İç ve dıştaki bütün engellere rağmen... Oyun kurup, oyunlarını bozuyoruz

ÖZNUR KÜÇÜKER SIRENE
Abone Ol

Son 20 yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye gerek içeride gerek dışarıda büyük bir atağa geçti. Bugün millî otomobilimiz TOGG'u, SİHA'mızı üretip dışarıya ihraç edecek seviyeye ulaşmışken uluslararası meselelerdeki belirleyici rolümüzle de artık dünya sahnesinde vazgeçilmez bir aktör olarak kabul ediliyoruz. Türkiye'nin son yıllardaki atılımlarından rahatsızlık duyan iç ve dış mihraklar ise Türkiye'nin farklı coğrafyalardaki oyununu bozup yeni oyunlar kurgulama peşinde. Ancak bin yıllık devlet geleneğine dayanan üst akılla bütün şer planlarını bertaraf eden Türkiye, kendine özgü, bağımsız bir yol takip etmeye devam ediyor.

Dış politikada uzun süre izolasyonist bir tutum sergiledikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye, başta eski Osmanlı toprakları olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarında nüfuzunu tekrar arttırmaya yönelik politikalarla uluslararası sahneye geri döndü. Balkanlar'dan Kafkasya'ya, Afrika'dan Arap coğrafyasına kadar etki gücünü yükseltti. Pasif tavrının yerini oyun kurucu ve oyun bozucu yeni rolü aldı. Karabağ, Libya, Suriye, Ukrayna gibi birçok farklı bölge ve ülkede Türkiye'nin attığı adımlar, ülkemizin dünya sahnesindeki rolünü sağlamlaştırdı. Rusya ve Ukrayna arasında yürütülen arabuluculuk ise artık dünya meselelerinin Türkiyesiz çözülemeyeceğini gözler önüne serdi.

Ancak son yıllarda Batı dünyasının Türkiye'nin farklı ülkelerde başarıyla yürüttüğü politikaları yerle yeksan etmeye çalıştığını görüyoruz. Sürekli “havuç-sopa” stratejisi ile durdurulmaya çalışılan Türkiye ise ABD ve AB'nin kendisine uyguladığı bütün yaptırımlara rağmen geri adım atmıyor. Milli teknoloji hamlesi dahilinde dışa bağımlılığımızı azaltan her adım bizi biraz daha bağımsız kılıyor. Peki, Türkiye'nin milli ve yerli bir teknoloji ile tam bağımsızlık için verdiği bu mücadelede karşısına çıkan zorluklar neler?

zerbaycan’ın Karabağ’da başlattığı “terörle mücadele operasyonları” şükür ki 24 saat gibi kısa bir sürede Azerbaycan’ın zaferiyle neticelendi.

Tekerimize çomak sokmam için uğraşıyorlar

Kafkasya'da Türkiye’nin Azerbaycan'a verdiği diplomatik ve askeri destek sayesinde 30 yıldan fazla süredir Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu'nun (ABD, Fransa, Rusya) sözde girişimlerine ve BM kararlarına rağmen çıkmaza girmiş Karabağ meselesi çözüme kavuşturuldu. Azerbaycan'ın zaferiyle sonuçlanmış savaş sonrasında 1993 yılından beri sınırlarımızın kapalı olduğu Ermenistan ile bile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik karşılıklı adımlar atıldı. Tam bölgeye huzur geri geldi, Zengezur koridorunun açılmasıyla da halkların refahı sağlanacak derken Batı ülkeleri yakın coğrafyamızı yine karıştırmaya başladılar. Dört Azerbaycan Türkü polis ve iki sivilin katledilmesi üzerine Azerbaycan'ın Karabağ'da başlattığı “terörle mücadele operasyonları” şükür ki 24 saat gibi kısa bir sürede Azerbaycan'ın zaferiyle neticelendi. Bu vetirede Azerbaycan'ı kınayan bütün Batı güçleri 180 derece dönüş yaparak tekrar söylem değiştirdiler.

