Halime'nin hikayesini duydunuz mu?

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

‘Presence’ diye bir dergi var, kendini logonun hemen altındaki şu cümleyle tanıtıyor: “Presence dergisi, zulme uğrayan Hristiyanların güçlü inanç hikâyelerini sergiler. Aynı zamanda dünyanın her yerinde İsa Mesih’in birleşmiş bedeni vasıtasıyla Tanrı’nın nasıl işbaşında olduğunu gösterir.”

İki aylık çıkan derginin Temmuz-Ağustos sayısının kapağında 20’li yaşların henüz başında Hintli bir genç kız var. Ustalıkla çekilmiş fotoğrafta genç kızın yüzünü teşhis edebilmek mümkün değil. Kızın adı dergide Mehr olarak yer alıyor ama alta dipnot düşülmüş: “Güvenlik nedeniyle isim değiştirilmiştir.” Sadece kapakta değil iç sayfalardaki fotoğraflarda da kızın cepheden çekilmiş net bir fotoğrafını görebilmek imkansız.

Hristiyan olan Hindu kız

Mehr’in hikâyesi Hristiyan okurlara girizgâh namına dokunaklı bir edebî tasvirle sunuluyor:

“Mehr, 20’li yaşların başında genç bir Hintli Hristiyan. Başının etrafında altın varak desenli zarif bir kırmızı başörtüsü bağlı. Ellerini kucağına koyup gülümsüyor. Pencerenin yanında bir masa var. Üzerindeki vazoda beyaz çiçekler ve hemen yanında Mehr’in İncili mevcut. Pencerenin dışında, bir ağacın yaprakları arasından parlayan ikindi güneşi odayı benek benek ışıkla dolduruyor.”

Peşinden ise asıl hikâye geliyor. Bize Mehr takma adıyla sunulan kızın, anne-babası ve iki kardeşiyle yaşayıp giderken kronik rahatsızlığından dolayı sıkıntılar çektiğini, hastalığına Hindu inancında ve toplumunda bir çâre bulamadığını öğreniyoruz. Derken amcası bir gün Hristiyan misyonerlere ait sağlık ekibiyle çıkageliyor. Hristiyan doktor ve hastabakıcılardan müteşekkil bu ekip, kızın sadece fizyolojik rahatsızlığıyla ilgilenmiyor, yoğun bir Hristiyanlık propagandası da tedavi sürecine eşlik ediyor. Tedavi sonucunda kız iyileşirken hem kendisi hem de bütün âilesi Hindu inancını bırakıp Hristiyan dinine geçiyor.

Misyoner doktorların telkinleriyle Hintli kızın kurduğu şu cümleye bakın:

“Beni, yaşayan tanrı, gerçek şifa veren İsa Mesih’in iyileştirdiğini anladım. İsa Mesih bana hayatımı geri verdi.”

Mağduriyetten propaganda devşiriyorlar

Arakanlı Halime'nin hikayesi.

Derken bütün âile Hindu tapınağını bırakıp, Hristiyan kilisesine gidip gelmeye başlıyor. Yaşadıkları muhitte fısıltılar duyuluyor. Mehr ile âilesinin para nedeniyle dinlerini değiştirdiği kulaktan kulağa yayılıyor. Sözlü tacizler bir kilise dönüşü fizikî tacize dönüşüyor. Uzaktan annesi ile kız kardeşinin taciz edildiğini gören Mehr koşarak yardımlarına geliyor ama bu kez öfkeli kalabalık hıncını ondan çıkarıyor.

Hâdiseyi Hintli kızın ağzından dinleyelim:

“Saldırganlar beni acımasızca dövmeye başladı. Sonra bir kumaş parçasıyla boğmaya kalkıştılar. Bayılmışım, biri saldırganları durdurup ambulans çağırmış. Yaralanmıştım, yaralarımdan kanlar akıyordu.”

Misyonerler işin peşini bırakır mı? Kıza tahmin edeceğiniz gibi sahip çıkıyorlar. Hastaneye kaldırıp en iyi şekilde tedavi olmasını sağlıyorlar. Bir kahraman gibi onu seminerlerde konuşmacı yaparak hikâyesinin yerel Hristiyan topluma ilham vermesini sağlıyorlar. Hristiyanlık propagandası yaparken bu hikâyeyi tepe tepe kullanıyorlar. Kızın sahipsiz olmadığını Hindu toplumuna ve bütün dünyaya göstermek için hâdiseyi ABD’de yayınlanan misyoner dergisinin kapağına taşıyorlar.

