İlim yolunda koca bir ömür

SEVDA DURSUN
Abone Ol

Hocamızın eşi benzeri az bulunur. İlmi ile amil olmak ne demek, hasbi, samimi, hiçbir beklenti içinde olmadan İslami ilimlerin gelişmesine katkı sunmak ne demek, ben hocamızda gördüm. Fatih’te kendine ait dört beş katlı binadan kira geliri elde etme imkanı varken, öğrencilere tahsis etmişti. Üstelik orada kalan öğrencilerin bütün bakımını, iaşesini üstlenmek, onlara bir de özel dersler vermek, hiçbir kuruş almadan bunları yapmak, hele hele bugünün seküler mantığıyla baktığımızda her baba yiğidin harcı değil. Bunu yapanı da pek görmedim.

Türkiye’nin önde gelen alimlerinden M. Emin Saraç Hocanın ölümü, sadece yakınlarını değil, tanıyan tanımayan herkesi büyük bir üzüntüye sevk etti. Osmanlı’yla günümüz gençleri arasında son köprülerden olan Emin Hoca, İstanbul’da yaşadığı sürece yakınında olduğu, ilim halkalarını kurduğu, çok sevdiği Fatih Camii’nin haziresine defnedildi. 19 Şubat 1921 tarihinde son nefesini teslim eden Emin Saraç Hoca, ilk nefesini bundan 92 yıl önce Tokat’ın Erbaa kazasının Tanoba köyünde almıştı. O nefesi, ilk çocukluk yıllarından başlayarak, son nefesine kadar ilim yolunda harcadığına hocayı tanıyan herkes şahit.

Türkiye’nin önde gelen alimlerinden M. Emin Saraç Hocanın ölümü, sadece yakınlarını değil, tanıyan tanımayan herkesi büyük bir üzüntüye sevk etti.

Dedesi dönemin sayılı ulemalarından Nakşibendiye´den Müderris Üzeyir Efendi, babası Hafız Mustafa Efendi. Böyle bir geçmişin rahle-i tedrisatında, 6 yaşında dedesinin yanında Kur’ân-ı Kerîm’i hatmederek hafızlığa başlar. Zaten 4 erkek 1 kız kardeşlerden hepsi de hafız olmuş, hepsi ilim yolunda mücadele etmiş. Nitekim babası Hafız Mustafa Efendi, o dönemde çocuklarına Kur’ân-ı Kerîm okuttuğu için mahkemeye çıkarıldığında, “Ben çocuklara kimsenin canına, malına ve ırzına tasallut etmeleri için bir şeyler öğretmiyorum; ben Kur’ân-ı Azîmüşşan’ı okutuyorum” diyerek kendini savunur. Ancak 6 ay hapis cezası almaktan kurtulamaz.

Öldükten sonra dirilme

En eski öğrencilerinden FSM İslami İlimler Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Ahmet Turan Arslan, bu duruma şöyle bir anektod düşer: “Emin Saraç Hocamız, vaktiyle Kuran-ı Kerim ve Arapça öğrenme konusunda çok sıkıntılar çektiğini gözleri yaşararak anlatırdı. FSM İslami İlimler Fakültesini kurduğumuz ve burada öğretim dilinin yüzde yüz Arapça olmasına karar verdiğimiz zaman, çok sevinmişti. ‘Ba’sü ba’del mevt yani öldükten sonra bir dirilme gibi oldu adeta’ diyerek memnuniyetini ifade etmişti. Yeni gençlerin İslami ilimlere yöneldiğini gördükçe de çok seviniyordu. O yüzden de yorulma bilmiyordu. Hemen her yere ders vermeye gidiyordu.”

“Emin Saraç Hocamız, vaktiyle Kuran-ı Kerim ve Arapça öğrenme konusunda çok sıkıntılar çektiğini gözleri yaşararak anlatırdı.

1966 yılından beri hocayı tanıdığını ifade eden Arslan Hoca, o zamandan itibaren hocanın öğrencilere hem ilim, hem de ahlak öğretmek için var gücüyle çalıştığını ifade eder. “Öğrenciye sadece hocalık yapmaktan ziyade adeta babası gibi her türlü ihtiyacıyla ilgilenirdi. İlk tanıştığımda Fatih Camii’nde müezzin mahfilinde dersler veriyordu. Gece saat bire kadar süren dersleri olduğu gibi, sabah namazından sonra başlayan dersleri de olurdu. Fatih Camii’ne gönülden bağlıydı, oradan kopmak istemezdi. Ders okutmasına engel olur diye resmi vazife de almak istemezdi. Telif konusuna da uzak durdu, hep ders okutmayı tercih etti.

