Kadın cinayetleri neyin sonucudur?

ŞÜKRÜ KANBER
Abone Ol

Bilmeseler mal ile emanet arasındaki anlam farkı için Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakmalarını tavsiye edeceğim ama onlar neyi kastettiklerini gayet iyi biliyorlar. Bizim inancımızda, örfümüzde, geleneğimizde “emanet” üzerine titrenen ve maldan daha çok ihtimam gösterilmesi gereken çok değerli bir mânâya sahiptir.

Her biri aile babası beş erkek son günlerde gündeme ne yazık ki yine ve yeniden gelen kadın cinayetlerini konuşuyorduk. Emine Bulut cinayeti ve sonrasında oluşan havayı yorumladık. Ortamdaki her erkek eşini öldüren kâtillere lanet okuyarak sözüne başladı. Hiç kimse ama hiç kimse şiddeti, hele öldürmeyi elbette onaylamadı, olumlamadı ve sebebi her ne olursa olsun küçücük bile olsa prim vermedi. Ama ittifak ile aile içi ufak tefek tartışma, sürtüşme, çekişme ve fikir ayrıklarının yaşanmasının son derece doğal olduğu da vurgulandı. Sonra bir arkadaşımızın önerisi ile ‘kendi başımıza gelmesi durumunda ne yaparız’ sorusuna cevap aramaya çalıştık. Mâlum, herkes öznesi başka olan konularda ahkam kesmeyi seviyor da, bu bahsi geçen meseleler kendi nefsine uygulandığında ne yapacağına değinmekten hoşlanmıyor.

Başladık senaryoyu konuşmaya. Bir gün eşiniz yaşadığınız bir tartışma üzerine sizi polise şikâyet etti. Mâlum, şiddet kavramı şu anki kanunlarımızda çok geniş… Çokça tartışılan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 numaralı aile hukuk kanun maddesine göre şiddet psikolojik, ekonomik, cinsel ve fiziksel saldırı olarak gayet geniş bir kapsam ile ele alınıyor. (Ki bu kanunu yasalaştıranlar da erkekler) Erkeğin kadına sesini yükseltmesi, günlük programına karışması, istediği bir maddi arzusunu yerine getirememesi ve aile birlikteliği için ikna etmeye çalışması dahi “şiddet” kavramının içine girebiliyor. İşte bu uygulamalara dayanılarak eşinizin şikâyeti üzerine, sadece fizikî şiddet değil, diğer sebeplere dayanılarak da polisin tutanağı üzerine mahkemeler evden uzaklaştırma cezası verebiliyor. Bu ceza öyle ki, kadın izin vermezse erkeğin özel eşyalarını bile evden almasını yasaklayacak kadar sert.

Erkek hem idarî ceza ve açılmışsa mahkeme masraflarını ödemek durumunda, hem uzaklaştırıldığı evin giderlerini karşılamak zorunda, hem de kendine kalacak bir yer bulma mecburiyetinde. Beş erkeğin yine tamamı böyle bir durumda bunun bir ceza değil aslında boşanmanın ilk ve zorunlu adımı olduğunu, önlemin daha çok evliliği bitirmeye yol açacağı konusunda da hem fikir oldu. Bu şartlarda darp ya da fiziksel şiddet olmadan evden uzaklaştırılan bir erkeğin “ıslah” olarak o eve geri döneceğini ve evliliğine kaldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğini varsayan kanun koyucu kafaya İskandinav ülkelerinde yaşayıp yaşamadığını sormayı düşündük. Hatta diyelim ki, kadın konunun üzerinden uzaması durumunda şikâyetinden vazgeçse bile çoğu hâlde konu kamu davasına dönüştüğü için artık süreci döndürme imkânı da kalmıyor.

Kendimizi bu sürecin aktörü olarak düşündük. Hatta ayrıldığımız eşlerin çocukları bize göstermemesi hâlinde, toplum vicdanını yaralayan çocuk haczi yoluyla yavrularımızu görmek zorunda kaldığımızda ne yapacağımızı konuştuk, çocuklarını çok seven beş babanın eli ayağı birbirine karıştı. Bir adım daha öteye taşıdık konuyu. Boşanma gerçekleşti ve süresiz nafaka bağlandı. Göremediğiniz ve çoğu kez annesi tarafından size düşman olarak yetiştirilen çocuklar söz konusu olduğunda ve annenin sizden nafaka almaya devam ederken resmi olmayan bir nikâhla ya da değil, bir de başkasıyla yaşamaya başladığını öğrendiğimizde ne yaparız? Ortalık buz gibi oldu. Her biri eğitimli, merhametli, eşini ve çocuklarını seven, erken yaşlarda aile kurarak ailenin önemini bilen bireyler olarak kuracak kelime bulamadık. Eşlerini Allah’ın emaneti olarak kabul eden erkeklerin bulunduğu ortama çöken ağır havayı dağıtmak için içimizden biri konuyu değiştirdi; “Ne olacak bu Gassarayın hâli? Falcao geliyor mu hacılar?”

Kanun düzenlerken kadını korumayı hedefleyen ama bu arada erkek psikolojisini ve şartlarını görmezden gelen bu anlayış, yaşadığımız bu rezil durumun sorumlusudur. Erkekleri cânî olarak kabul edip kolaycılığa kaçabiliriz. Ama aslolan bugün hepimizi üzen ve derinden yaralayan sonuçları üreten ortamı, sistemi ve uygulamaları sorgulamaktır. Bir sözümüz de ekranlarda konuyu sürekli getirip getirip İslam’a yamamaya kalkan Türk ve Müslüman görünümlü ama aslında başka idiyet taşıyan kadın hakları savunucusu etiketli hukukçu müsveddelerine. Bugün Türkiye Cumhuriyeti kanunları yazılı olarak yerinde durmasına rağmen, bu kanunlara uyacağını söyleyen pek çok vatandaş yaptıkları ihlaller sonucu güvenlik ve adli süreçleri yaşamaktadır. Yani yazılı metin ile vatandaş pratiği her zaman birbirine uymamaktadır. Aynı şeklide Allah’ın kitabı Kur’an tektir, hükümleri bellidir, İslam’ı yaşamanın şartları da açıktır. Ama bu dine mensup olduğunu söyleyen kişilerin pratik eksiklik, hata ya da yanlışlarını bizzat İslam dininin kendisi sebep oluyormuş gibi söylemeye çalışan, eveleyip geveleyerek açıktan olmasa da bu sonuca çıkmaya çalışanlar ya cahildir, ya ahmaktır ya da İslam düşmanıdırlar.

“Kadınlar size Allah’ın emanetidir” emrindeki “emanet” kelimesini “mal” olarak anlayanlar vicdansız ve kötü niyetli kişilerdir. Bilmeseler mal ile emanet arasındaki anlam farkı için Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakmalarını tavsiye edeceğim ama onlar neyi kastettiklerini gayet iyi biliyorlar. Bizim inancımızda, örfümüzde, geleneğimizde “emanet” üzerine titrenen ve maldan daha çok ihtimam gösterilmesi gereken çok değerli bir mânâya sahiptir. Kadını böyle gören ve ona göre davranılmasını isteyen bir dini, kadına şiddetin kaynağı gibi göstermeye çalışanlara lügatimizde edecek çok kelimemiz var ama edebimize yakışmaz. Ne diyor yüce Peygamber (s.a.v.); “Cennet anaların ayakları altındadır…” Ananın bir kadın olduğunu bu İslam düşmanlarına ısrarla hatırlatmakta yarar var.