Ermenistan'ın kabul etmemesi için uğraşılan Zengezur Koridoru'nun hayata geçirilmesiyle birlikte Türk dünyasıyla iş birliği ve ticaret artacak, Orta Asya’ya kesintisiz gidilebilecek ve tarihî İpek Yolu’nun canlanması sağlanacak. Böylesine önemli bir projeden tabii ki ekonomik zorluk çeken ancak bir türlü kendisine baskı uygulayan Ermeni diasporası ile göbek bağını kesemeyen Ermenistan'ın kendisi de fayda sağlayacak. Ancak ABD ve Çin rekabeti devam ederken ABD gerek Ermenistan ile ortak tatbikat düzenleyerek, gerek Azerbaycan'ı kınayarak bu projenin karşısında olduğunu gözler önüne seriyor. Bu hareketiyle sadece Çin'e değil, bölgedeki dengeler üzerinde söz sahibi olan Türkiye'ye de gözdağı vermeye çalışıyor.

Balkan coğrafyasına baktığımızda da durumun aynı olduğunu görüyoruz. Yürüttüğümüz başarılı politikalar sayesinde yıllarca Türk ve Türkiye düşmanlığının aşılandığı eski Osmanlı toprakları üzerinde ülkemize karşı duyulan güven ve sempati yeniden tesis edildi. Balkanlar, Türkiye'nin gözde yatırım merkezi haline geldi. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Balkanlar'da 550 yıl boyunca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma 80’den fazla cami, köprü, mevlevihane, tekke, türbe, çeşme ve hamam gibi eserlerin tadilat ve restorasyonunu yaparak bugüne ulaştırdı.

Bugün Sırbistan ve Kosova arasındaki gerginlikte bile Türkiye'nin arabulucu olabileceği konuşuluyorsa, işte bu bölgede yakın tarihte yeniden kurmayı başarabildiğimiz dostluk ilişkilerinin bir meyvesidir. Fakat Türkiye'nin bu coğrafyadaki etkisi de Batı ülkelerini bir hayli rahatsız ediyor. Öyle ki Avrupa Birliği, “bölgedeki Türk ve Rus etkisini kırmak” ve bölgeyi kendi eksenine sokmak için Balkan ülkelerinin AB'ye girişini hızlandırmak için kolları sıvadı.

Bugün Arnavutluk, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Bosna Hersek, AB'ye “aday" Kosova ise “potansiyel aday” ülkeler arasında yer alıyor. AB'nin söz konusu ülkelerle aramızdaki bağları zayıflatmak için girişimleri de var. Yakın zamanda Bosna Hersek Güvenlik Bakanı Nenad Nesic, AB'nin 2010 yılından bu yana vize serbestisi uyguladığı Bosna Hersek'ten Türkiye, Rusya ve Çin’e vize uygulaması için baskı yaptığını, ancak Sırpların Rusya'ya, Boşnakların da Türkiye'ye vize uygulanmasını kabul etmediğini açıkladı.