  • Emin Hocamla Suriye’nin Şam şehrine bir yolculuğumuz olmuştu. Fetih Enstitüsü’nün müdürü, öğrencilerin mezuniyet törenine çağırmıştı. Orada o günün Şam’ın ileri gelen alimleriyle görüştüğüne şahit oldum. Mısır’dan döndükten sonra oradaki arkadaşlarıyla irtibatını koparmamıştı. İstanbul’a ziyarete geldiklerinde de onları dolaştırmak için zaman zaman beni gönderirdi. Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki irtibatın kuvvetlenmesini, daima canlı tutulmasını hem istemiş, hem de bu yolda çalışmalar yapmıştı.”

Mısır’da bir Osmanlı çocuğu

Ailesi tarafından İstanbul’a Ali Haydar Efendi’nin tekkesine gönderildiğinde yıl 1943’tü, hoca 14 yaşındaydı. Kendi deyimiyle “ilim hicreti” için Mısır’a gittiğinde ise 1950. Henüz oradakiler Türkiye’den gidenleri “Osmanlı devletinin çocukları” olarak görüyordu. Hocaya göre bu çok önemli bir iltifattı. Mısır’da ilk olarak Muhammed Zahidü’l Kevserî’nin yanına giden M. Emin Hoca, Ezher Üniversitesi’ne kaydolmak için sınavlara girdi. Ezher diplomasının Türkiye’de geçersiz kılınmasına rağmen Mısır’da 9 yıl kalarak eğitimine devam etti.

Nihayi varış; Dünya evi

M. Emin Saraç, Osmanlı ulemasının müstakîm çizgisini takip eden bir hocaydı. İhlas ve takvası, samimiyet ve şahsiyeti, edeb ve ahlakı ile sadece Türkiye’de değil, dünya çapında takdir edilen bir âlim oldu. Mısır Kralı Faruk’tan sonra başa geçen Abdunnasır´ın baskıları yüzünden okulu bırakarak 1958 yılında Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.

M. Emin Saraç, Osmanlı ulemasının müstakîm çizgisini takip eden bir hocaydı. İhlas ve takvası, samimiyet ve şahsiyeti, edeb ve ahlakı ile sadece Türkiye’de değil, dünya çapında takdir edilen bir âlim oldu

Türkiye’ye döndükten sonra dönemin İstanbul İmam Hatip Lisesi müdürünün daveti üzerine 1960 ihtilaline kadar bu okulda hocalık yaptı. Kısa bir zaman sonra hocası Ali Haydar Efendi’nin tavassutuyla Eminönü Müftüsü Ali Yekta Efendi’nin kızı ile evlendi. Bu evlilikten, birisi M. Fatih Saraç ve diğeri Eski Türk Edebiyatı Profesörü YÖK Başkanı M. A. Yekta Saraç olmak üzere iki erkek çocuğu bulunmaktadır.

Askerde de ilim, illâ ilim illâ ilim

Yıl 1960, darbe dönemi, hocanın da zorunlu askerlik dönemi. Acemilik eğitimini İzmir’de yapan Saraç Hoca, daha sonra İstanbul’a İstihkâm Okulu’na gelir. İstihkâm okulunda iken ikindi namazlarından sonra Sadabad Camii’nde öğrencilere ders vermeye başlar. Askerlik hayatında da ilimle meşgul olması, büyük bir nimettir.

İstihkâm okulunda iken ikindi namazlarından sonra Sadabad Camii’nde öğrencilere ders vermeye başlar.

Hocanın derdi, devlete bağlı olmadan sadece ilim okutmaktı. Nitekim Allah ona öyle bir yol açtı ki, 68 yıl hiç durmadan ilim yolculuğu sürdü. Bir vesileyle hac yolculuğuna çıkıp, Kutsal Topraklardan döndüğünde İlim Yayma Cemiyeti’nde ders vermeye başlar. Ve o günden, son nefesine kadar hayatı ilim tedrisi ile geçer. İlim yolunda karınca olmak bunu gerektirirdi.

İktisat fakültesinden, müftülüğe

2000’den fazla talebe yetiştiren M. Emin Saraç Hoca’nın talebeleri arasında bugünün ileri gelen din adamları, profesörleri, doçentleri, müftüleri, hocaları bulunuyor. Bunlardan biri olan İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Maşalı, 1986 yılında üniversiteyi kazandığında Emin Hoca’nın talebeleri arasına girmiş. Üstelik o sıralar iktisat fakültesinde okuyormuş, aynı zamanda da hafızmış. Bunu duyan Emin Hoca, “Senin iktisat fakültesinde ne işin var hafız” dermiş her defasında. “Bu benim herhalde bilinçaltıma yerleşti, iktisatı üçüncü sınıfta terk ederek Marmara İlahiyata geçtim ve oradan mezun oldum” diyor Maşalı Hoca. Ve fakültedeki eğitiminin yanı sıra, İslami ilimleri Emin Saraç Hoca’nın rahle-i tedrisatında aldığını minnetle vurguluyor:

2000’den fazla talebe yetiştiren M. Emin Saraç Hoca’nın talebeleri arasında bugünün ileri gelen din adamları, profesörleri, doçentleri, müftüleri, hocaları bulunuyor.