Dolu dolu 15 sayfa

Presence dergisi her sayısında başka bir ülkede yaşanan benzer hikâyeleri ayrıntılı olarak kapağına taşıyor. Mayıs-Haziran sayısında İran, Mart-Nisan sayısında Nijerya, Ocak-Şubat sayısında ise Kuzey Kore menşeli hikâyeler mevcut. Derginin adı Presence: İngilizce ‘varlık, var olmak’ demek. Hristiyanlık namına nerede, ne varsa sahip çıkmaya çalıştıkları ortada. Dergide ‘Persecution Watch’ diye ayrıca bir ‘Zulüm İzleme’ bölümü mevcut. Derginin çıktığı aylarda, dünya genelinde Hristiyanlar nerede, nasıl bir zulme uğruyorlarsa ülke ülke burada not alınmış.

Dergi denildiğine bakmayın, bülten gibi bir şey bu aslında. 15 sayfadan ibaret. Ama öyle bir 15 sayfa ki dolu dolu, tamamen maksada mâtuf, gereksiz hiçbir şeye yer verilmemiş. Tasarımı, görsel sunumu ve kaleme alınan metinleriyle kendisinden bekleneni yerine getiriyor. Tıpkı Mehr’in hikâyesinde olduğu gibi.

  • Amma dert küpüsün ha!
  • Doğu Türkistan, Arakan, Hindistan, Yemen, Suriye...
  • Bunlar ve daha nice coğrafyalarda yaşananları ekranlardan çekirdek çitleyerek, ahlayıp vahlayarak izlemeye devam ediyoruz. Anlı şanlı kurumlarımız, STK’larımız ile koca koca işler yapmaktan iki ayda bir 15 sayfalık ‘Persecution Watch’ yayınlamaya, dünyanın dört bir yanındaki zulme uğrayan Müslümanlar ile mahallinde temas kurup, haklarını en önce yerel, daha sonra da küresel planda savunmaya fırsat bulamıyoruz.
  • Her şeyi bir furya halinde takip etmeyi seviyoruz. Doğu Türkistan furyası, Arakan furyası, Filistin furyası, Hindistan furyası, Yemen furyası ve saire...
  • Oysa buralarda sezonluk, furyalık bir hadise yok. Sürüp giden, dinmek bilmeyen bir zulüm fırtınası var. Tamam, gücümüz bir yere kadar, her yaraya merhem olamıyoruz. Ama dürüst olalım. Elimizin uzandığı yere elimizle, dilimizin uzandığı yere dilimizle, her ikisinin de uzanamadığı yere kalbimizle müdahale ediyor muyuz Allah aşkına?
  • ‘Hadi canım, her şeyi abartıyorsun’ diyenler illâki çıkacaktır. Bir vakitler birlikte iş gördüğümüz bir arkadaş, hiç unutmuyorum mealen şöyle dert yanmıştı: “Birader, sen de amma dert küpüsün ha! Şöyle bir baksana, ülke olarak nereden nereye gelmişiz. Bu ülkenin Müslümanları böyle refahı, bolluğu nerede görmüş? Azıcık da bunları gör” demişti. Evet, bizce de haklıydı. İşler baktığında tıkırındaydı. Kendisi de görüp göreceği belki en iyi durumdaydı. Derken her şey bir anda alabora oldu. Aynı arkadaşın sosyal medya hesabı o günden beri ağlama duvarı gibi. Birçoğumuzun abartısız bir şekilde dile getirmeye çalıştığı sıkıntıları, üzerine bin katarak, abartarak yazıp çiziyor şimdi. Müslüman kardeşlerimizin yaşadıklarını anlamak için illa kulağımızın bükülmesini mi bekliyoruz? Eğer öyleyse gerçekten yazık bize.

Halime'yi kim biliyor?

Halime’nin hikâyesini biliyor musunuz peki?