  • AB ile yolun sonu yakın
  • Hâlen birinci ticari ortağımız olmasına, güvenlik, göç, enerji gibi meselelerde birbirimize oldukça bağımlı olmamıza rağmen Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye karşı yürüttüğü ikircikli politika birlikte yol yürümemizi imkansız kılıyor.
  • Son günlerin en çok konuşulan bir başka meselesi, ülke içindeki provokasyon olayları kadar Avrupa Parlamentosu'nun da tavsiye kararı niteliğinde olan 2022 Yılı Türkiye Raporu'ndan çıkan karar. Buna göre, Türkiye'nin AB'ye katılım süreci “mevcut şartlar içinde” yeniden başlatılamaz. Bu mühim gelişmeden sonra ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan çarpıcı bir açıklama geldi. Erdoğan, “Avrupa Birliği, Türkiye'den kopmanın gayreti içerisinde. Biz de değerlendirmemizi yaparız ve bu değerlendirmelerden sonra Avrupa Birliği ile gerekirse yolları ayırabiliriz” dedi.
  • Türkiye, 60 yılı aşkın bir süredir Avrupa kapılarında bekletildikten sonra artık taraflar arasında yol ayrımına gelinmiş gibi gözüküyor. Hâlen birinci ticari ortağımız olmasına, güvenlik, göç, enerji gibi meselelerde birbirimize oldukça bağımlı olmamıza rağmen Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye karşı yürüttüğü ikircikli politika birlikte yol yürümemizi imkansız kılıyor.
  • Peki, bu saatten sonra Türkiye'nin seçeceği alternatif yol ne olabilir? Geçtiğimiz günlerde Arjantin, Mısır, İran, Etiyopya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden oluşan 6 ülkeyi gruba katılmak üzere davet eden BRICS grubu mu, Türk Devletleri Teşkilatı mı, yoksa Türkiye'nin liderliğini üstleneceği henüz yeşermemiş bambaşka bir proje mi?
  • Bu noktada Birleşmiş Milletler zirvesi için New York'ta bulunan Dışişleri Bakanı Fidan'dan oldukça önemli bir açıklama geldi. Fidan, “Türk Dünyası olarak yatırımlarımız için ortak fon kurduğumuz, sivil koruma mekanizması tasarladığımız TURAN adını taşıyan özel ekonomi bölgesi açacağımız günleri görmekte olduğumuzu” açıkladı.
  • Buradan da anlayacağımız üzere Türkiye Zengezur koridorunun da hayata geçirilmesiyle ve Türk Devletleri Teşkilatı ile işbirliği içinde Türk dünyasına liderlik yapmayı hedefliyor. Tabii ki bu süreçte bir yandan AB ile Avrupa Birliği formatının dışında başka bir çerçevede, diğer yandan da BRICS ülkeleri ile ticari faaliyetlerini arttıracaktır.
  • Netice olarak Doğu Akdeniz'den Kafkasya'ya, Balkanlar'dan Afrika ve Arap coğrafyasına kadar artan etkimizin iç ve dış mihrakları oldukça rahatsız ettiği aşikar. Bütün bunlara rağmen önümüze çıkan engelleri bir bir aşıp yolumuza devam ediyoruz.
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da sık sık dile getirdiği gibi “sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır.Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.”

İç provokatörler görev başında

Kafkasya ve Balkanlar'da artan Türk nüfuzu, Afrika ve Arap coğrafyasında da kendisini gösteriyor. Afrika kıtasında son 20 yıllık süreçte kıtada atağa geçen Türkiye, ticari, diplomatik ve askeri anlamda büyük başarılar elde etti. 2002 yılında sadece 12 Büyükelçiliğimiz bulunan Afrika'da faaliyet gösteren Büyükelçilik sayımız 2022 yılında 44'e yükseldi. Türkiye'nin Afrika kıtasına ihracatının toplam ihracatının içindeki payı 2003 yılında yüzde 4,5 seviyelerindeyken bu rakam 2022'de yüzde 8,6'ya yükseldi. Afrika'da TİKA, AFAD ve Kızılay gibi kurumlarla yürütülen insani diplomasi Türkiye'nin bölgedeki yumuşak gücünü pekiştirdi. Bugün Afrika'da Türkiye kadar Rusya ve Çin gibi ülkelerin de etki gücü artarken, Fransa gibi eski sömürgeci güçlerin itibarı sarsılıyor. 2020 yılından bu yana Mali, Çad, Gine, Burkina Faso, Nijer ve Gabon gibi ülkelerde gerçekleştirilen darbelerle Fransa karşıtlığı hızla artarken, Türkiye, Afrika'da yükselen yıldız olarak anılıyor.