“Hocamızın eşi benzeri az bulunur. İlmi ile amil olmak ne demek, hasbi, samimi, hiçbir beklenti içinde olmadan İslami ilimlerin gelişmesine katkı sunmak ne demek, ben hocamızda gördüm. Fatih’te kendine ait dört beş katlı binadan kira geliri elde etme imkanı varken, öğrencilere tahsis etmişti. Üstelik orada kalan öğrencilerin bütün bakımını, iaşesini üstlenmek, onlara bir de özel dersler vermek, hiçbir kuruş almadan bunları yapmak, hele hele bugünün seküler mantığıyla baktığımızda her baba yiğidin harcı değil. Bunu yapanı da pek görmedim.”

İslam dünyasında tanınırdı

Türkiye’de uluslararası tanınırlığı olan hocaların az olduğunu kaydeden Maşalı, Emin Hoca’yı İslam dünyasının da tanıdığını ifade ediyor. “O günün Suriye’sinde, Suudi Arabistan’da, Mısır’da, Fas, Mağrib, Cezayir gibi ülkelerde İslam alimi olarak öne çıkan zevatın ileri gelenleriyle tanışıklığı vardı hocamızın, hatta bir kısmıyla arkadaşlığı vardı. Ülkemizdeki ilmiyye sınıfının dışa bakan yönüydü. Bunun sebebi Ezher’de okumuş olması veya sosyal ilişkilerinin kuvvetli olması değildi, ilmi yönü kuvvetli olmasından kaynaklanıyordu. Osmanlı’da yetişmiş zevatlarla, bizim nesil arasında çok büyük görevler ifa ettiği kanaatindeyim.”

Sahabe gibi yaşardı

“Kuran’ın ve hadislerin ete kemiğe bürünmüş hali” diye tanımlıyor FSM hadis bölümü öğretim üyelerinden, hocanın da öğrencilerinden Mesut Çakır. “Onunla bir saat konuşsanız, bir saat huzurunda bulunsanız, onlarca ayetin yaşanmış halini görürsünüz. Ben 2000 yılından beri hocamın talebesiyim, 1. sınıftayken hasta olduğumda 70-80 yaşlarındaydı ve sırf sünnet diye beni ziyarete gelmişti. Bir bakıyorsunuz dünyanın değişik yerlerinden insanlarla, alimlerle muhatap, ama bir de bakıyorsunuz, en küçük detayı bile atlamıyor.

Hocamızın en önemli özelliklerinden biri hocalarına aşırı derecede saygılı olmasıydı.

Bir sahabe nasıl yaşardı diye düşündüğümde, böyle biri geliyor aklıma. Peygamber efendimizden bahsettiği zaman gözleri dolardı. Kuran okumaya çok önem verirdi. Muhataplarına mutlaka Kuran okuması gerektiğini tembihler, kendisi de çok okurdu. Çok iyi bir hafızdı. Ramazan-ı Şerif’te üç günde bir hatim yapardı. Derslere de ara verirdi, ‘Ramazan’daki dersimiz Kuran-ı Kerimdir, bol bol Kuran okuyun’ derdi.

Hocanın memleketlisi olduğum için, bana biraz daha fazla ehemmiyet göstermiştir. Hemşericilik yapmak anlamında değil ama, ‘Sizler de ders verirken, herkese ehemmiyet verin ama kendi memleketinizden de alimler çıkması için ayrı bir gayret edin’ derdi. Benim bir sürü hocam var, ama bana ilmi sevdiren, hadisleri sevdiren Emin Hocamızdı. Onun derslerinde bulunan, onunla beraber bulunan insanlar mutlaka ilmi severdi. Hocamızın en önemli özelliklerinden biri hocalarına aşırı derecede saygılı olmasıydı. Bayramlarda, kandillerde, hocalarının çocuklarını veya torunlarını kendinden yaşça küçük olsalar bile arardı.”

Fecir göründü

“Amcamız Emin Saraç hocaefendi gıpta edilecek bir hayat bıraktı, vefâtı tıpkı Celaleddin-i Rumi’nin ifadesiyle kendisine bir düğün oldu” diyor yeğeni Prof. Dr. Mehmet Saraç. “Bizler için en büyük nimetlerden biri, bayram namazlarını İsmet Efendi Tekke Camii’nde kılması ve bayramlara hep beraber kendisiyle başlamış olmamızdır. Hamdolsun, ömrünün son yirmi yılından fazla zaman, evinden alıp Camii’ye getirmek, kendisine hizmet etmek bizlere nasip oldu.