Halime, Arakanlı bir Müslüman kız. Onun hikâyesi başladığında hemen hemen Mehr ile aynı yaşlardaydı. Başında kırmızıya çalan pembe renkli bir başörtüsü vardı. Onun da fotoğraflarda yüzünü görebilmek mümkün değildi. O da, BBC’ye özel haber oldu. Nasıl mı? Sabredin hele.

Arakan mâlum, Myanmarlı Budistlerin Müslümanları soykırım ve tehcire mâruz bıraktığı bir dehşet coğrafyası. Halime de bu dehşetin içinde canını kurtarmaya çalışan milyonu aşkın insandan biri. Kendisini Bangladeş topraklarına zor bela atmış. O can pazarı yaşanan hengâme sırasında âilesiyle iletişimi kopmuş, komşularıyla beraber yoluna devam etmiş. Âilesinin başına ne geldiği hakkında bir fikri yok. Budist soykırımına kurban gitmiş olmaları muhtemel. Koca hayatta bir başına kalan Arakanlı Halime’nin başına gelenlerse ayrı bir hikâye.

Halime, Bangladeş’e varınca diğer mülteciler gibi onu da Cox’s Bazar’daki bir kampa yerleştiriyorlar. Kampa gelen Bangladeşli bir adam oradakilere yemek dağıtıyor. Bu sırada gözüne ilişen Halime’ye eşini kaybettiğini, iki çocuğu olduğunu ve kabul ederse onunla evlenmek istediğini söylüyor. Halime ölümün kıyısından canını zor kurtarmış, tutunacak dalı olmayan bir genç kız. Çar naçar kabul ediyor.

Adam ile beraber evine gidiyor. Kapıdan içeri adım attığında gördüğü manzara karşısında şoka uğruyor. Evde kendisi yaşlarda 7-8 genç kız var. Bu kızların başında ise kadın bir patroniçe. Bu kadın, genç kızları erkeklere pazarlıyor. Günlük üç öğün yemekten başka tek kuruş verdiği yok. Bu evde zorla tutulan ve her gün burada erkeklere pazarlanan Halime’ye müşteri olarak bir gece polisin biri geliyor. Gözyaşları içindeki Halime’nin anlattıkları polisin vicdanına dokunuyor ve orada kötü bir fiil işlemediği gibi kartını Halime’ye verip, ihtiyaç halinde kendisini aramasını tembihliyor.

Beş vakit namazı özleyen kız

Presence Dergisi.

Bir gün patroniçe, Halime’yi çok ağır bir şekilde dövüyor. 15 günde ancak ayağa kalkabiliyor. Bu dayak aynı zamanda bardağı taşıran son damla oluyor. Ülkesinden kaçalı beri kırılan cesaretini toparlayan Halime, kendisine kartını veren polisi arıyor. Bir gece yarısı ekibiyle randevu evine baskın yapan polis, Halime’yi oradan kurtarıyor.

Halime oradan kurtuluyor ama yabancı bir ülkede kimsesiz ve beş parasız yola devam edebilmesi pek kolay değil. Dönüyor, dolaşıyor yine aynı sektörün içindeki bir kadınla beraber yaşamak durumunda kalıyor. BBC’nin özel haberi, Halime’nin şu çığlığıyla nihayet buluyor:

“Beş vakit namaz kıldığım günlere geri dönmek istiyorum. Âilemle birlikte yediğim yemekleri özlüyorum. Âilemle birlikte Arakandaki hayatımıza geri dönmek istiyorum.”

Bir Mehr’in hikâyesine bakın, bir de Halime’nin hikâyesine. Hristiyanlar hasta bir Hindu kızı bir yandan tedavi ederken diğer yandan onu kendi dinlerine kazandırıyor. Bununla yetinmeyip başına gelen ilk musibette sahip çıkıyor, üstelik bir de kahramanlaştırıp bütün dünyaya onunla Hristiyanlık propagandası yapıyor. Müslümanlar ise bırakın başka dinden birini gayret edip kazanmayı, Müslüman bir âilede doğup Müslümanca yaşamak isteyen bir kız çocuğuna bile sahip çıkamıyor. Daha acısı, BBC özel haber yapmasa Müslüman dünyanın bu zavallı kızdan haberi bile olmayacak. Benzer durumdaki binlercesinden haberi olmadığı gibi.