Etki ajanlığı yapan bu kitle yüzünden Türkiye'deki sığınmacılar kadar artık Arap veya Afrikalı turist veya öğrenciler de şiddet olaylarına maruz kalmaya başladı.

Afrika kadar Arap coğrafyasında da Türkiye'nin gücü gün geçtikçe artıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sık sık İslam dünyasına verdiği birlik ve dayanışma mesajlarının, BM kürsüsünden Batı ülkelerindeki ırkçılık ve islamofobiyi kınaması Arap coğrafyasında büyük yankı buluyor. Özellikle son yıllarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır gibi gerginlik yaşadığımız ülkelerle de ilişkilerimizi düzeltmemiz bu etkiyi güçlendirdi. Bugün Katar, Suudi Arabistan ve BAE Türkiye'ye ciddi yatırımlar yapmak için kolları sıvadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Temmuz ayında gerçekleştirdiği Körfez turu sırasında Suudi Arabistan ile Türkiye arasında şimdiye kadarki en büyük savunma anlaşması imzalandı.

Peki, Türkiye'nin Afrika ve Arap coğrafyasındaki bu karşı konulmaz yükselişinden rahatsızlık duyanlar neler yapıyorlar? Son dönemde özellikle sosyal medyada ülkemizdeki mülteci karşıtlığını ırkçılığa çeviren, nefret söylem ve eylemlerinde bulunan bir kitleye rastlıyoruz. Etki ajanlığı yapan bu kitle yüzünden Türkiye'deki sığınmacılar kadar artık Arap veya Afrikalı turist veya öğrenciler de şiddet olaylarına maruz kalmaya başladı. Trabzon'da Kuveytli turistin yaşadığı saldırı, Arap medyasında gündem oldu. Bütün bu yaşananlar ülkemizin yükselişte olduğu coğrafyalardaki çıkarlarına zarar verdiği gibi ülkenin turizm gelirini ve ülkeye yapılacak yatırımları da tehdit ediyor. Peki, uluslararası konjonktür böyleyken bu iç provokatörlerin organize hareketinin bir tesadüf olduğu düşünülebilir mi?

  • Fransa'da yemek krizi
  • Türkiye’de bunlar yaşanırken Fransa’da da gündem bir hayli yoğun. İngiltere Kralı 3. Charles, üç günlük resmi Fransa ziyareti kapsamında, Macron'un kendisi için Versailles Sarayı'nda verdiği yemeğe katıldı. Tarihteki savaşları ve Brexit sürecinden sonra ikili ilişkilerde yükselen tansiyona rağmen iki eski sömürgeci gücün dostluğunu pekiştirmek için verdikleri bu görkemli akşam yemeği ekonomik sıkıntı yaşayan halkları tarafından tepki yağmuruna tutuldu.
  • Türkiye’de bunlar yaşanırken Fransa’da da gündem bir hayli yoğun.
  • Fransa'daki bir başka önemli gelişme de Fransa'nın farklı kentlerinde, ırkçılık ve polis şiddetine karşı gösteriler düzenlenmesi oldu. Dış siyasette ise Fransa, dünyanın birçok farklı ülkesiyle sorun yaşamaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Karabağ'da anti-terör operasyonu düzenleyen Azerbaycan'ı kınayan Fransa, operasyon Azerbaycan'ın zaferiyle sonuçlanınca yine bölgede ters köşe oldu. Benzer şekilde, Nijer'de yaşanan darbe sonrası Fransa'nın kendisi için önemli bir uranyum tedarikçisi olan ülke ile ilişkileri kopma noktasına geldi. Nijer hava sahasını Fransa'ya kapattığını açıkladı ve bu kararın ardından Macron, Nijer'deki büyükelçilik personelini geri çağırdı. Ayrıca, Fas ile de gerginlik yaşayan Fransa, deprem felaketiyle sarsılan Fas halkının sosyal medya üzerinden Fransa'ya vize uygulanması talepleriyle karşı karşıya kaldı.