  • İsmet Efendi dergâhını zamanımızın şartlarında maddi ve manevi boyutta ihya etmek için girdiğimiz vakıf kurma gayretinde hep önümüzde ve yanımızda oldu. Bilhassa restorasyon projesi aşamasında ortaya çıkan tıkanma sorunun nasıl çözüldüğünü unutamayız. Bir gün Fatih Camii’nde vakit namazını amcamla beraber kıldıktan sonra, Hocaefendi’yi tanıyan bir müteahhit zat, ciddi bir sağlık sıkıntısı olan bir kimseyi amcamın şifa duası için getirmiş, amcam da dua etmişti. O şahıs çok memnun olmuş, adeta şifa bulduğunu hissetmişti. Bu zat, Kurul üyesi olan ve bahsi geçen meseleyle ilgili çözüm yetkisi olan zat idi. Bana hemen ertesi gün Kurula gelmemi ve meseleyi çözeceğini söyledi. Ve hamdolsun gerçekten de öyle oldu.

Amcamız, günümüzde İslam toplumlarının en büyük fitnelerinden olan bölünmüşlük, parçalanmışlık karşısında bilhassa ülkemizdeki Müslümanların sığındığı bir sağlam rehberdi. Son zamanlarda memleketimizin durumunu kısaca ‘henüz güneş doğmadı ama, fecir göründü, inşaallah aydınlık yakındır’ ifadesiyle özetlerdi.”

Hadis ilmini sevdiren hoca

1974’ten beri 47 sene sürekli yanında olan, önce öğrencisi olan, sonra birlikte dersler veren Halil İbrahim Kutlay Hoca da Emin Hocayı ‘Osmanlı alimi’ olarak tanımlıyor. “Osmanlı dönemindeki ilim tedrisatını devam ettiren bir Hocaefendi’ydi. Karşılıksız, ücretsiz, maaşsız ders verirdi. En önemli özelliği de sevgisini, muhabbetini vermesiydi. Kitabı sever ve sevdirirdi. Bana da hadis ilmini sevdiren hocalarımdan biriydi.

1974’ten beri 47 sene sürekli yanında olan, önce öğrencisi olan, sonra birlikte dersler veren Halil İbrahim Kutlay Hoca da Emin Hocayı ‘Osmanlı alimi’ olarak tanımlıyor.

Emin Saraç Hocamın istisnasız her dersinde eski alimlerden, karşılaştığı muhterem şahsiyetlerden bahsettiğini görürüz. Örnek şahsiyetleri daima takdim eder, yeri geldiğinde hatıralarından bahsederdi. Öğrencilerine okuduğu kitapları kendisi alır veya bir hayırsevere aldırır, ‘Bu kitap okuduğunuz müddetçe size emanet, bitirdiğiniz zaman sizin kitabınız olur’ derdi. ‘Ders verdiğiniz müddetçe hakkım size helal olsun, benden sonra ders vermeyi bırakırsanız, hakkımı helal etmiyorum’ derdi bir de. Bu sebepten dolayı Emin Saraç Hoca’nın talebeleri, gittiği her yerde birkaç kişiden meydana gelse bile mutlaka ders halkası kurmuştur. Talebelerine gönüllülük esasını ve büyük bir özveriyi aşılamıştır.

Örnek alınacak çok yönü vardı

Her kayıp acıdır ama Hocamızın kaybıyla kolumuz kanadımız kırıldı. Emin Saraç Hoca mutedil, bütün cemaatlere aynı çizgide, vakarlı ve ağırbaşlı bir Hocaefendi’ydi. Mizahı, latifeyi severdi ama kendisi mizah ve latife yapmazdı. Derslerine mutlaka Kuran-ı Kerim’den ayetlerle başlar, arada o dersin havasını hafifletecek şekilde ilahi, şiir, kaside okuyan öğrencilerini dinlemeyi de severdi.

  • Osmanlı alimlerinin ağırlığını üzerinde görürdünüz. İhtilafı, tartışmayı sevmezdi. Birisi sorulduğu zaman ‘Şu anda Sahabe-i İkramla meşguluz, burada olmayan kimseleri buraya getirmeyin’ derdi. Sürekli olumlu, sürekli ufuk aşılayan bir hocaefendiydi. Zamanındaki hocaefendilerle ilgili konuşmaz veya birisi tartışma konusu açtığı zaman, ‘bu güzel havayı bozmayalım’ derdi. Örnek alınacak çok yönü vardı.”

68 yıl süren ilim yolculuğunun sonuna geldiğinde, bütün öğrencilerinin zihninde örnek alınacak bir şahsiyet izi bıraktı. Dünya, bazı insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor derler, işte o insanlardan biriydi Emin Saraç Hoca. Televizyonlara çıkıp şöhret peşinde koşmayı değil, mütevazi bir hayat sürmeyi tercih etti. Allah gani gani rahmet eylesin.