunu, yumurtasını aldığınız bir marka müracaat etse bir daha o markanın ürünlerini satın alır mısınız?

Toplumun yüzde 90’dan fazlası almaz.

Niye?

‘GDO’lu yem kullanıyor, başıma ne iş geleceği belli olmaz’ diye düşünür.

İşte böyle düşüneceğinizi bilen tüm büyükbaş, küçükbaş, tavuk yani et, süt, yumurta üreticileri, kendi firma veya markaları adına değil dernek adına müracaat ederek, GDO’lu yem kullananları gizliyorlar. Bir başka ifadeyle hepsi birden BESD-BİR’in ardına saklanıyor.

Nasılsa bu ülkede “bu et, süt, yumurta GDO’lu yemle beslenmiş hayvandan elde edilmiştir” diye bir etiket zorunluluğu yok.

Alan memnun, satan memnun da, ya hiçbir günahı olmayan bebeklerin, kuzuların, yavruların hali ve geleceği ne olacak?

Ne olursa olsun kimin umurunda?

İster ana rahminde kansere yakalansın, ister otistik, down sendromlu, uzuvları bilmem ne halde doğsun, bir ehemmiyeti var mı?

Hatta bütün bir memleket, bürokrasi, akademi ve özel sektör eliyle kısırlaştırılmış gençlerin ahvali, bu birilerinin umurunda mı sanıyorsunuz?

  • Yeter ki Monsanto/Bayer gibilere zarar gelmesin! Biz kendi mısırımızı ekerek memleketin ziraatını geliştirmek yerine, Alman veya bilmem kimin şirketinden GDO’lu mısır veya soyalar getirerek el birliği ile memleketin geleceğini baltalayalım.

Ayrıca geçmişte olmayan bu ‘soya modası’ da nereden çıktı?

Devlet başkanından çağrı

2010 yılında Bolivya'daki 130 ülkeden temsilcilerin katıldığı ‘Alternatif İklim Zirvesi’nde konuşan dönemin devlet başkanı Evo Morales, “Tavuklara gelince, tavukları kadın hormonuyla dolduruyorlar. Bu nedenle tavuk yiyen erkekler sorunlar yaşıyorlar. Ayrıca saçları dökülüyor ve kel kalıyorlar. Erkekler tavuk yemeyin, hem erkekliğinizi hem saçlarınızı kaybedersiniz" demişti.

Evo Morales bir palavracı mıydı yoksa gerçekleri mi haykırıyordu?

Bunu anlamak için 1990 sonrası doğan gençlere, çocuk sahibi olup olamamalarını sorun. Ayrıca mahrem hayatları ile ilgili yaşadıklarından suâl edin bakalım size neler anlatacaklar.

Zira bize anlatıyorlar ve durum hiç iç açıcı değil, aksine kahredici…

Nesil emniyeti, gençlik ve özellikle de erkeklik bitiyor.

Soya spermi azaltır veya öldürür

Sizce niye hemen her ürünün içinde soya var? Bizimkiler bilmese veya umursamasa da, soya spermi azaltır veya öldürür de onun için. Yani pek çok erkeğin erkeklik görevini ifasını engeller de ondan...

Gâvurun işini tesadüfen mi yaptığını sanıyorsunuz?

Sizce niye hemen her ürünün içinde soya var? Bizimkiler bilmese veya umursamasa da, soya spermi azaltır veya öldürür de onun için.

İblisi en mutsuz eden şeylerden biri insanın çoğalması. Hz Peygamber (s.a.v.) ise insan oğlunum çoğalmasına işaret ederek “Kıyamet günü ben sizin çokluğunuzla övüneceğim” buyurmuştur. Geçen hafta yazdık, insanlığı azaltmak hedefi iblisin yanı sıra Hz Musa devri Firavununun da hedefiydi. Tam iki asırdır Batılı ḫannāsın amacı ise insandan kurtulmak!

O hâlde tüm imkânlar elinde olanlar hedeflerine ulaşmak için neler yapmazlar!

Doğurganlığı azalttığı ispatlı

Soya bedendeki iyotu yok ederek tiroiti çalışamaz hâle getirir. Doktorunuza sorun, troidiniz çalışmaz hâle gelirse vücudunuzda neler olur neler. (Ülkemizdeki en yaygın rahatsızlıklardan biri de triottir.)

Bununla kalsa iyi.

Soyada ‘izoflavon’ denilen bir protein var. Yapılan çalışmalarda, İzoflavonun fertiliteyi yani doğurganlığı azalttığı

I ispatlanmış. 2008 tarihli bir araştırmada, soya ve soyalı gıdaları tüketmenin, sperm yoğunluğunu azalttığı görülmüş.

  • Soya sütünde ise östrojene benzer bir hormon olan ‘fitoöstrojen’ var. Soya ve soya ürünleri, meme kanseri hücrelerinin büyümesini uyarabiliyormuş. Yine araştırmalar, soya ve pek çok soya ürünündeki fitoöstrojenlerin ilaçların etkinliğini de azaltabildiğini ortaya koyuyor.

Şimdi anladınız mı, hayvanlara neden soya yediriyorlar ve market rafından aldığınız her yüz üründen 95’ine soya ve soyadan mâmül maddeler ekliyorlar?

Olmaz böyle habercilik

Dünyayı yönetmeye kalkışan beyaz yakalı mafyanın sözcüsü Bill Gates, 17 Şubat 2021’de ineklerin çıkardığı gazlardan çok rahatsız olduklarını ve bu gazların küresel ısınmaya neden olduğunu ve zengin ülkelerin bu hayvanların yetiştiriciliğini bırakıp, “yapay et” tüketimine geçmesi gerektiğini söyledi.

Bill Gates’in çağrısını cevapsız bırakmayan Ankara Üniversitesi, şu an çok pahalı olan yapay ette fiyatı düşürebilecek bir çalışma yaptıklarını duyuruverdi.

“Korona virüs teşhisi konan hastaların testesteron değişimi ölçtürülmeli. Özellikle çocuk sahibi olmak isteyen erkeklerin korona hastalığından kurtulduktan sonra kontrol edilmeleri gerekir.”

Dünyada şu anda 80’e yakın firma, laboratuvar ortamında yapay et üretimi için çalışma yürütüyormuş. Amerika ve İsveç gibi zengin ülkelerde fastfood zincirleri, yapay etli hamburgerlerini tüketicilere sunuyor. Doğru ise zincir firmalar, Türkiye’de de bu hamburgerleri satmaya başlamış bile.

  • Medyamız ise bu haberi tek bir ağızdan çıkan metin olarak şöyle sundu: “Bilim kurgu gerçek oldu. Türkiye yapay et üretiyor. Evet, yanlış duymadınız. Hiçbir hayvanı öldürmeden tamamen laboratuvar ortamında üretiliyor. Hatta bu et, bu dışarıdaki etten daha sağlıklı(!)…”

Söyler misiniz, yapay tabiî olandan nasıl daha sağlıklı olabilir, bunların sağlıklı olduğuna kim, nasıl karar verdi, yeni olan bir şeyin insan üzerindeki kısa, orta ve uzun vadeli etkilerini kim araştırdı ve etlik hayvanlar kesilmeyip turşusu mu kurulacak? Yoksa topluca imha mı edilmek isteniyor?

Korona erkekliği yok etmek için olabilir mi?

Çin Wuhan Huazhong Üniversitesi Tongji Tıp Koleji'nde Üreme Sağlığı Enstitüsü müdür yardımcısı Dr Li Honggang, iyileşen korona hastalarının çocuk sahibi olamayabileceğini söylemişti. Özellikle sperm üreme sistemi ve testesteron ile alakalı işleyişin koronadan etkilenebileceğini belirten Dr Honggang, China Daily gazetesine verdiği demeçte, korona ve erkeklik arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş ve şöyle demişti:

“Korona virüs teşhisi konan hastaların testesteron değişimi ölçtürülmeli. Özellikle çocuk sahibi olmak isteyen erkeklerin korona hastalığından kurtulduktan sonra kontrol edilmeleri gerekir.”

Bir araştırma ekibi kurduklarını ve klinik olarak bu durumu tıbbi olarak araştırmaya başladıklarını ifade etmişti.

Bu açıklamadan kısa bir süre sonra ise Çin'de İngilizce yayın yapan People's Daily, Doktor Li’nin Cuma günü yerel saatle 02:58'de öldüğünü duyurmuştu. Çin Devlet Televizyonu ve Dünya Sağlık Örgütü, Cumartesi günü Dr Li Honggang’un öldüğünü açıklamıştı. Çin ve DSÖ’nün açıklaması sonrasında, Vuhan Merkez Hastanesinin sosyal medya hesaplarından ise doktorun durumunun kritik olduğu ve hayatının kurtarılması için çaba harcandığı kaydedilmişti.

Nihayetinde doktoru yediler.

Şimdi ise benzer bir açıklama ABD’den geldi. ABD'li bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dr Dena Grayson yaptığı açıklamada, vasküler sistemde meydana gelen zarar nedeniyle virüsün erkeklerde ereksiyon bozukluğuna da yol açabileceğini belirtti. NBC'ye konuşan Dr Grayson, hastalığı orta seviye semptomlar ile atlatanların dahi uzun vadede bu tür sorunlar yaşayabileceğini kaydetti.

Grayson, "Çok hafif belirtileriniz olsa bile şu an biliyoruz ki, bu virüs kalıcı hastalıklara yol açabilir. Mesela nörolojik rahatsızlıkların yanı sıra erkeklerde ereksiyon sorununa yol açabilir" demiş.

  • Peki, bu virüs erkekliği yok etmek için laboratuvarda insanlıkla savaşan soykırımcılarla planlanmış bir oyun olabilir mi?

Çin’deki yayından sonra Sağlık Bakanlığı’na testesteron ölçümleri yapılması çağrısı yapmıştık. Ama ses çıkmadı, bürokrasi ve akademi bu tür haberleri ne yazık ki “bilimsel” bulmuyor veya bulmak istemiyor.

Bu vesileyle Kur’an-Kerim, Hadis-i Şeriflere, Sahabe-i Kiram ve diğer değerlerimizle kaybedecekleri mücadeleye girişen veya girişmeyen tüm ilahiyatçılara birkaç suâlimiz olacak:

Siz bu meselelerin neresindesiniz? Dünyanın ve insanlığın geldiği bu tartışma veya uygulamalar sizi ne zaman ilgilendirecek? Ne zaman bu işi tıpçılara veya diğer meslek erbabına ihale etmekten kurtulacaksınız? Asıl derdimiz bu iken sizi atalete sevk eden şey nedir?